Faruk Duman’a 2019 Orhan Kemal Roman Armağanı ve Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü kazandıran “Sus Barbatus” romanını okur okumaz usta bir kalemle karşılaştığımı anladım. Kar tasvirlerinin anlatıldığı sayfaları okurken tüm duyularımdan yararlandım. Üşüdüm, dokundum, gördüm ve duydum. Üç boyutlu belgesel izler gibi hikâyenin içinde yaşadım.
Romanda zaman 1979 kışı. Mekân, masallarda olduğu gibi belirtilmemiş ama yazarın doğduğu yöreden yola çıkarak bu yerin Çıldır Gölü çevresinde bir yerlerde olduğunu tahmin ediyoruz.
Kitapta olay, yoksul bir köylü olan Kenan’ın hamile karısına yiyecek bulabilme umuduyla zorlu kış koşullarına aldırmadan domuz avlamak için dağa çıkışı ile başlıyor. Kenan, dağda farklı bir dünya hayali kuran gençlerle karşılaşıyor.
Sürgüne müebbeten mahkum edilmişler. Devletin soluğu sürekli üzerlerinde.Korkularını yenemeyen halk tarafından suçlu yaftasını yemişler bir kez.İflah olmazlar artık. “Kalıtımsal korkularını yenmek bir aydınlanma işidir.” Yazara göre onların tek istekleri vardır: dünyayı değiştirmek. Bunu yapabilmek için de yabanı bilmeleri gerekir.
“Biz dünyayı değiştirmek istiyoruz ama bu dünyayı iyi ya da kötü yöneten her yasa yabana bağlıdır; yabanı öğrenmediğimiz sürece onu değiştiremeyeceğiz.” diyorlar.
Faruk Duman, eserinde roman kahramanlarını da ilmek ilmek dokumuş.Kimsenin güvenmediği, akılsız dediği iyi niyetli, saf Kenan’ın doğayla mücadelesi akıllara kazınacak türden. Yazarın kendi adını verdiği devrimci genç Faruk’un; sanrılarının, kâbuslarının Faruk Duman’ın dış sesi olduğunu söyleyebilirim.Toplum tarafından ahlaksız olarak nitelendirilen Aysel, yüreği güzel bir kadın aslında.Tıpkı Suç ve Ceza’daki Sonya gibi…
Eserde domuz metaforundan yola çıkılarak dışlanan, vebalı gibi görülen ve yaban sayılan insanların cezalandırılmalarından söz ediliyor. İyi mi kötü mü suçlu mu suçsuz mu olduklarına bakılmaksızın, toplumda var olan adı konmamış yasalar tarafından mahkum edilen insanlar…
Kitapta puslu havaları seven bir başka hayvan da kurt. Ben, etrafa amaçsızca saldıran kurtla yazarın tekinsiz bir ortam yaratmaya çalıştığını düşündüm.
Faruk Duman, insanın doğa karşısında çaresizliğini, acizliğini etkili bir biçimde anlatıyor.
“Bu dünyada insandan daha güçsüz bir varlık, olsa olsa bir başka insandır. Ama çoğunlukla kimse farkında değildir bunun.”
Umarsız insanoğlu kendi gücüne bakmayıp kafa tutuyor doğaya.Hayattan da kolay kolay kopamıyor. Hep bir umudu var onun.
“O nedenledir ki yoksula kar hiçbir şey yapmaz, zira bir karla bir yoksul kardeştir. Birbirlerini ne güzel anlarlar.”
Tanpınar’ın “İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir.”sözünü doğrular nitelikte, Faruk Duman da göz açıp kapayıncaya kadar yaşayacağımız dünyada birbirimizi yediğimizi söylüyor ve ekliyor: “İnsan hep acıkır. Hoş öbür canlılar da öyle. Ama başkalarına oranla insan daha derin, daha doyumsuzca acıkır. İnsanın sadece karnı değil, ruhu da acıkır. Hırsları da. Sevgisi de. Yani abartmayayım da insan kendisini ve de soydaşlarını yemeden duramaz.”
Eserde Mustafa Öğretmen devrimci öğretiyi temsil eden, bilge bir karakter.O da romanda usta yazar Yaşar Kemalin dediği gibi “Önce dil sonra hikâye” diyor. Ben de okuyucu olarak romanda en çok dili önemsiyorum. Bu anlamda yazarın çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Çok sade bir dille, insan zihninde akabilen hem de ruha dokunan akıcı bir eser ortaya çıkarmış Faruk Duman. Bunu yaparken var olan yazınsal kalıpları kırmış, zaman zaman gramer kurallarının dışına çıkmış ve kendince bir farklılık ortaya koymuş. Eserinde sıra dışılık yaratırken, alışılmamış bağdaştırmalardan, çarpıcı imgelerden yararlanmış. Postmodern eserlerden izler gördüğümüz kitapta; deyişler, halk hikâyeleri, söylentiler gibi geleneksel anlatı örnekleri de yer almış.Büyülü gerçeklikten yararlanan yazar, olağandışı unsurları nesnellikle özdeşleştirmeyi başarmış.1980 öncesi yaşanılan acıları, işkenceleri eleştirel bir gözle değerlendirmiş.
Sus Barbatus’un sindirilen, susturulan, iğrenilen, tehlikeli görülen bir kesmin sesi olduğunu düşünüyorum.
Geleneksel anlatıyı modern olanla birleştiren yazarı kutluyor, okuru bol olsun diyorum.