“Saatin yüreğini dinliyorum. Durmuş. Evet. Ben ölümümü beklerken, o ölmüş demek!
Ölebilen tek şey bu. Zaman.” diyor yazar.Zaman kavramının, Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinde önemli bir yerinin olduğunun bir ifadesi belki de bu cümle.Ölmeye Yatmak, Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinin ilki, aynı zamanda yazarın da ilk romanı. Dar Zamanlar, Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi ve Hayır’dan oluşan bir roman üçlemesi. Eser, hacimli bir belgesel roman. Roman cumhuriyetin ilk yıllarından 1970’li yıllara kadar olan süreci anlatıyor.Esasında roman kahramanı Aysel’in bir otel odasında geçirdiği bir saat otuz yedi dakikalık süreç romanın ana zamanı.Aysel’in ölmeye yattığı o saat diliminde geriye dönüşlerle Türkiye panoraması anlatılıyor adeta.
Aysel ilk olarak, bir otel odasında ölmeye yattığında cumhuriyetin ilk yıllarının idealist öğretmenlerinden olan Dündar Öğretmen’in öğrencileriyle hazırladığı bir müsamereyi hatırlar.Aslında bu müsamere, romanın ilerleyişinin de bir göstergesidir. Cumhuriyetin ilanıyla hızlı bir modernleşme süreci başlamış, halkın gelenekleriyle , inancıyla bu modernleşme anlayışının çatışması Dündar Öğretmen, öğrencileri Aysel, Aydın, Ali ve bu çocukların aileleriyle ifade edilmiştir. Toplumun bireye dayattığı yaşam tarzı ile bireyin kendi istekleri arasında kalması, Profesör olan Aysel’in evli olmasına rağmen öğrencisiyle bir ilişki yaşamasıyla sembolize edilmiştir .Toplumun kendine verdiği rolle, arzuları arasındaki tutarsızlık Aysel’i ölmeye yatmaya itmiştir. “Acaba hiç kendim olmuş muydum? Hiç kendimiz olduk mu? Görevlerin birlikte götürülmediği bir yerim oldu mu hiç?” diye sürekli kendini ve çevresindekileri sorgulayan Aysel, hayatından vazgeçecek kadar büyük bir buhrana sürüklenir.
Roman, muhafazakar bir ailenin sosyalist olan ve üniversite hocası olan kızlarının kadın olma, birey olma, kendi olma çabası, psikolojik çalkantıları ile anlatılırken bir yandan da yakın dönem Türkiye’sine tanık oluyoruz. Romanın en güzel kısmı da işte bu. Bir cumhuriyet kızı, Atatürk’e hayran, onun izinde idealize bir kişilik olma yolunda.Yüklendiği misyonla yaşadıkları arasında çelişen biri.Atatürk’ü putlaştıran zihniyete alaycı bir gönderme yaparken Atatürkçülüğü slogansal ifadelerin ötesine götüremeyen samimiyetten uzak insanları çarpıcı biçimde ele alıyor yazar.
Romanda o kadar derin meselelere değinen yazarın anlatım tekniğinin gücünü görüyorsunuz. Yazar, iç konuşma, montaj, mektup, anı, bilinç akışı, geriye dönüş tekniklerini muazzam biçimde kullanmış.
Romanda özellikle üzerinde durulan tarihi olaylardan bir kaçını sıralayacak olursak;
Atatürk’ün ölümü ve ölümünün birinci yıldönümü, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, Hatay’ın kurutuşu, Atom bombasının patlaması sonucu savaşın sona erişi, DP’nin iktidar oluşu, çok partili hayata geçiş……
Eseri okurken anlatıcı karakterin kitaplığındaki bazı eserleri de not aldım.Bunlar Nazım Hikmet’in şiir kitapları. Aysel’in içinde büyüttüğü ilk aşkı, yüzünü görmediği o mavi gözlü dev .Bu aşk onu, Bursa’da cezaevine Nazım’ı ziyaret etmeye götürtür fakat Aysel içeriye alınmaz
Varlık Dergisi ve Markopaşa ‘dan da bahsediliyor. Ayrıca Dikmen Yıldızı, Topal Karganın Hatıraları, Tek Bir Dünya, Dava, Ana, Vatan İçin Dövüştüler, Ekmeğimi Kazanırken, Zübük gibi kitaplar da dikkatimi çekenler arasında .
Başlarda yazara kızmıştım. Bir profesör üstelik evli bir kadın öğrencisiyle yasak bir ilişki yaşıyor, hamile kalıyor.Atatürk sevgisi alaycı bir şekilde veriliyor. Ama Ölmeye Yatmak’ı okudukça anlıyorsunuz ki Aysel’in kendi iç dünyasında bir sorgulama süreci var ve bir Türkiye gerçeği anlatılıyor.Özellikle romanın sonundaki Aysel’in rüyası ve romanda da adı sık sık geçen Atatürk’ün bu rüyada da yer alması etkileyiciydi.Ölmeye yatan birinin, tüm bu hatırlamaların ,kendini sorgulamanın, rüyaların sonunda yatağından kalkıp otelden ayrılarak yoluna devam etmesi “umut “u vermesi açısından da güzeldi.
“Herkes kendi kabının içini tanır.” Okuyucu da bu eserle bir yandan Aysel’i tanırken bir yandan da Türkiye’nin yakın tarihine tanıklık eder ve Aysel’in şu sorusunu kendisine de sorarak bir iç muhasebe yapar: ”Acaba hiç kendim olmuş muydum? Hiç kendimiz olduk mu? Görevlerin birlikte götürülmediği bir yerim oldu mu hiç?”