Bir “Okur Müfettişi”nin gözünden okurlar ve kitaplara dair…
“TOLSTOYEVSKİ’NİN KİTABINI ARAYAN VAR”
Bir kitabevindesiniz. Vivaldi’nin Dört Mevsim’inden tınılar okşuyor kitapları… Kimse konuşmuyor. Bir iki müşteri sessiz sessiz dolaşıyor rafların arasında. Siz de huzur içinde elinizdeki kitabı inceliyorsunuz. Tam okuduğunuz satırlar sizi sarmışken, biri beliriyor karşınızda. Başınızı kaldırdığınızda göz göze geliyorsunuz ve o soruyor: “Toltstoyevski’nin kitabı var mı?”
Bir başka gün, yine elinizdeki kitaba dalmışken, genç bir kız soran gözlerle size yaklaşıyor: “Aşk-ı Memnu dizisi var ya, onun kitabı yazılmış. Çıktı mı? Sizde var mı?” diyor. Ne yapardınız?
Bunlar kurgu değil, gerçek. Bu sorulara maruz kalan ise, Ankaralı okurların, yazarların uğrak yeri olan ünlü bir kitabevinde yöneticilik yapan Bülent Ateş. Yirmi yedi yıldır kitap dünyasında profesyonel olarak çalışan Ateş ile hem kitapları, hem okurları hem de yayın dünyasını konuştuk. Bir AVM’nin içindeki kitabevini, ticari kurum olmaktan öteye taşıyan ve orayı bir “kültür merkezi” yaklaşımıyla yöneten Ateş, hem kitap dünyasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu, hem okurlarla ilgili gözlemlerini paylaştı.
Bülent Ateş: Konya’nın Akşehir ilçesinde doğdum. İlkokuldayken, bizim mahallede okul tatil olduğunda herkes köyüne giderdi. Ben ise köyde değil, kütüphanede alırdım soluğu. Yaz boyu okurdum. En yakın dostlarım kitaplardı. O dönemde ve sonrasında klasiklerin hemen hemen hepsini okudum. Kitaplarla mutluydum. Okuma serüvenim yıllar içinde aynı şekilde devam etti. 1996’da, Polatlı’da küçük bir kitabevi açtım. Sonrasında Ankara’da, Kültür Sanat Kulübü adında bir kitap kafe açarak yoluma devam ettim. Ardından bir zincir mağazadan teklif aldım, yöneticilik yaptım. Orası kapanınca da buraya yönetici olarak geldim.
Şeyda Apaydın: Neden bu alanı “iş” olarak seçtiniz?
Bülent Ateş: Bu alanda çalışmak hep hayalimdi. Ben hayalimi yaşıyorum. Çok büyük bir hazinenin içindeyim ve bundan büyük bir zenginlik düşünemiyorum.
KİTABEVİ MARKET DEĞİLDİR
Şeyda Apaydın: Buraya gelen okurlarla diyalog kuruyor, edebi sohbetlerde bulunuyor, eğer “isterlerse” kitaplar öneriyorsunuz. Buraya sırf sizinle kitap sohbeti için gelenler bile var. Ankara’da başka kitabevlerinde buna benzer bir durum yok değil mi?
Bülent Ateş: Biz kitabevini bir market gibi görmüyoruz. Burada çalışanlar market elemanı gibi çalışmıyor. Ben de çalışma arkadaşlarım da buraya gelen insanlarla sadece kitap satmak amacıyla ilgilenmiyoruz. Kitaplar hakkında sohbet ediyor, onlarla bilgilerimizi paylaşıyoruz. Kimi zaman onlardan bilmediğimiz şeyler öğreniyoruz. Okurlar, sohbetimizde geçen kitapları “merak ederlerse” alıyorlar ve sonra geldiklerinde o kitaplar üzerine yine konuşuyoruz. Burası bir kültür ortamıdır. Bildiğim kadarıyla Ankara’daki büyük kitabevlerinin hiçbirinde bu yaklaşım yok. Hatta çalışanlara, “Soru sorarlarsa cevap vereceksiniz. Onun dışında konuşmayacaksınız” diye talimat veriyorlar. Oysa kitaplar konuşulmalı, tartışılmalı, değerlendirilmelidir. Kitap ticari bir mal değildir ki. Kitap, evrensel gücü olan, bilgiye ulaşmada, kültürün, tarihin ve bilginin aktarılmasında en önemli araçlardan biridir. Kitap satışı yapılan yerlerde, çalışanlara okurları yönlendirebilmeleri için mutlaka eğitim verilmeli, çalışanlar iyi okurlardan seçilmelidir.
OKUR MÜFETTİŞLİĞİ
Şeyda Apaydın: Okurlarla ilgili gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız? İyi bir okuru tanır mısınız hemen? Kadınlar mı, erkekler mi daha çok kitap alıyor? Gençlerde durum nasıl?
Bülent Ateş: Elbette iyi bir okuru hemen tanıyabilirim. Hatta, “Bana birinin ne okuduğunu söyleyin, onun kim olduğunu söyleyeyim.” diyebilirim. Sonuçta kendimi “okur müfettişi” olarak niteleyebilirim. Nitelikli okurların, öncelikle baktığı belli başlı yayınevleri vardır, o yayınevinden gözü kapalı alırlar kitaplarını. Etki altındaki okuyucu ise reklamlardan yola çıkarak alır kitabını.
Bazı yayınevleri kendi reklam kadrolarını kurmuş, sosyal medyadan kitaplarını pompalıyor, merak uyandırıyor ve öyle satıyor. Hatta yeni duydum, bir blogger, sosyal medyada bir kitabı ağlayarak tanıtmış, sonra o kadar çok satış olmuş ki kitabın yeni baskısını yapmışlar. Şu anda gençlerin en çok okuduğu kitaplar ne yazık ki bunlar.
Gözlemlediğim kadarıyla kadınlar, erkeklerden daha çok kitap okuyor. Kadın okurlar, edebi eserlere daha çok ilgili. Bazı okurlar da var ki, onlar “Bizi yormayacak kitap önerir misiniz? Kolay okunsun.” diyorlar.
“TOLSTOYEVSKİ’NİN KİTABINI ARIYORUM”
Şeyda Apaydın: İlginç anlar yaşıyorsunuzdur mutlaka. Bizimle paylaşır mısınız bazılarını?
Bülent Ateş: O kadar çok şey var ki…. Mesela geliyor kitabevine ama alacağı kitabın adını bilmiyor, yazarını bilmiyor ve diyor ki, “Kapağı kırmızıydı.” Biri diyor ki, “Tolstoyevski’nin kitabını arıyorum.” Bir başkası, “Aşk-ı Memnu dizisi var ya, onun kitabını yazılmış. Çıktı mı? Sizde var mı?” diyor. Bir de kitaplara şöyle bir uzaktan bakıp, “Bunlar kaç para?” diye sormuştu biri. Bunlar çok acı.
Şeyda Apaydın: Siz bu gibi sorularla karşılaşınca ne yapıyorsunuz? Nasıl cevap veriyorsunuz? Mesela Tolstoyevski sorusuna ne cevap verdiniz?
Bülent Ateş: Karşımızdaki insanı rencide etmeden, sorduğu sorudaki yanlışlığı düzelterek ve yol göstererek cevap veriyoruz. Tolstoyevski sorusuna, “Hangisini sordunuz? Dostoyevski mi Tolstoy mu?” diye örtülü düzeltme yaparak cevap verdim.
Bunlara üzüldüğümü söylemeliyim. Eskiden bu tip sorulara çok şaşırıyordum. Ama artık eskisi kadar şaşırmıyorum. Çünkü kültürel kıyameti, kültürel çöküşü yaşıyoruz. Bunda ekran bağımlılığının çok etkili olduğunu düşünüyorum. Hatta bu alanda yazılan kitaplar bile var. Johann Hari’nin Çalınan Dikkat kitabı, bu konuyu mercek altına alıyor. Günümüzde insanların temel sorunlarından biri de odaklanamamak. O yüzden okur sayısında düşüş oluyor, hap bilgilerle yetiniyorlar. Google, insanların kısa yoldan, çok hızlı bir şekilde, bilgiye ulaşmasını sağlıyor. Bu da okuma zevkini, edebi haz duygusunu unutturuyor. İnsanlar sadece ihtiyaç duydukları bilgilere kısa yoldan ulaşıp bununla yetinir oldular.
İYİ KİTAP NASIL OLMALI?
Şeyda Apaydın: Tüm bu olumsuzluklara karşın, insanlar kitap okusun diye savaş veriyorsunuz. Sadece burada değil, sosyal medyada da beğendiğiniz kitapları okurlarla paylaşıyorsunuz ve onların bazıları için “Mutlaka ama mutlaka okumalısınız” diyorsunuz. Bir kitabın bu sloganı hak etmesi için nasıl olması gerekir?
Bülent Ateş: Bu slogan, okuyucunun nitelikli kitaplara ulaşmasını sağlamak için kendiliğinden oluştu. Okuduğunuz kitap insanı sarsmalı, bilgi dolu olmalı, çok farklı düşünceleri büyülü bir dille anlatmalı, insanı başka dünyalara götürmeli. “Bilgi dolu” derken, didaktik bir yaklaşımdan söz etmiyorum, edebi bir kurguyla harmanlanıp okura sunulmalı. Ayrıca okuduğunuz kitap, anlattığı dönemin ruhunu yakalamalı. Böyle bir edebi eserle karşılaşınca “Mutlaka ama mutlaka okuyun” derim.
Şeyda Apaydın: Sizi sosyal medyadan izlediğimiz kadarıyla, çok hızlı okuyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz? Günde kaç saat okursunuz?
Bülent Ateş: Yirmi bir günlük hızlı okuma programı çalışmıştım. Onun çok faydası oldu. Bulduğum her fırsatta okurum. Günde ortalama dört beş saati bulur. Sabah kalkınca öğlene kadar okurum. Buradaki okumalarım daha çok inceleme amaçlı. Akşam eve gidince de iki saat kadar yine kitaplarlayım.
Şeyda Apaydın: Türkiye’de yayın dünyasının son durumunu değerlendirebilir misiniz?
Bülent Ateş: Enflasyonist bir ortamdayız ve bu yüzden yayıncılar piyasa odaklı düşünüyor, ticari kaygıları var. Bazı yayınevleri finansörler tarafından destekleniyor. Bazıları sadece çok satan kitapları basıyor. Kimi zaman da değersiz kitaplar, reklamlar ve sosyal medya pompalamalarıyla satılıyor. Çer-çöp doluyor ortalık. Ancak bunun yanı sıra, birkaç iyi yayınevi ısrarla iyi kitaplar basıyor.
Şeyda Apaydın: İnternet üzerinden kitap satışları, kitabevlerini zorluyor mu?
Bülent Ateş: Elbette etkisi oluyor. Büyük şirketler tekelleşmeye doğru gidiyor. Fiyat kırarak zararına satış yapıyorlar. Pandemi sürecinde, her alanda olduğu gibi kitaplarda da internet üzerinden satış yükseldi. Pandemi ile birlikte, alışkanlıklar değişti. Ancak daha sonra ekonomik krizle birlikte kargo fiyatlarının inanılmaz düzeylere çıkması, kitabevlerine yönelimi canlandırdı. Bir de kitaba dokunarak, onu inceleyerek almak isteyen okurlar var, onlar her dönem kitabevlerini tercih ediyor ve onların sayısı hiç de az değil. Kitabevlerini ayakta tutan bir başka faktör de dayanışma. Bazı okurlar, bağımsız kitabevlerini yaşatmak için özellikle gelip kitabevlerinden alışveriş yapıyorlar. Ekonomik krizin etkisiyle, kitap fiyatlarının artması, eskiye oranla kitap satışlarını düşürdü yazık ki.
YAZARLARIMIZ BAŞKALARINDAN ÇALIYORLAR, SONRA DA ÖDÜL ALIYORLAR
Şeyda Apaydın: Son dönemde Türkiye’de basılan kitaplarla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Bülent Ateş: Piyasadaki ticari yaklaşımdan konuştuk ya, buna bağlı olarak hep çok satan kitaplar basılıyor. Ancak bu kitapların bazılarının, “çalıntı” olması üzücü. Bizim bazı yazarlarımız, Marcel Proust’tan, Jose Saramago’dan, Haruki Murakami’den, Zadie Smith’den, Ivo Andriç’ten çalıyorlar. “Çok ünlü” dediğimiz yazarların birçoğu başkalarından çaldıklarıyla kendini pazarlıyor. Bir cümleyi değiştiriyor ya da aynen alıyorlar. Bunları okuduğumuz kitaplardan görüyoruz. Acı olan da bunu yapan yazarların çoğunun ödül alması. Demek ki bunlara ödül veren jürilerde de sorun var. Ya okumuyorlar ya da görmezden geliyorlar. Oysa kitapları alıp önüme koyunca çok net görüyorum. Bazen aynı cümlelere rastlıyorum.
Şeyda Apaydın: Kitap satışları hangi dönemlerde yükselir?
Bülent Ateş: Seçim atmosferinde siyasi kitapların satışı yükseliyor, sonra duruyor. Ankaralı zaten iyi okurdur. Ancak kış aylarında Ankara’da okuma oranı daha da artar. Düzenli okuyan, nitelikli okurlarımız hep vardır.
Şeyda Apaydın: Gençlerin okumalarını nasıl buluyorsunuz?
Bülent Ateş: Gençlerin en çok tercih ettiği kitaplar manga kitaplar. Anime kitaplar da hâlâ satıyor. Sebebi kolaycılık ve bunların reklâmının çok yapılması. Z kuşağı edebiyatla fazla ilgili değil. Okulları tarafından önerilen kitapları bile zoraki alıyorlar. Kız çocukları erkek çocuklara oranla daha çok okuyor.
Şeyda Apaydın: En çok hangi tür kitaplar satılıyor? (Roman, öykü, şiir, bilim, sanat, tarih…)
Bülent Ateş: Edebi eserler daha çok satılıyor. İnsanların ilgi alanlarına göre bilim ve sanat kitapları da iyi gidiyor.
VİTRİNE KİTAP KOYMAK KEFİL OLMAKTIR
Şeyda Apaydın: Vitrine ya da tezgâhlara koyduğunuz kitapları neye göre seçiyorsunuz?
Bülent Ateş: Öncelikle okuyoruz ve beğendiğimiz değer verdiğimiz kitapları vitrine koyuyoruz. Çünkü bir kitabı vitrine koymak, tezgâhta o kitapları okurların göreceği, ilgileneceği noktalara yerleştirmek, aynı zamanda o kitaplara ve yazarlara kefil olmaktır, sorumluluk almaktır.
PROUST İÇERİYE GİRERSE
Şeyda Apaydın: Biraz da hayal… Bir gün burada otururken, geçmişten hangi yazarın içeriye girmesini, sizinle sohbet etmesini isterdiniz? Neler yapardınız o gelse?
Bülent Ateş: Marcel Proust’un gelmesini isterdim. Öncelikle ona, tüm Kayıp Zamanın İzinde serisini yazdıran, ıhlamura batırarak yediği madlen kurabiyesi ve bir fincan ıhlamur ikram ederdim. Fondaki müziği kapatıp hemen Vinteuil Sonatı’nı açardım. Ardından Proust madleni ıhlamura batırıp yerken, aşkı Albertin’i sorardım. Albertin’i deli gibi severken neden onu “kaybetme korkusu” yla kendinden uzaklaştırdığını anlamaya çalışırdım. Zaten kaybetmekten korkuyordu, niye bu korkuyu yenmek için korktuğunu yaptı, onu sorardım.
Şeyda Apaydın: Kitapların içindesiniz ama yine de evinizdeki kitaplığınızı sormak isterim. Kaç kitabınız var? Hangi kitaplar sizin için daha özeldir?
Bülent Ateş: Kitaplarımı saymadım. Ancak kitaplığım kitaplarıma yetmiyor. Kütüphanemde olan bütün kitaplar özel. Walter Benjamin, “Kitaplar sadece okumak için değil, aynı zamanda birlikte yaşamak içindir” der. Ben de onlarla mutlu bir yaşam sürüyorum. Bir de yanımda kedim Şarlo varsa her şeye bedel.