Yıllar sonra, yağmurlu bir şubat ayında, eşimle İstiklal’de dolaşıyoruz. Sabahın erken saatlerinde, havanın da yağmurlu olmasından dolayı fazla kalabalık olmayan İstiklal Caddesi’nin ruhunu, içimde hissederek yürüyorum. Taksim’de kaldığımız otelden çıkıp etrafı incelerken gördüğüm o Arapça, İngilizce tabelaların her yeri kapladığı görüntü kirliliğini kafamdan silmeye çalışıyorum. İstiklal Caddesi’nde dükkânlardaki tabelaların geri planda olması ve küçük tabelaların tercih edilmesi hoşuma gidiyor. O tarihi binaların güzelliğinin böylelikle daha fazla ortaya çıktığını fark ediyorum.
Yağmur şiddetini artırınca bir de bakıyorum ki Yapı Kredi Kültür Sanat Binası’nın yanındayız. İçeri giriyoruz. Dikkatimi Orhan Pamuk’un “balkon” sergisi afişi çekiyor. Birkaç gün önce Orhan Pamuk’un bir fotoğraf sergisi açtığına dair bir haber okuduğum için yazarın kadrajından yakaladığı açıları merak ediyorum açıkçası. Haberde Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Orhan Pamuk’un Cihangir’deki evinin balkonundan çektiği fotoğraflarını bir sergide topladığı ve sergide altı yüzden fazla kareye yer verildiği yazıyordu. Biz de eşimle fotoğrafları dikkatle incelemeye başlıyoruz. Haberde ifade edildiği gibi fotoğraflara yeniden boyutlandırma, renk değişikliği ve çerçeve değişikliği yapılmadığını fark ediyoruz.
Öğleden sonra,“Bir Dünya Barışı” etkinliği kapsamında davetli olduğumuz panel ve konsere katılmak için mihmandarımızı beklemek üzere lobiye iniyoruz. Bir gün önce “Çağdaş Halk Ozanı Barış Manço” sempozyumunda konuşmacı olarak tebliğimi sunmanın heyecanını hala içimde yaşıyorum. Sempozyumdaki konuşmacıların çoğu ile aynı otelde kalıyoruz. Sempozyumun oturum başkanı Prof. Dr. Umay Günay Hoca’mı lobide yalnız görünce yanına gidiyoruz. Cemal Reşit Rey Konser Salonu’na gitmek için bize tahsis edilen aracı bekliyoruz birlikte. Umay Hoca’m, rahmetli babası Alparslan Türkeş gibi sert, ciddi duruşlu birisi. Biraz çekiniyorum yanında konuşmaya. Sabah eşimle Orhan Pamuk’un balkon sergisine gittiğimizden bahsediyorum ona. Özellikle fotoğraflarında cami kubbelerindeki hilali kullandığından bahsedince Umay Hoca’m, bundan altı yedi yıl önce sanat ve bilim camiasında İlber Ortaylı’nın gündeme taşıdığı “balkon camisi meselesi” konusunu açıyor. Ortaylı’nın Pamuk üzerine yaptığı eleştiride: “O Pamuk’un bir kitabında ‘İmam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu.’ cümlesi geçiyor. Şimdi bu toplumda yaşayan her insan bilir ki, namazın saati olmaz vakti olur. Camilerde balkon diye bir yer yoktur minarenin şerefesi vardır. Ezanı da imam değil müezzin okur. Bu örnekle de sabittir ki kişiler, içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar. Bana göre, Pamuk, Türkçe’yi de İngilizce’yi de bilmiyor.”(1) sözlerini hatırlatıyor bize.
Umay Hoca, Orhan Pamuk’un İngilizcesinin Türkçesinden daha iyi olduğunu söylüyor ama. Kendi kültürüne uzak olan bir insanın, şerefeye “balkon” demesinin yanlış olduğunu belirtiyor. “Şerefe, minarenin her tarafını çevreler, balkon ise bir çıkıntıdır, evin her tarafını çevrelemez, dolayısıyla balkon, şerefe kelimesini karşılamaz. Demek ki yaptığı yanlışın farkına varmış bu sergide, cami temasını kullandığına göre” deyince, belki de özellikle bu ismi tercih ettiğini, şerefeye, balkon denilmesinin kendi anlayışına göre yanlış olmadığını, bu kadar tepki aldığı bir konu üzerine açtığı fotoğraf sergisine “balkon” adını vermesi ve serginin içeriğinin de ağırlıklı olarak “cami” olmasının çok manidar ve bilinçli bir tercih olduğunu söylüyorum. Umay Hoca ile otel lobisinde, belki de beş on dakikalık “cami balkonu” mevzusu aklımın bir köşesini sürekli meşgul ediyor.
Balkon mevzusu üzerine biraz araştırma yapınca, Orhan Pamuk’un, bu ifadeye “Kar” romanının 13.baskısında yer verdiği, 14.baskıda ise tepki çeken bu sözlerin değiştirildiği yönünde iddialara rastlıyorum. Pamuk, eserinde, Ortaylı’nın bahsettiği cümleleri kullanmış mı kullanmamış mı, yoksa bir karakter üzerinde kullanarak kendisinin değil romandaki karakterin kendi kültürüne yabancı olmasını mı anlatmaya çalışmış, bilinmiyor. Şehir efsanesi haline gelen bu mevzu üzerine pek çok şey yazılmış ama hep aynı kulvarda yazılar. Bir kesim İlber Ortaylı’ya “Kaynak belirtmeden konuşuyor, yanlış bilgi veriyor.” diye Orhan Pamuk’u savunuyor; bir kesim “Nobel ödülünü hangi gerekçeyle aldığı belli.” diyerek kendi kültürüne yabancı yazar suçlamalarında, bir de bu meseleyi üstüne koyarak Orhan Pamuk’u suçlayıp İlber Hoca’yı destekliyor. Bu kadar polemik üzerine Pamuk sessiz kalmayı tercih ediyor, herhangi bir açıklama yapmıyor.
Pamuk’un, Nobel alması hususunda Umay Günay’ın bir sözü de kendisine hayranlığımın, kat be kat artmasına neden oluyor. Ayaklı kütüphane, derya deniz hocam, babasının milliyetçi kimliğini dava edinip Orhan Pamuk’a ateş püsküren bir kesimin aksine “Orhan Pamuk’u takdir ediyorum. Bir insanın iyi yönlerini de kötü yönlerini de değerlendirmek ve hakkını vermek lazım. Nobel ödülü alan ilk Türk yazar olarak kutluyorum Orhan Pamuk’u, onun sayesinde dünya, Türk yazarlara yönünü döndü. Tanpınar gibi yazarların romanları başka dillere çevrilmeye başladı. Bu yönüyle ülkemize faydası oldu. Zaten Nobel ödülünü alan yazarlara bakın, bir tek bizde değil tüm dünyada kendi kültürünü, ülkesini eleştiren kişilere verilir Nobel ödülü” diyor.
Orhan Pamuk, polemiklere girmeyen ama romanlarındaki anlatım bozuklukları, ifade hataları, kültürüne yabancı ifadeleri ile kalem kavgası konusu olmaya devam edecek, bazıları, onun romanlarından bir şey anlamadığını söyleyecek, bazıları onu, Nobel ödüllü yazarımız olarak yere göğe sığdıramayacak, bazıları da soykırım ifadelerini kullanmasından dolayı Nobel’i aldığını söyleyerek eserlerini okumamaya devam edecek. Olaya Umay Hoca gibi geniş bir çerçeveden bakıp artıları ve eksileriyle değerlendiren azınlık bir kesim de olacak. Orhan Pamuk ise balkonunda, kadrajına aldıklarını çekmeye ve yazmaya devam edecek.
Orhan Pamuk, sergisini, gazetecilerle birlikte gezip onlarla yaptığı söyleşide, yazmakta zorluk çektiği zamanlarda fotoğraf çektiğini ifade ediyor ve şöyle diyor: “Çocukluğumdan beri fotoğraf çekiyorum. Dijital fotoğraf çıktıktan sonra da tekrar yeni bir heyecanla fotoğraf çekmeye sarıldım. Manzaraya tekrar ve tekrar bakma daha doğrusu, fotoğraflarını çekme ihtiyacı hissettim çünkü yazmakta çok zorlanıyordum. Nihayetinde, balkonumun manzarası beni sükûnete ve içe bakmaya, somut dertleri bırakıp daha entelektüel uğraşlara eğilmeye davet ediyordu. O andan itibaren, bir araya getirerek saklamak zorunda olduğum özelliklerle dolu bereketli, el değmemiş bir zemine dönüştü o manzara.”(2)
Yıllardır tartışılan cami balkonu meselesine, Orhan Pamuk’un “Balkon” sergisi muazzam bir cevap oluyor. Yine polemiklere açık bir cevap. Yazar, sergi için “Balkon” ismini özellikle tercih edip ince bir gönderme yapıyor kendisini eleştirenlere. Yazmakta, kendini ifade etmekte sıkıntı yaşadığı anlarda çektiği fotoğrafların devreye girdiğini söyleyen yazar, belki de kendi balkonundaki bakış açısını yansıtan resimlerle yaşadığı şehre ve kültürüne yabancı olmadığını söylüyor. Bunu dile getirmiyor ama onun fotoğrafları dile geliyor adeta. Sanki minarenin şerefesinden çekilmişçesine…
Umberto Eco’nun Pamuk’u anlatan kısacık bir sözü, içerdiği anlam itibariyle sergide bir duvarı dolduruyordu: “Orhan Pamuk’un çılgınlığında bir deha var.”
Kaynakça:
(1) “Pamuk Dokuma”, takvim.com.tr, 30.08.2016
(2) “Orhan Pamuk’un Balkon Fotoğraf Sergisi Açıldı”, artcityculture.com, 17.02.2019