Bugünlerde öykü kitapları okuyorum. Geçmişten bugüne Türk edebiyatının öykü serüvenini izlemeye, özellikle günümüz yazarlarını keşfetmeye çalışıyorum. Her şeyin hızla tüketildiği, odaklanma güçlüğünün yaşandığı, zamanın çok kıymetli olduğu bu çağda çabucak okunan öyküler, günümüz okuruna daha fazla hitap ediyor diye düşünüyorum.
Okuma günlerimde “Beşinci Köşe” adlı kitabıyla karşıma çıkan Gamze Güller; derin ve yalın anlatımıyla beni hem hüzünlendirdi hem de düşündürdü. Kitap bittikten sonra da anlatı, kafamda sürmeye devam etti.
2013 Orhan Kemal Ödülü’ne layık görülen eserde; samimi, gerçekçi sekiz kısa öykü yer alıyor. Yazarın ilk kitabı “İçimdeki Kalabalık”la birleşerek okurlara sunulan kitap, bize birbirinden farklı dünyaların kapılarını açıyor.
İlk öykü “Bal Kemiği”nde İlişkileri çıkmaza giren bir çift, av üzerine konuşuyor. Hikâyede adama haz veren, tehlikeli bir eğlence olmaktan ileri gidemeyen bir kadının umutlarına ve aşkına vedasına tanık oluyoruz. Evli adama kalbini veren kadının, adamın sevdiği değil de avı olduğunu fark etmesiyle yaşadığı hayal kırıklığı, kalbi koruyan kemiğin etinden sıyrılması adeta…
“Hayvanın göğsünde kaburgasının da altında, daha derinde bulunan kalbi koruyan tek bir kemik. Azıcık et olur içinde. Sıyırarak yersin.Zor bulunur, tek bir kemik parçası…Ama bir de tadı olur ki…”
Gamze Güller, öykülerinde öğretmekten çok göstermeyi tercih ediyor. Kahramanların kendileri ile yüzleştikleri, varoluş sancısı yaşadıkları özgün, sarsıcı hikâyeler yazıyor. Bunu yaparken de metin içinde bilinçli olarak boşluklar bırakıyor.Okurun zekasına güvenen, onun katılımını arzulayan bir yapı içerisinde kurulan öyküler, boşluklar tamamlanarak okunduğunda bütünselliğe ulaşılıyor.
“Gerçek Hayattan Fotoğraflar” da bunlardan biri. Hayatta istediği başarıyı elde edemeyen bir fotoğrafçının gerçek dünyadan kopuşu, hayal dünyasına dalışı anlatılıyor hikâyede.
Düş ile gerçek arasındaki belli belirsiz sınıra dayanıyor anlatı.
“Işıldayan rakam bana bütün ömrümün özetini veriyor. Hayat 1, ben 0.Ve tek başıma olduğumu bir kez daha hatırlatıyor bana.”
“Kirazların Açtığı Gün”de kaybolan temizlikçisi Döne’nin ardından gecekondu mahallesine giden kadının hikâyesini okuyoruz. Öykünün merkezinde sınıf çatışması yer alıyor.Kirazların açtığı gün doğan bahtsız Döne’nin dünyası, kahraman anlatıcınınki ile iç içe geçiyor.Kadın, yanında çalıştırdığı Döne’nin evden ayrıldıktan sonra nereye gittiğini neler yaşadığını, nelere katlandığını hiç düşünmediğini fark ediyor; vicdan azabı duyuyor.
“Kendimden utanarak gözlerimde yaşlarla yürüdüm. Döne’ye mi ağlıyordum, buradaki sefalete mi yoksa kendi aymazlığıma mı bilmeden…”
“Son Durak” adlı öykü, şu çarpıcı cümlelerle başlıyor:
“Filler, ölmek için doğdukları yere giderlermiş. Ama ben, hayatta en mutsuz olduğum yeri seçmişim ölmek için. Yaşamak üzerine düşünüp durmaktan vazgeçtiğim gün de yola çıkmaya karar verdim.Hiçbir şey yapamıyordum, bir yere ait hissetmiyordum kendimi…”
Bu hikâyede, hayatına yabancı kalan, yaşamını başka birininmiş gibi izleyen güçsüz, çaresiz bir kadının, acılarının başladığı yere dönüşü anlatılıyor.”Ben olmanın farkına” varabilmek için çırpınan kadın, verdiği mücadeleyi kaybediyor.Varoluşsal bir kimlik arayışıyla ve kendini huzursuz eden anılarından kurtulmak için yabancılaşıyor, başlangıç noktasına dönüyor.
Gamze Güller, yazınsallığı elden bırakmadan, süse ve abartıya kaçmadan sıradan insanların hayatlarına yer vermiş yapıtında. Dikkatimizden kaçan ya da farkına varamadığımız küçük ama önemli ayrıntılara bir kadın hassasiyetiyle değinmiş.
“Zeliş’in Rüyası” da gazetelerin ikinci sayfalarında hemen her gün rastladığımız bir kadın trajedisi. Kocası tarafından dövülen, hor görülen “Sevilmelere hasret Zeliş” yaşadığı olayların ardındaki gerçekliği, bilinçaltında gizlenen duygu ve düşünceleri açığa çıkarıyor.Gördüğü en güzel rüyada bile onu rahat bırakmayan; menekşelerini, petunyalarını ezen adamdan, gerçek hayatta da kurtulamayacağını anlıyor ve kendini ölümün kollarına bırakıyor.
Gamze Güller’in satırları; aşklara, kadın olmanın sancılarına, erkeklerin duygusuzluğuna dair ince bir his uyandırıyor okuyucuda.”Kartpostallar” adlı öykü tutunmaya çalıştıkça ona sırtını dönen adam karşısında çaresiz kalan bir kadının hikâyesi.
“Sana kart atarım.” diyor adam.
“Biliyorum yazacak bana. Her şeyin yolunda olduğundan bahsedecek, uzaklara alıştığından…’sevgiler’ diye bitirecek satırlarını. Bana hayalini bile kuramaz olduğum uzaklardan sevgiler gönderecek…”
Beşinci Köşe’nin son öyküsü “Tuzak”ta yazmadığı için karısının ve çevresindeki insanların onu suçladığını düşünen Taner adında bir yazarın sıkışmışlığına şahit oluyoruz.
Kaza yapıp arabaya sıkışan Taner’in gerçek yaşamındaki çıkmazı, varoluşçu bağlamda karşımıza çıkıyor. Çok katmanlı öyküde, modern insanın gelgitleri, yabancılaşması görülüyor. Bu yabancılaşma esere; sıradanlık, bunaltı, anlamsızlık, uyumsuzluk, eylemsizlik olarak yansıyor.
“Yenilik istemiyorum. İnsanlardan sıkılıyorum. Sürekli dertlerini anlatıyorlar ve bana malzeme olacağını düşündükleri için abartıp duruyorlar. Rafları dolduran birbirinin kopyası kitaplardan bir tane daha yazmak istemiyorum. Tanımadığım, dokunmadığım hayatlardan kesitler, hiç anlamadığım dünyalara dair yorumlar, başıma gelmemiş şeyleri içselleştirerek atacağım taklalar…”
Yazarın sesi duyuluyor bu satırlarda. Günümüz metinlerindeki anlaşılmazlığın, karmaşıklığın iyi eser olarak değerlendirilmesi eleştiriliyor. Diğer öykülerde olduğu gibi Beşinci Köşe’nin bu son öyküsü de Gamze Güller’in, yaşama, insana ve sanata bakışından izler taşıyor.
Mimarlık eğitimi alan yazarımız Gamze Güller “Beşinci Köşe” adlı eserinde sözcüklerle farklı hayatlar kuruyor. Dolambaçlı yollara sapmadan, kelime cambazlığına kaçmadan, ahlak dersi vermeden inşa ediyor yapıtını. İçine girip haz alacağımız daha nice yapıtlar inşa etmesi dileğiyle…