Yazar İvo Andriç’in 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasına büyük katkı sunan eser, Balkan tarihini kronolojik sırayla okuyucuya sunan tarihî bir romandır. Kitap, Drina Köprüsü’nün 16. yüzyılda başlayan yapımından, 20. yüzyıla kadar olan yaklaşık 400 yıllık bir süreyi kapsıyor.
Drina Köprüsü’nün tasviri ile başlayan eser tarihî bir hikâye ile devam ediyor:
Bosna köy ve kasabalarından Hristiyan çocuklarını toplayan kervan, Sokoviç köyünden 10 yaşlarında bir çocuk alır. Alınıp sepete konduğunda göğsünde derin bir acı hisseden o esmer çocuk, Osmanlı İmparatorluğu’nda üç padişaha vezirlik eden Sokullu Mehmet Paşa’dır.
Osmanlı veziri Sokullu Mehmet Paşa’nın koparıldığı topraklara yıllar sonra yaptırdığı köprünün kasaba halkı üzerinde birleştirici bir gücü vardır.Köprü; farklı kültürleri, dinleri, yazgıları birleştirir.
Köprü inşaatına zarar veren Radisav’ın kazığa geçirilerek köylülerin gözü önünde can verişi… Köprünün yapımına karşı çıkan su perisini engellemek için köprüye gömülen kız ve erkek kardeşler ve onları emzirmeye gelen annelerinin hikâyesi… Doğumdan sonra ikiz çocukları ölen ve ardından deliren İlanka’nın köprüyü mesken tutuşu… Haydutun metresine aşık olan zavallı Fedun’un hazin sonu… Bir gecede sağlığını, gençliğini kaybeden ve kumar tutkusundan vazgeçen Milan’ın hikâyesi… İstemediği bir evliliğe zorlanan Avdaga’nın kızı Dilber Fato’nun, atını köprünün parmaklıklarına sürüşü ve Drina’nın uğuldayan sularına gömülüşü…
Drina Köprüsü’nün tam ortasında yer alan “Kapiya” adı verilen teras Vişegrad halkının kaderlerini tayin eden bildirileri okudukları mekândır.Kasaba halkı; Sirbistan’a özerklik verildiğini, Osmanlının Bosna Hersek’i kaybedişini, Bosna Hersek’teki Avusturya hakimiyetini Kapiya’ya asılan bildirilerden öğrenir. Kasabada yaşayan Müslüman halk Avusturya işgalinden çok etkilenir. Romanın önemli isimlerinden Ali Hoca, işgal bildirisini okuduğunda kulağına çakılan çivinin acısından daha fazlasını, yüreğinde hisseder. “Yabancı bir imparator onlara el koymuş, yabancı bir dinin idaresi altına girmişlerdi. Bu sözlerden ve bu bildiriden bunlar anlaşılıyordu. Hele göğsüne kurşun bir gülle gibi yerleşen bu ağrı, onu daha açık bir biçimde anlatıyordu. Ve bu, insanoğlunun duyabileceği acıların en ağırı, en fenasıydı.”
“Ay durmadan büyüyüp küçüldükçe, kuşaklar birbirini kovaladıkça o kemerlerin altından akan su gibi değişmeden kalıyordu.”
İvo Andriç’in bu ölümsüz eseri yönetimi elinde bulunduranlara bir sesleniş, açık bir isyandır aslında. Aynı şarkılara hüzünlenen, huzur içinde yaşayabilen topluluklar kendi haline bırakılsa bu kadar acı yaşanmayacak; imam ve rahip aynı topraklarda kardeşçe yaşayabilecektir.
Drina Köprüsü; zengin içeriğiyle, canlı tasvirleriyle, taşıdığı tarihi izlerle ve verdiği edebi lezzetle ölümsüzlüğü hak eden klasikler arasında olmayı hak etmiştir. Bize umudun ve mucizelerin varlığını hatırlatan bu eşsiz eser kitapseverlere önerimdir.
“Hayat anlaşılmaz bir mucizedir.Boyuna harcanır, erir buna rağmen yine dayanır sürüp gider. Tıpkı Drina’nın üstündeki köprü gibi.”