Edebiyatımızda Konya denilince akla hemen Mevlana gelir. Şehir, kültürel mirası yansıtması ve turizmi canlandırması ile Mevlana diyarı olarak anılmaktadır. Konyalı bir yazar olan Tarık Buğra’yı da unutmamak gerek elbet. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’de, “Konya, bozkırın tam çocuğudur” diye bahseder. Son yıllarda edebiyatımızda Konya’yı en iyi anlatan yazarlardan biri de Abdullah Harmancı’dır. Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Abdullah Harmancı hem akademik çalışmaları hem de şiir ve öyküleriyle edebiyat dünyamıza önemli katkılar sağlayan yazarlarımızdan biridir.
Necip Tosun, Günümüz Öyküsü adlı eserinde Abdullah Harmancı için “Edebiyatımızda pek çok yazar ve onların yarattıklar karakterler hep bir kentle özdeşleşmiştir. Tahsin Yücel, Elbistan’ı; Cemil Kavukçu, İnegöl’ü; Ethem Baran, Yozgat’ı; Yücel Balku, Bursa’yı; bir mekân olarak Türk öykücülüğüne hediye etmiştir. Aynı şekilde Harmancı da Konya’yı bir şehir olarak Türk öykücülüğüne kazandırmıştır denilebilir. Anlatıcının çok bilindik bir dünya şehrinde dolaşır gibi Konya sokaklarında dolaşması, okurda tuhaf duygular uyandırır.”(1)ifadelerini kullanır.
2021 Şubat ayında Muhit yayınlarından çıkan Baltan Taşa Değecek, Necip Tosun’un bu savını destekler nitelikte on bir öyküden oluşan bir kitap. Kitabın ilk öyküsü Yenilginin Süreksiz Keşfi’nde Konya’nın nefesini hemen hissedersiniz. Hikâyenin o sımsıcak atmosferini Konya ağzına özgü kelimelerde yakalayıverirsiniz. Konyalı değilseniz bu ağız size başta çok yabancı ve mizah kokan bir ağız olarak gelebilir. Ama Konyalı iseniz ve Konya’da yaşıyorsanız hikâyelere sahip çıkıverirsiniz. Tıpkı benim gibi. Anlatıcının saç böreği açan yengesi “Bak hele şuncağıza, kiyfi beyde yok haspamın.”,amcası “bana bak garı… Cıkgaz’ın Ali’nin emaneti demem, şöyle bacağımı bi kodum mu döşüne, değirmenin bahçasını boylarsın minamma…” derken sanki sizden birileri hikâyeye sızmış kahramanlar oluverir. Nisan Yağmuru’nda Teksas Gazinosu yanındaki öğretmenevinin çay bahçesinde Kâbe’ye yüz sürmenin hayalini kuran Kamil ile oturup çay içer ve onun derdiyle dertlenirsiniz. Kırmızı Balon öyküsünde kilisenin bahçesinden hafifçe esen rüzgârla yola doğru uçan kırmızı balonun ardından giden çocukları, kuruyemişçinin ardındaki yoldan çıkıveren kamyonet çarptı çarpacak derken kalbinizi tutarsınız. İş hanının kapısında bekleyenlerin birden ayağa fırlayıp alınlarını kırıştırarak hep bir ağızdan “ovvvvvvvvvv” derken siz de gözlerinizi sımsıkı yumar “Hayır, o kamyon çarpmış olmasın o çocuklara Allah’ım!” dersiniz. Bilirsiniz o kiliseyi, o yolu o kuruyemişçiyi ve iş hanını. Bambu Sandalye öyküsünde, evladına istediği bambu sandalyeyi alamayan bir aileyi düşünür durursunuz. Annenin “Kaç para ki?” sorusuna babanın “Bu sandalye bambu… alamayız…”deyişine kahrolursunuz. Ertesi gün gözlerinde bambu sandalye için verdiği mücadeleden kalan yaşlar ile o çocuğu görürsünüz annesiyle. Kim bilir nasıl denkleştirilip alınmıştır o sandalye dersiniz. Harmancı’nın Didem Madak’ın Ah’lar Ağacı’na bir gönderme yaparak ifade ettiği gibi “Ne diyecektin, ne söyleyecektin? Şairlerin şahı olsan… Bir AH’tan başka!”
Konya ağzını kullanan karakterleriyle, şehrin önemli mekânlarının başarılı tasviri ve manevi atmosferinin yansıtılmasıyla kitabın Konya’yı en iyi yansıtan öyküsü Kayısı Ağacı kanımca.Öykünün isminin Konya ile ne alakası var dediğinizi duyar gibi oldum? Kayısı denilince Malatya akla gelir elbet. Ancak Konya’nın kayısı ağaçları meşhurdur. Öyle çok kayısı ağacı vardır ki Konya halkı kayısı zamanı kayısıya öyle bir kanar ki ağaçta gören toplayıp yemeye yeltenmez. Pestili, reçeli, marmelatı, hoşaflık kurutması yapılır. Kova kova konu komşuya dağıtılır. Şehir her ne kadar metropol bir görünüme bürünse de bağ bahçe işiyle uğraşan çoktur. Kayısı Ağacı öyküsünün kahramanı Bahattin Amca çok özel bir karakter. Karma Ortaokulunda vakti zamanında hademelik yapan Bahattin Amca huşu içinde ibadet eden, sebatkâr, dini bütün, elindekini paylaşmayı seven özellikle kayısılarını, Kâbe’nin yollarını tutmak isteyen biri. Konya’da bisiklet süren yaşlıları çok görürüz. Bisiklet şehri olarak da anılır şehir günümüzde. Sağlıklı bir yaşam için değildir bisikleti kullanım. Gelir durumunun bir yansımasıdır. Bulup buluşturursan bir motosiklet alırsın onunla da eşini, çocuklarını dilediğin yere götürürsün. Bisikletle motosikletle üç dört kişilik bir aileyi yolculuk yaparken görürsek şaşırmazdık eskiden. Bu uzun öyküde, Şeker Tekke diye anılan bölgenin eski ve yeni halleri, tarihi Kapu Cami, Sarraflar yeraltı çarşısı, Araplar’dan bahsedilmektedir. Bahattin Amca’nın cami cemaatinden arkadaşlarını evine davet edişi, evinin kapısının da kilitli olmayışı da eskiden Konya’da yaygın bir gelenekti. Anneannemin müstakil bahçeli evinini kapısına hiç kilit vurduğunu bilmem. Mahallelinin birbirine güvendiği yıllardı o yıllar. Öykünün sonu hüzünlü bir mesajla bitiyor. Bahattin Amca’nın bahçesini bilhassa kayısı ağacını Allah vere de sulayan birileri olsa.
“Baltayı taşa vurduğu an! Kendini çaresiz bulduğu an! Bir aydınlanma yaşadığı, bir şaşkınlığa gark olduğu an, Allah’ın tokatını damarlarında hissettiği an.”(2) İşte öykülerin odağında Harmancı’nın da ifade ettiği gibi hep o an var. O yüzden sarsıcı, o yüzden düşündürüyor, o yüzden kendine getiriyor, “Kendini bul, özüne dön!” diyor öyküler.
KAYNAKÇA
1.TOSUN Necip, Günümüz Öyküsü, Dedalus, 2015, s.330
2.DURMAZ KILIÇ Rüveyda, “Abdullah Harmancı ile Baltan Taşa Değecek Üzerine, Hece Öykü, Nisan-Mayıs 2021 sayı: 104, ss. 66
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.