Serkan Türk: İlk şiirini 1990’da Çizgi Ötesi dergisinde yayımladın. Ardından sırasıyla Başka Dünyalar İçinde, Ayna Yorgunluğu ve Unutmanın Kısa Tarihi adlı şiir kitapların geldi. Betül Dünder bugüne kadar dizelerini ulaştırdığı okurlarıyla nasıl bir bağ kurdu?
Serkan Türk: “duymak benim için eski bir meraktı / şimdi hiç ummadığım bir azap / orada durmakta oysa bildiğimiz hayat / iki ağzın çağırdığı o eski şarkı” (s.13).
Unutmanın ve hatırlamanın açmazlarında dolaşıp, bireysel ve toplumsal gerçeklerle örülü, geçmiş dertlerin şirini mi yazıyorsun?
Betül Dünder: İnsanlık tarihinin dertleri değişmedi ki. Yaşadığınız coğrafya ve içine doğduğunuz sınıf öncelikli olarak sizi belirler. Ataerkilliğin ve patriyarkal düzenin içinde bir kadın olarak kendiniz olmaya çalışmak, eril tahakküme kafa tutmak da sizi belirler. O sebeple süregelen hayatınızın ve deneyimlediklerinizin izdüşümlerini sanata, edebiyata yerleştirmekten daha gerçek ne olabilir? Böyle bir coğrafyada, emek sömürüsünün, insan hakları ihlallerinin, kadın ve lgbti+ bireylerin cinayet haberlerinin gündemi belirlediği günlere başlarken çoğumuzun unuttuğu şey yaşamak. Sürekli dert tutuyoruz ama ağlayıp da gözden mi olalım? Muktedirin karşısında susalım mı? Yazıyoruz, konuşuyoruz.
Serkan Türk: “bir kadın en çok nedir / kapısını evin kapattıktan sonra” (s.17).
Unutmanın Kısa Tarihi’nde bir bakıma kendine ve yaşadığın coğrafyaya sorular soruyorsun. İnsanın kendisiyle ve yaşadığı toplumla yüzleşmesi mümkün mü?
Betül Dünder: “Yüzleşme” ve “hesaplaşma” bu dönemin en fazla öne çıkan sözcükleri. Ama sanatsal, yazınsal eylemde olanlar her iki sözcüğü ezelden beri biliyorlardı şüphesiz. Size devredilen kültürel ve toplumsal miras ile hesaplaşma kadınoluş bağlamında kaçınılmaz. Yazmak da yüzleşerek, hesaplaşarak arınma olabilir pekala. Bunu kendi adınıza yapmak kadar –yakınınızda olsunlar olmasınlar– yok sayılanlar, ezilenler, mağdurlar, madunlar adına yapmak; oradan, yaşanılacak değerde bir hayat örgütlemek, benim için her zaman çok değerli oldu.
Serkan Türk: “Biz, bu ülke edebiyatında derdini, sözünü söyleme ısrarında olanlar, edebiyatın bu havzasında ses alıp verenler, büyük bir handikap olarak kendi sınırlarımızı çizip orada kaldık. Bugünün bir sorunu da bu. Beynelmilel dolaşımda olan söz kendi yerelliğini bugün taşıyamayacak hâle geldi” diyorsunuz bir söyleşinizde. Bir şair olarak kendi sınırlarının dışına çıkmaya çabalarken nelerle karşılaştın?
Betül Dünder: Benim sınırlarım yoktu. Eril tahakkümün hüküm sürdüğü şairler topluluğunun ve buradan beslenenlerin kadını nesne halinde şiire yerleştirenlerin bize çizdiği sınırlar vardı. 90’lı yıllarda nicel olarak kadınların şiirdeki varlığı daha fazla hissedilmeye başlansa da özellikle son on senedir bu tahakkümün ve dışlanmanın karşısında pes etmeyip şiirde kalan kadınların varlığı ve genç şair kadınların renkleriyle, dili eğip bükmekteki cesaret ve meziyetleriyle o sınırlar büyük oranda ortadan kalktı. Bundan yaklaşık yirmi sene önce şair kadınlar ile ilgili çalışmalar yapıp edebi kamuyla paylaşan bizlere “şiiri kadınlar hamamına çevirmeyin, oturun kendi şiirinizi yazın” diyenler, bugün (onların tabirleriyle söyleyeceğim) o hamamda tellak olmaya çalışıyor! Ee biz de sınırlarımızı çiziyoruz tabii ki!
Serkan Türk: “Şiiri okumak, şiiri sevmek herkesin hakkıdır ama anlamak herkesin hakkı değildir” diyor İlhan Berk günlüklerinde. Betül Dünder’in bu konuya bakışı nasıldır?
Betül Dünder: Berk’in en fiyakalı cümlesidir. Cümleyi uzat dedin sanki bana… Şöyle tamamlayayım. Şiir yazmak herkesin hakkıdır ama şair olmak hayat ister konusunda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum.
Serkan Türk: “yok! haber yok! / ne üzümün salkımında ne kayısının çekirdeğinde / ne dalgasında denizin ne sazlığında kıyının / çıt yok! -çamurdan mıydı sizin inandığınız efendiler / çıt yok! -kemikleri bağırır oysa insanın kaybolmaktan” (s. 23)
Çağına tanıklık eden bir şair olarak savaşın gölgesinin geçtiği kentlere, insanlara, yaşamlara temas ediyor yazdıkların. Şiirle ne arıyordun ve neyi buldun?
Betül Dünder: Benim hayatımı belirleyen hep aramadıklarım oldu. Aramadığımı bulmak. Kendi varoluşumun bana sunduklarıyla yaşamak dışında bir arzu taşımadım. O sebeple şiirse sözkonusu olan; belamı buldum. Şiir bir bela. Dünyayı sevmeme nedenim. Evet dünya çok güzel bir yer, evet ekmek ve su hepimize yeter, evet birbirimize inanabiliriz, sevişebiliriz, evet bir gün ölümü de alt edebiliriz… Bunlar için biz yeter miyiz? Bunu içtenlikle soruyorum. Çiçek böcek sevgisi, anne methiyesi, aşkından öldüm bittim şeylerinden bahsetmediğim anlaşılır umarım. Gerçek bir şiir, yazana da okuyana da beladır. Çelişmeyeyim yine de. Arınmak demiştim, yazma eylemi için. Ya yazana kadar yaşadığınız zaman? Sürekli sizi, zihninizi dürten o içinizdeki ejderha. Onunla yaşamak kolay mı. Ben ölmeden ejderhanın ölmesi mümkün mü?
Serkan Türk: “Unuttum çoğu şeyi / bir beyaz bayrak gibi kaldırdım aklımı / geçmiş gelirken üstüme üstüme / dinledim çok dinledim kendimi” (s. 69)
Şair arı kovanına çomak sokan, yangına körükle gitmeyi göze alan biri değilse nedir bu çağda? Yazmaya zorlandığınız konular oluyor mu?
Betül Dünder: Yaşamaya zorlandığım zamanlar oluyor. Yarım yüzyıla vardım nerdeyse, hâlâ yaşamak ve yazmak konusunda kusurluyum. Çoğu zaman konuşmak yazmanın önüne geçiyor. Düşüncenin ses hali ve onun muhatabındaki anlık tepkisi bana daha iyi geliyor. Tek çocuk sendromu olabilir bu. Çok uzun yıllar içsesime maruz kaldım. Sonra o gürültüden kendimi çıkarmanın bir yolu olarak, yazmaya başladım. Kurmaca yazsam belki her şey daha kolay olurdu, emin olamıyorum. Ama emin olduğum bir şey var ki ne istersem onu yazıyorum.
Serkan Türk: “Ağaçlar ne kadar uzun hışırdadı / hışırdadı sabahlara kadar sabahlardan ayrı // korkuyorum çünkü haziran gelecek / ve ölümüzün başına gelmeyecek belki de hiçbir arkadaş” (s. 25-26)
“Benim sözcüklerim yeni bir şey icat etmiyor, bazı şair yoldaşların varoluşlarına selam gönderiyor belki de. Yahut da tekrarlanabilecek en sarsıcı şeye, savaş kovucu, şiddet kovucu, akıl kovucu olan şeye –bir tek ona– itaat etmenin söylemini kurmaya çalışıyor yeniden” diyorsun. Hayata karşı dikkatinin çok olduğunu düşünüyor musun?
Betül Dünder: Ne güzel bir soru. Daha önceki söyleşilerden birinden aldığın o alıntıda anmadan itaat ettiğim tek şeyin aşk olduğunu söylemeye çalışmışım galiba. Hâlâ geçerlidir. Üstelik dikkatimin dağıldığı tek zaman âşık olduğum zamandır. Aşk dünya dışı kalmaktır çünkü.
Serkan Türk: Her şair okuduklarının çağrışımlarıyla kendine anlatma olanakları bulan kişidir, diyebilir miyiz? Betül Dünder’in bunca yıldan sonra geri dönüp baktığında karşısına çıkan kitaplar, şairler, yazarlar, kahramanlar kimlerdir?
Betül Dünder: İlk soruna cevaben: İstersen deriz. Kahraman bahsi ise biraz karışık. Birini kahraman kılmak için hayranlık duygusu taşımak lazım önce. Bende öyle bir duygu hiç yer etmedi. Ama hayatına, mücadelesine, yazdıklarına inandığım birçok isim var elbette, az da değiller. Birini ansam diğerinin gönlü kalır. Etik yaşamın ilkelerini, has şiiri, aşkı, kızkardeşliği öğretenlerin hepsi çok kıymetli benim için. Selam olsun onlara… Aşk olsun!
İlk Yayın: Sadece Şiir – Sayı 10 (Ekim-Aralık 2022)