Ayşe Yıldız: Klasik bir sual ile başlamak istiyorum, Ahmet karacan kimdir?
Ahmet Karacan:
A.Y- Yazma serüveniniz nasıl başladı? Öykü, roman yazıyor olmak günlük yaşamınızda ve iç âleminizde nasıl bir karşılıkla yankılandı? Anlatır mısınız?
A.K- İnsan yazı yazmaya başlama zamanını yazmaya başladıktan çok sonra anlayabiliyor. Aslında ben yazmaya ilkokul yıllarımda başlamışım fakat o yaşlardaki davranışlarımın anlamını şimdilerde daha iyi kavrıyorum. Şimdi durduğum yerden geriye baktığım zaman, ilkokuldayken özlü ve güzel sözleri yazdığım, ders defterlerimden ayrı tuttuğum kâğıtlarım olduğunu hatırlıyorum. Bazen duygularımı, bazen de takvim yapraklarından ya da ders kitaplarımdaki şiirlerden etkilendiğim cümleleri karaladığım bu kâğıtların ne işe yarayacağını o zamanlar bilmiyordum. Burada insanın çoğu zaman ürettiği ya da uğraş verdiği çalışmaların anlamına çok sonraları kavuşabileceği gerçeği ortaya çıkmış oluyor. Hayatımızın herhangi bir kesitinde kurduğumuz güzel bir cümlenin bile geleceğimiz açısından bir mihenk taşı görevi görebileceğini unutmamalıyız. Öykü yazmak, roman yazmak günlük yaşantımız; duygu ve düşüncelerimizle o kadar iç içe ki; his dediğimiz zihinsel durum, duyumsamalar, olaylar ve insanlarla ilgili gerçeküstü kurgular, yeni ortamlar nezdinde bizde karşılığını buluyor. Çünkü his bedende yaşananların beyindeki temsilcileri konumunda. Hissetmediğimiz, üzerinde durmadığımız, içimizde besleyip büyütmediğiniz hiçbir duygu edebi bir perspektife dönüşemiyor. Yunus Emre; “Tüm dünyayı dolaştım ama aradığım her şeyi kendi içimde buldum” demiyor mu aynı öyle… Henüz bilinmeye ve bulunmaya muhtaç bir keşif aslında edebi metinler yazmak.
A.Y- Yola çıktığınızda yazma ile ilgili beklentiniz, hedefleriniz neydi? İnsanların çoğu “hayatımı yazsam roman olur” der; sebebi bilinmedik bir şekilde. Sizce herkes yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir?
A.K– Yazmak konusunda içimde her zaman büyük umutlar yeşerttim. Bir gün oturup her şeyi yazacağım diyordum. Yazı yazmanın, özelde şiir, öykü ve roman gibi türlerde eser vermenin insanın iç âlemine doğru yapılmış çeşitli çaplardaki yolculuklar olduğunu söyleyebilirim. “İnsan” kavramının yerine kullanılan en güzel zamirlerinden biri de “yolcu” değil midir ki… Yolcu varsa tabii ki yol da vardır. Böylesine gizemli bir yolculuğa çıkmak insana önemli sorumluluklar yüklemesinin yanında, meşakkatli süreçleri bulan bir çalışma, emek, azim, bol ve geniş yelpazeli bir okuma alışkanlığını salık verir. Her insanın hayatı yazılmaya ve okunmaya değerdir. Her insan kendi yaşam sinemasının başrolünde oynamaktadır. Kendi hayat romanının başkişisidir. Buradaki temel dinamik hayatların yaşanmaya değer taraflarında anlamını bulması; üstlendiği rolü bir rol modele daha doğrusu iyi-güzel ve doğrunun modeline dönüştürmesidir. Yazmak konusunda yeteneğin hakkını teslim etmek gerekir. Asla yeteneksiz yapılabilecek bir uğraşı olmamakla birlikte gerçekten istemek ve gösterilecek yoğun çaba başarıyı yakınlaştıracaktır. İlle de çalışmak… Yazmak ciddi okuma ve okuduğunu anlama sonrası çalışmakla elde edilebilecek bir uğraşı, kısaca söylersek “işin hilesi çalışmak!”
A.Y- “Liman Şehrinin Uzun Hikâyesi”ne gelelim. Sanırım bu roman son çıkan kitabınız. “Liman Şehrinin Uzun hikâyesi” romanı zihninizde ne kadar bir zamanda yer buldu. Kaleme gelişi ile yayına verilişi ne kadar sürdü?
A.K– Evet, Mayıs 2017’de Okur Kitaplığı yayınları arasında çıktı. Liman Şehrinin Uzun Hikâyesi’nin yazılması; isminden mülhem, uzun sürdü. 2006’da yazmaya başladığım düşünülürse on bir yıl sürmüş. Arada değişikliklere gittiğim, bazı kısımları iptal ettiğim, bir ara dosyanın yarıya yakınını silip yeniden yazdığım oldu. Dramatik bir aşk hikâyesi aslında. Bu kitabın en belirgin özelliği, aşk deneyimi üzerinden hayat hakkında düşündürmesi. İzleksel açıdan öne çıkan öğelerin: Aşk, bağlılık, tutku, ihanet, dostluk, arkadaşlık, dramatizm, karşılıksız sevgi ve aşkı eksen alarak hayatın anlamını sorgulama gibi soyut ve bireysel temler bileşiğinde işlenen öğeler olduğu söylenebilir.
Dil ve anlatım açısından anlatı cümlelerinde, genelde-deneysel modern anlatı biçiminden çok; klasik diyebileceğimiz bir anlatı biçiminin tercih edildiği söylenebilir. Bir öğenin eski olmasıyla klasikliği arasındaki fark, üzerinden geçen zamanın klasiği eskitememiş olmasıdır. Örneğin Dünya klasiklerine oranla modern anlatıların geleceği meçhul; geleceğe kalacak olanın peşinde olduğumuzdadır ki kalıcı olabileceğiz diye düşünüyorum.
A.Y- Bu romandaki karakterler içinde gerçek yaşamınızdan izler barındıran bir kişilik var mı? Benim dikkatimi çeken karakter isimleri genelde çift isim ve bana göre bu durum romana şıklık katmış, çift isim kullanmanızın sizin duygu dünyanızda özel bir anlamı ya da sebebi var mı?
“Liman Şehrinin Uzun Hikâyesi”; genelde toplumun var olan sorunlarını bireyin sorunları nezdinde işlerken gerçekliğin sınırlarını zorluyor. Daha çok bireyin sınırları içinde düşünülebilecek soyut bir anlatı evrenine sahip olması, bireyi öne çıkaran bu yaklaşımıyla ilginç olduğu kadar da derin bir modern zaman hikâyesini oluşturuyor denilebilir.
A.Y– Bir öğretmen ve yazar olarak çocuklarımızın okuma alışkanlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Okul çağındaki öğrencilere ve geniş anlamda okuyucularınıza vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
A.K- Bir öğrenci için hangi dersin çalışılması daha önemli olursa olsun; diğer uğraşı mutlaka okumak olmalıdır. Koltuğunun altında sürekli bir kitap bulundurmalıdır. İlköğretimin son sınıflarından başlayarak liseli, üniversiteli olsun tüm okumaya ve yazmaya istekli arkadaşlara öncelikle devamlı ve bol okumalarını öneriyorum. Okuma alışkanlığı erken yaşlarda kazanılabiliyor. Kitapların tadına erken varılmalı ki süreklilik olsun. İyi bir okur olmadan yazmanın ve düşünmenin eksik kalacağına inanıyorum. İyi bir okur olmanın zamanla kendini yazdırmaya da başlayacağını düşünüyorum. Bir de öğrencilerin özellikle bu çağlarda yazdıkları kompozisyonları, şiirleri, arkadaşlarının hatıra defterlerine yazdıkları anıları ve tuttukları günlükleri iyi korumalarını ve küçümsememelerini tavsiye ediyorum. Yazacakları her güzel cümle, her mısra, her paragraf, ilerisi için bir temel taşı olarak onlara destek olacak ve yollarını aydınlatacaktır.
Söyleşen: Ayşe Yıldız