Bazı kitaplar ismiyle bazı kitaplar da değer verdiğiniz yazarların tavsiyesi ile kendine çeker sizi. Kamburuma Üç Sebep’e beni çeken ise bahsettiğim her iki etken aslında. Genç bir yazar Recep Kayalı. Dip ve Taşın Dediği adlı eserlerinin ardından üçüncü kitabı Kamburuma Üç Sebep ile edebiyat dünyasında dikkatleri giderek üzerine çekmeyi başarmış. İshak edebiyatta, 2020’nin kaçırılmaması gereken üç öykü kitabı nedir, sorusuna Ethem Baran ve Emin Gürdamur’un cevaplarından biri olunca bu eser, okunmak için vaktini bekleyen kitaplar arasında öne geçiverdi birden. Kitabın büyüsünden sıyrılmadan, damağımda o satırların tadı kaybolmadan izlenimlerimi paylaşmak istedim.
“Tanıdık bir ağrı var Recep Kayalı’nın öykülerinde. Uzaklarda olduğunu sandığımız ama yakamızı bırakmayan bir ağrı. Kelimelerin arkasına saklanan küçük dünyaların sızısı. Dünyayla cezalandırılmış babaların kamburunu sırtında taşıyan çocuklar, ruhlarındaki boşluğu harf harf doldurmaya çalışan genç adamlar ve onların gerçeğe çok yakın duran gerçekdışılıkla iç içe geçmiş hikâyeleri, şiirden el almış, gördüğünü gösteren, görülmeyenleri de hissettiren, kendi yatağını bulmuş bir dille yeniden yoğruluyor bu kitapta. Recep Kayalı, yazı yolculuğunda ‘Taşın Dediği’den sonra emin bir adım daha atıyor.”diyor Ethem Baran kitabın arka kapak tanıtımında.
Kamburuma Üç Sebep, Gökte Uçan Hüma Kuşu, Persona Non Grata, Kör Kuyulardan Çıkarılan Hikâye, Önce Dağlar Kar Tutar, Çürüyen Gölgeler Sonatı, Fikret Üçlemesi, Kenan Üçlemesi olmak üzere toplam sekiz öyküden oluşmakta.
Recep Kayalı’nın öykülerini okurken öncelikle dili kullanışı dikkatinizi çekiyor. Kelimeleri öyle özenli öyle güzel kullanıyor ki imgelere boğmadan ama alışılmamış bağdaştırmaların uyumuyla akıp giden bir anlatımla karşılaşıyorsunuz. Tertemiz bir suyu kana kana içmek gibi onun satırlarını okumak. Öyküleri yürek sızlatıyor ama demagoji yapmıyor, tribünlere oynamıyor. Öykü konularını, arabesk formattan kurtaran yanı da kelime seçimindeki hassasiyeti. O kadar içten o kadar samimi bir o kadar yalın bir anlatım sergiliyor ki okuyucuyu yormadan lakin duygu dünyasında onları silkeleyerek kendine getiriyor Kayalı.
Esasında bu öykü ve kitaptaki diğer öykülerde ortak bir yön var. Toplumun yok saydığı, horladığı, ucube kabul ettiği, dışladığı, ötekileştirdiği karakterlerin merkeze alındığı öyküler, insana insan olmayı bir kez daha hatırlatmakta. Hepimiz, sırtımızda ağırlığıyla ezildiğimiz bir kamburu taşımıyor muyuz aslında? Kambur, bu öyküde kendini çevresinden soyutlayıp görünmez kılan insanların bir nevi görünürlüğünün nasıl olması gerektiğini sorgulayan bir metafor olarak da kullanılmış.
İkinci öykü, Gökte Uçan Hüma Kuşu da baba kız ilişkisini anlatan bir öykü. İlk öyküdekinin aksine burada engelli bir kız çocuğu ile evladına sımsıkı sarılan bir baba anlatılır. “Dünya yatağımızın altındaki bir canavar gibiyken üzerimize bir yorgan gibi örttük birbirimizi.”diyen bir baba, kızını yok sayan eşine, tedavisinin umutsuz olduğunu söyleyen doktorlara rağmen bir iletişim kurar onunla. Sadece baba kız arasında olan bu iletişim aralarındaki sevginin de muazzam bir göstergesidir. Hüma kuşu, talih kuşu, devlet kuşu olarak bilinse de aslında edebiyatımızda cennet kuşu olarak anılır. Toplumun acıyan gözlerle baktığı, annesinin bile kabullenmediği kızını, hüma kuşu belleyip cenneti onunla gören koca yürekli bir baba vardır karşımızda.
Persona Non Grata’da babasını “kanatları yerine uzaklarda seçtiği belirsiz bir nokta üzerinde sabitlediği derin bakışları öfkesini uyutan büyük suskunlukları vardı onun” diye tanımlayan birinin öyküsünü okuruz. Sessizliği ve intiharıyla bir baba, oğlunu yaralı bırakır gider. Anlatıcı oğul da babası gibi hayatta görünmezliği ile sessizdir. Yazdıkları ile çevresinde kabul görmeyi uman, öfkesini sadece içinde yaşayan ve kendini cezalandıran bir karakter çıkar karşımıza. İçindeki hayvanı dışarı atmaya çalışan, kafasında ölü doğan soruları olan bir karakter. “İçimdeki hayvan o dergi ofisinde baş gösterdi. Görünür olmak adına tırmaladı beni. Dışımdaki insan yeni fark etti onu. Var olduğumu ilan etmeliyim herkese. Ellerim yüzüm sözlerim var benim. Bunu bilsin insanlar” derken “Kanlı Uyku Masalları” adlı şiiri ile de edebiyat dünyası içinde yer bulmaya çalışmaktadır. Latince diplomatik bir terim olan Persona Non Grata, “istenmeyen adam” anlamına gelmekte. Anlatıcımız da yaşadığı toplum içinde kendini öyle görmektedir.
Kör Kuyulardan Çıkarılan Hikâye, distopik özellikler taşımakta. Tutsak Adası’nda, İnfaz Köyü diye anılan bir yerde, yüzü örtülü bir celladın elindeki palayla öldürülür mahkûmlar. İmparator, mahkûmlara kuyu kazdırıp onları kuyuya atarak ölüm cezasına çarptırırken de aynı cellat baştadır ve evladının da celladı olur. “Elini tutup öpmek istedim çekti babam, kolu demir kapı açıldı sonrası terli karanlık”
Önce Dağlar Kar Tutar’da babası tarafından terk edilmiş anlatıcıdan dinleriz öyküyü. Babasının cenaze törenine gittiğinde onun ikinci evliliğinden olan oğluyla karşılaşmasıyla büyük bir sarsıntı yaşar anlatıcımız. Babasıyla birlikte vakit geçirdiği için de içten içe kardeşini kıskanır. Baba oğul ilişkisi hep eksik kalan anlatıcı, bir yandan ölen babasına kızmakta bir yandan da ondan yoksun geçen yıllara hayıflanmakta, köksüzlüğünü hissetmektedir.
Çürüyen Gölgeler Sonatı, bir ucubenin öyküsüdür. Görünmek istemeyen, insanların yüzüne bakmaya tahammül edemediği ama bu özelliği ile de yüzünü göstererek bir sirkte hayatını sürdüren biri. Sırf merak duygusu ile kimsenin bakmaya tahammül edemediği bu ucubeyi görmek için para verip sirke gelen insanların, ona bakmaya tahammül edemeyip sirki terk edişi… Bunun nasıl bir kısır döngü olduğunu anlamak mümkün değil. Kamburuma Üç Sebep öyküsünde kamburundan ötürü görünmez olmayı isteyen karakter ile bu öyküde çirkinliğinden ötürü görünmez olmayı isteyen karakter benzer özellikleri taşımakta aslında. Kör Kuyulardan Çıkarılan Hikâye’deki imparatora benzer bir başkan ve distopik bir mekân da bu öyküde de karşımıza çıkmakta. Bu bağlamda öykülerde özellikle vurgulanmak istenen var olma, kabul görme, görünürlük-görünmezlik tezatlığı ile yansıtılmakta. Bu, bazı öykülerde kimi zaman distopik bir dünyanın içinde verilmekte.
Recep Kayalı özgün öyküleri ve dili nitelikli kullanımı ile edebiyat dünyamızda emin adımlarla yükselmeye devam edecek bir yazar. “Benim yazarlarım” dediğim kalemlerden biri arasına çoktan girdi bile. Kamburuma Üç Sebep, belli ki adından daha çok söz ettirecek. Siz de çözemediğiniz sıkıntılarınızın olduğunun farkındaysanız ve dünya ağrısı çökmüşse kalbinize, zaman zaman ezilmiş bir kola kutusu gibi hissediyorsanız kendinizi, bir ruh bükülmesi yaşıyorsanız, görünür olduktan sonra dilim yaratılmış olmalı diyorsanız, sevdiğinizden ayrılmayı bir organınızın sizden ayrı davranması gibi görüyorsanız, kafanızda ölü doğan sorularınız ya da çocukluğunuza bol gelen hüzünleriniz varsa özellikle de sırtımızda giderek büyüyen görünmez kamburumuzun sebeplerini anlayabilmek adına bu kitabı mutlaka okumalısınız.