BİRGÜL YANGIN ASLANOĞLU İLE HATIRLAMANIN DİLİ: KOKU, SESSİZLİK VE YAZI ÜZERİNE BİR YOLCULUK”
Yunus Çinçin: Sevgili Birgül Yangın Aslanoğlu, söyleşi isteğimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Kendinizden, yazarlık geçmişinizden ve yazarlık serüveninizde önemli gördüğünüz dönüm noktalarından söz eder misiniz?
Birgül Yangın Aslanoğlu: Çok teşekkür ederim Yunus Bey. Kendimden söz etmek daima zor olmuştur. Belki de bu yüzden yazıyorumdur kim bilir? Yazarlık geçmişimi herhangi bir takvimle sınırlayamıyorum. İçimde tuttuğum sessizliklerin başladığı zamanda başlıyor sanırım. Edebiyata olan ilgim çok erken yaşlarda başladı. Çocukken kitapların dünyasına sığınırdım; kelimeler benim için hem bir sığınak hem de bir geçitti. İlk yazma denemelerim lise yıllarında edebiyat öğretmenimin teşvikiyle ortaya çıktı. Katıldığım yarışmalardan aldığım derecelerle okulda “bayan yazar” olarak anılmaya başlamıştım. Bu ünvan içimdeki tutkuyu somutlaştırmıştı. Üniversite yıllarında edebiyata olan ilgim akademik bir boyut kazandı. Halk edebiyatında bir ekol olan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun öğrencisi olmak edebi kimliğimin şekillenmesinde önemli bir etkendi.
Debbağ’ın ardından gelen Gün Dönende ise novella formuna yaklaşan yapısıyla kader ve tesadüf ortaklığını sorgulayan, içsel döngüleri merkezine alan bir kitaptı. Kurmaca artık sadece bir tür değil, bir ifade biçimi hâline geldi benim için. Her metinle biraz daha içime döndüm, biraz daha gerçek sesimi aradım.
Akademiden kurmacaya, folklordan içsel boşluklara, çocuk kitaplarından suskun karakterlere uzanan bir yolculuk benimki. Her kitap bir sonraki yolun haritası oldu ve ben hâlâ o sessizliklerin peşindeyim…
Yunus Çinçin: Gün Dönende’deki öykülerin birbirini bütünleyen öyküler oluşu, okura farklı bir okuma olanağı sunuyor. Kitabınızın adını belirlerken ve kitabınızdaki öyküleri kurgularken nasıl bir süreç yaşadınız?
Yunus Çinçin: Öykülerinizin konularını seçerken, öykülerinizi yazarken temel motivasyonlarınız neler?
Birgül Yangın Aslanoğlu: Öykülerimin konularını seçerken genellikle dış dünyadan değil iç dünyamdan hareket ediyorum. Sokakta ağır aksak yürüyen bir ihtiyar, eski bir eşya, çocukluktan kalma bir anı ya da başkası için sıradan sayılabilecek bir sessizlikbende büyük karşılıklar uyandırabiliyor. Ben o sessizliklerin peşinden gidiyorum. Bazen bir öyküye, gördüğüm bir rüya, bir an duyduğum bir kelimenin bendeki çağrışımı bile vesile olabiliyor.
Yazarken temel motivasyonum insanın eksik, kırılgan, yok sayılan, çoğu zaman da suskun taraflarını görünür kılmak. Hepimiz hayatın içinde güçlüymüşüz gibi davranıyoruz ama yazı o güçlü görüntünün arkasındaki sarsıntıları dürüstçe konuşabileceğimiz bir alan benim için. Dolayısıyla karakterlerim çoğu zaman anlatmaktan çok susan insanlar. Onların suskunlukları üzerinden bir hikâye kuruyorum. Yazarak sanki onlara ses oluyorum.
Yunus Çinçin: Öykü yazarken nelerden ilham alırsınız? Birgül Yangın Aslanoğlu, öykülerini nasıl yazar? Yazmak, sizin için ne ifade ediyor?
Yazmak için geniş zamanlarım yok ne yazık ki! Çoğu zaman hayatımdan, uykumdan çalarak yazıyorum. Gürültülü ortamlarda, hatta televizyon açıkken bile yazabildiğim olur. Çünkü o sesler, hayatın akışını hatırlatır bana ve ben yazarken hayatın içinde kalmak isterim. Gerçeklikten kopmadan hayal kurmak, yazının en dengeli hâli benim için. Parkta, kafede, mutfakta, boş bir derste, kütüphanede ama en çok da geceleri yazıyorum. Sessizlik ve karanlık, iç sesimi daha net duymamı sağlıyor belki de.
Ünlü Fransız şair Lamartine en ünlü şiirlerinden birini aniden gelen bir ilhamla yazdığını iddia etmiş. Ölümünden sonra çalışma odasında bu şiirin pek çok farklı versiyonu bulunmuş ve şairin aslında yıllarca bu şiir üstünde çalıştığı ortaya çıkmış. Kurmaca bir eser yazarken güzel bir manzara karşısında hoş bir müzik dinleyerek ilham gelmesini beklemiyorum. Her kitabın bir kaderi var ve yazılacağı yayımlanacağı bir zamanı. Bazı duygu yoğunlukları, fikirler, kurgular zihninizde uçuşup dursa da bazı imgelerle zenginleşip bir bütün hâlinde eser olarak okuyucunun karşısına çıkması için sabır, zaman, disiplinli bir çalışma, derin gözlem, farklı okumalar, araştırmalar yapmak gerekiyor.
Yazarlık, eskilerin “uzlet” olarak nitelendirdiği derin bir yalnızlık gibi görünse de aslında bir “dinleme” hâlidir.Yazarken yalnızca kendimiz değiliz. Bizde iz bırakan yazarlar, düşünürler ve sanatçılar da kalemimize eşlik ediyot. Elbette beslendiğim çok sayıda yazar var.Tek tek isim vermek zor çünkü kimi söylesem eksik kalacak.
Üstelik sadece edebiyat değil sanatın diğer dallarından da besleniyorum. Bazen bir film yönetmeni, bir müzisyen ya da bir ressam,içimde bir öykünün ilk cümlesini fısıldayabiliyor.Barış Manço’nun Dönence şarkısının az önce bahsettiğim gibi bir öyküye değil doğrudan bir kitaba ilham olduğu gibi.Bazen Christopher Nolan’ın kurgusu, Tarkovsky’nin sessizliği ya da Munch’ın bir tablosundaki çığlık bir öyküye dönüşmek üzere hafızama yerleşiveriyor. En çok da insan ruhu ilgimi çekiyor.İnsanların ne hissettiğini, ne düşündüğünü, neyi sakladığını anlamaya çalışmak, beni yazmaya yönelten en güçlü etken. Yazmak, hem dünyayı hem de kendimi anlamanın bir yolu benim için.
Yunus Çinçin: Öykü yazmak isteyenlere ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz? Bundan sonraki süreçte, yazacağınız eserlerle, yapmayı düşündüğünüz çalışmalarla ilgili kısa ve uzun vadeli planlarınız neler?
Birgül Yangın Aslanoğlu: Her şeyden önce sabırlı olmalarını öneririm. Yazmak, çoğu zaman sabırla beklemeyi, bir cümleyi günlerce içinde evirip çevirmeyi, bazen de bir türlü arayıp da bulamadığınız o kelimelere daha doğrusu kelimesizliğe razı gelmeyi gerektirir. Günümüzün hızlı tüketim kültürü, yazının doğasına çok ters. O yüzden kendilerini başkalarıyla kıyaslamadan, acele etmeden, içlerinden geçen sese kulak vererek yazmalarını tavsiye edebilirim. Tavsiye etmek de aslında haddim değil. Çünkü yazmak içgüdüsel bir eylem.
Yakın ve uzun vadede planlarıma somut bir cevabım yok. Gün Dönende ve Yaşayan Taş daha çok taze. İçimde yavaş yavaş büyüyen başka öyküler, başka sesler var. En çok istediğim şey yazmaya devam edebilmek. Her şey değişebilir, planlar ertelenebilir ama kafamdaki kurgularla boğuşuyorum şu an.
Yunus Çinçin: Son olarak koku duyusundan yoksun insanların yaşadığı, kadınların yönettiği gizemli ada Amazonya’da geçen, yakın zamanda okurlarla buluşan fantastik romanınız “Yaşayan Taş” hakkında neler söylemek istersiniz?
Birgül Yangın Aslanoğlu: Koku, bizim için yalnızca bir duyusal deneyim değil hafızayla, geçmişle, kimlikle kurduğumuz en güçlü bağlardan biri. Peki ya bu bağ koparılırsa? Yaşayan Taş, koku duyusundan yoksun bırakılmış, geçmişi unutturulmuş ve sorgulama yetisi törpülenmiş bir toplumun içinde iki karakterin, Anemon ve Itır’ın mücadelesini anlatıyor. Bu roman, bireyin bastırılmış olanla yüzleşme cesaretini bulduğu, unutturulmuş bir efsanenin izini sürdüğü bir hafıza yolculuğu aslında.
Romanın tohumları yıllar önce, sevgili öğrencim Hüseyin Aygüner’le birlikte başladığımız bir düet roman hayaliyle atıldı. Kokuların olmadığı distopik bir evren kurmak istiyorduk. Bu süreçte koku duyusu, hafıza, bilinçaltı gibi temalar üzerine derinlemesine araştırmalar yaptım. Sonra fark ettim ki hayatımı ve anılarımı neredeyse tamamen kokularla kodlamışım. İnsanları, mekânları, zamanları hatırlarken kokular üzerinden bir harita çiziyorum içimde. Pandemi öncesinde başlayan bu yazın süreci, Debbağ adlı öykü kitabımda da bazı öykülerde kendini gösterdi; kokunun insan psikolojisindeki yerini kurmaca üzerinden yeniden sorguladım.
Bu roman, Hece Yayınları’nın edebiyatımıza kazandırdığı özel bir serinin, Genç Hece yolculuğunun ilk sekiz kitabından biri. Hece Yayınları’nın kıymetli yöneticisi Ömer Faruk Ergezen’in teklifiyle bu seriye dâhil olmak benim için büyük bir onurdu. Editörüm Sema Bayar’ın desteğiyle bu genç ve güçlü edebiyat damarının içinde yer almak, yazarlık serüvenimin kıymetli bir durağı oldu.
Okurdan beklentim bu romanın kokusunu duyabilecek bir kalple ona yaklaşmaları. Unutulanı hatırlamak bazen en büyük cesarettir. Bazı hakikatler sadece kokusuyla hatırlanır.
Yunus Çinçin: Güzel söyleşi ve ayrıntılı yanıtlarınız için teşekkür ederim.
Birgül Yangın Aslanoğlu: Sorularınızla kendi sesimi bir kez daha duymama aracılık ettiniz.Nazik yaklaşımınız ve emeğiniz için ben teşekkür ederim.