“Öykü, bilinmeyen bir evin aralanan kapısıdır.” deniyor. Berna Durmaz’ın 2016 yılında Can yayınları tarafından yayımlanan “Karayel Üşümesi” adlı öykü kitabı aralanınca karayel gibi ürpertiyor okuru. Kitapta; sert, sarsıcı on yedi kısa öykü çıkıyor karşımıza. Durmaz, farklı dünyaları anlattığı öykülerde aşk, özgürlük, aldatma, çıkışsızlık, taciz gibi tema ve metaforlar etrafında oldukça nitelikli bir öykü evreni kuruyor. Acıyı, hayal kırıklığını, terk edilişi etkileyici bir duyarlılıkla sunuyor okuyucuya. Durup dinlenmeden, soluklanmadan geçemiyorsunuz bir sonraki anlatıya.
Berna Durmaz’ın ilk öykü kitabı “Tepedeki Kadın” 2011’de yayımlanıyor. Ardından 2012’de “ Bir Hal var Sende” adlı kitap okurla buluşuyor. Bir Fasit Daire” adlı kitabı ile 2014 Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülen yazar, öykülerini “ Karayel Üşümesi”adlı kitapta da sağlam bir dile yaslıyor. Kelimelerin çağrışım gücünden, imgelerden yararlanarak vurucu ve net bir anlatıma ulaşıyor. Söz dizimindeki titizlik, anlam yoğunluğu, felsefi derinlik ve şiirsellik tüm öykülerde varlığını hissettiriyor. Ritme kulak veren, çağrışımların peşine düşen okurun, anlatıyı kaçırması olası bir durum.
Kitabın ilk öyküsü Çor, “Ev içleri zonklamalı damarıymış ömrün.” cümlesiyle başlıyor. Öykü, evli bir çiftin, Zahire adında zor durumda olan komşu kadını evlerine almasını konu ediyor.
“Zahire bir çorlu candı çünkü. Ömrünün yarısı boşluğa yazılmış. Öteki ele emanet…”
Merhametten maraz doğar derler…Zahire de sığındığı evde kıygınlığından sıyrılıp evin kadını rolüne bürünüyor.
Köklerinden koparılan insanların ağıdı olan “Sünger Gibi Delikli” adlı öykü, benim bu kitapta en beğendiğim anlatıydı. Berna Durmaz, doğup büyüdüğü topraklardan kopup gelen insanların acısını, okuyucuya sahici, etkileyici bir dille aktarıyor.
“Kemik oldu dili oynamaz. Parmakları diren demiri.Saplandığı yere geçer. Sıyırır, kaldırır. Boğazına saplandı elleri kadının. Sesini tuttu. Tuttu, bıraksa yer yarılacaktı.”
Şiirsel dilin zirve yaptığı “Azad” adlı öykü, ölmeden önce annesi tarafından büyüklere emanet edilen çocuğun, yüreklerde yaktığı ateşi anlatıyor. Azad’ın babası oğlunu almaya geldiğinde aile büyükleri, çocuğu babaya teslim etmemek için direniyor.Baba; sakınıp vermedikleri, kaçırıp göstermedikleri oğlanı almak için köyün evlerini yakıyor ve kaçıp gidiyor. Azad da peşinden…İki ateşin yaktığı ihtiyar, arapsaçı olmuş dolaşın ucunu bırakmaya gönüllü değil:
“O uzadı yürüdü, ben arkasından seğirttim.Ne varılacağı düşündüm ne geride kalanı. Yerim, yurdum taşım toprağım Azad’dı bundan böyle. O arkasına bile bakmıyordu…”
“Dedim, babanın yaktığı ateş değilmiş senin yaktığının yanında.”
Kahramanların güçsüz, yorgun, bıkkın yanlarını sergiliyor yazar. Çaresizliklerini, sevdalarını anlatıyor.
“Bir Mahzen Dolusu Çiçek” adlı öyküde Sefa, “giz kumkuması” Zehra’ya tutkun. Şiirli adam Sefa…Mahzeni çiçek dolu: devetabanı, orkide, küpeli, hercai, küstüm…Hiçbirini satamıyor. “Şunu Zehra’ya veririm bu da Zehra’nın. Bu Zehra’nın salonuna yakışır, derken…”Alacaklılar gelip kapıya dayanıyor.Sefa ortada yok…Çiçekler mahzende kuruyup kalıyor.
“Kuş Kulesi” ve “Bir Güzellik Masalı” adlı öykülerde Doğu geleneğinin birikiminden yararlanıyor Durmaz. Kendi gerçekliğine hapsolmuş masalsı bir dünya yarattığı öykülerde bugünün çıkmazını, sancılarını yansıtıyor. Fakat onun anlattığı masallar hep mutsuz sonla bitiyor.
“Ne muradına eren olmuş ne kerevetine çıkan. Gökten üç elma düşmez olmuş bu yüzden.”
Duyan, düşünen, hayatla derdi olan Berna Durmaz,
“İhtimal” adlı öyküde “Sen de otuz okka, ben diyeyim elli. Öylece ağır yükü var bu insan soyunun.” diyor. Birhan Keskin’in dizelerindeki çileyi, bir kez daha döküyor satırlarına. Bize de bu dünya kederini toplamak düşüyor.
…
“ovada sert es, yamaçta sus,
ırmakta ağla.
işte dünya kapısı, işte dünya kederi
ister dağının gölgesinde dur,
ister incirin neşesine vur
ağrı ve kendini tamamla.”