Bir yazarı okurken derin bir huzur buluyorsanız, kelimelerindeki hüznü yüreğinizde hissediyorsanız artık aranızda güçlü bir bağ kurulmuştur. Yazarın amacı da bu değil midir aslında? Okuyucusuna ulaşabilmek. Konya Kitap Fuarı Günleri’nde Hasan Ali Toptaş söyleşisinde yazarı dinlediğimde de aynı huzuru bu kez dingin konuşmasında yakalamıştım.
Dünya edebiyatının ilk romanı kabul edilen Cervantes’in Don Kişot adlı eserinde metinler arasılığın kullanıldığını, Cervantes’in “Bu romanın üvey babasıyım ben.” dediğini, aslında Arap Peşmegandra’nın yazmış olduğu bir metnin üstüne, Cervantes’in bir üst kurmaca yazdığını belirtiyor. Dört yüz yıl önce de postmodern dokunuşların olduğunu, bunun roman sanatının ulaştığı refleks olduğunu belirterek mütevazı kimliğini yine sergiliyor. Bana Türk Edebiyatı’nın Kafkası demeyin dediğimde, Kafkanın dayısısınız, diyorlar sözünü espriyle söyleyip konuyu değiştiriyor. Yazar, yeni kitabı Beni Kör Kuyularda’nın da on gün içinde yayımlanacağının müjdesini veriyor.
Prof. Dr. Yıldız Ecevit, Hasan Ali Toptaş için çeşitli yerlerde şu ifadeleri kullanıyor: “21. yüzyıla kalacak birkaç yazardan birisi, doğu’nun Kafkası, kusursuz bir dil işçiliği, alt ve üst katmanlarıyla büyük bir bilinç, yüzyılın son çeyreğindeki Türk edebiyatının birkaç kilometre taşından biri, ödün vermez bir biçim ustası; yirminci yüzyıl edebiyatının vardığı çizginin en uç noktası…” Hat okuyucusu, onun bu sıfatları, otuz yıllık sanat hayatında hakkıyla aldığını bilir. Uzun bir giriş oldu belki ama “Beni Kör Kuyularda” Toptaş’ın okuyucularının merakla beklediği bir kitap. Piyasa çıkar çıkmaz alıp bir solukta okuyanlardan ve hala tesirinden kurtulamayanlardan biri de ben.
Bin Hüzünlü Haz gibi deneysel bir roman değil Beni Kör Kuyularda. Ümit Yaşar’ın “Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın” şiirinden ilhamla verilmiş romanın ismi, daha en başta sizi esere çekiyor. Bu arada, Kuşlar Yasına Gider, Bin Hüzünlü Haz, Ben Bir Gürgen Dalıyım, Bir Gülüşün Kimliği, Yoklar Fısıltısı, Ölü Zaman Gezginleri, Kayıp Hayaller Kitabı, Uykuların Doğusu adlarına baktığımızda yazarın eser isimlerinde bile ne kadar seçici olduğunu ve eserlerin isimlerinin hüznü çağrıştırdığını görebiliyoruz.
Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filmindeki bir karenin kitap kapağında kullanılmasının da romana ayrıca sanatsal bir dokunuş getirdiğini belirtmek isterim.
“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” tam da Güldiyar’ın ve babası Muzaffer’in çaresizliğini ifade ediyor. O kör kuyudan çıkışın olmadığını, içinizi acıta acıta gösteriyor yazar. Öyle diken üstünde öyle gergin bir ruh haliyle okuyorsunuz romanı. Güldiyar’ın taşlaşan gözyaşları, babası Muzaffer’in çırpınışı, Bahriye’nin kahrından terki diyar edişi, Cevher’in gizli sevdası, ailenin kayıp oğlu Hüseyin’in akıbeti ve karanlık insanların, yüreği taşlaşmış insanların, acıyı seyre dalan insanların halini okudukça gazetelerdeki üçüncü sayfa haberleri ve televizyonlardaki Müge Anlı ve benzerlerinin yaptığı programlar geliyor aklınıza. İnsanların acıları üzerinden para kazananlar ve insanların acılarını elinde çekirdek ile seyredenler.
Bir yandan Güldiyar’a ne oldu, gözünden neden taş dökülüyor diye merakınızın dozu artarken bir yandan da duyarsız insanların acıya seyirci kalışı öfkelendirir sizi. Toplumumuzun giderek acıdan beslenir hale gelişi, derde derman değil de seyirci oluşunu izledikçe insanlığımızdan utandırır yazar. Bunu öyle başarır ki artık Güldiyar’a ne olduğunu sorgulamayı bırakırsınız. İnsanlar neden böyle tepkisiz demeye başlarsınız. Zaten tüm sorularınızın cevabını romanın sonunda bulamayınca okuyucu hayal kırıklığına uğramış mıdır? Romanın sonunda ne olduğunu yazsaydı Hat, bizim merakımız da onu görmeye gelenlerin merakına dönüşürdü zannımca. Toplumdaki bu seyir merakı anlayışına odaklamamış olurdu bizi. Yazar, vermek istediği mesajı bence çok da etkileyici biçimde noktalandırmış. Hayal kırıklığına uğrayan, seyir merakına yenik düşmüş okuyucular, tam da Hasan Ali Toptaş’a göre bir son diyenler de onun gerçek okuyucuları karşı karşıya gelecektir belki de. İnsanlar, seyrine dalacağı bir şeyi illaki buluyor. Romanda, “Siz yaşayanlar, çok tuhafsınız!” diyen herkesin deli olarak gördüğü Halil, bir tek olanların farkında olan bir karakter olarak gerçekleri tokat gibi çarpar suratımıza. “Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüz ifadesiyle bakamam, her ikisine de gülümseyemem diyorum size. Bunu yaparsam o zaman da kendi yüzüme bakamam diyorum. Hepsi bu kadar, başka bir şey dediğim yok. Sizin mideniz kaldırıyorsa, kötülük edene de kötülüğe maruz kalana da aynı şekilde gülümsemeye devam edebilirsiniz, işin o yanı beni ilgilendirmiyor.” diyen Halil deli midir veli midir sizce?
Billur bir Türkçe, farklı bir kurgu, yazarı okuyucusuyla buluşturan muazzam bir roman olan Beni Kör Kuyularda’yı okurken seyir merakına kapılmak yerine Güldiyar’ın düştüğü kör kuyuda vicdanınızı çitileyin derim.
Frankfurter Allgemeine Zeitung’un da dediği gibi “Sadece Hasan Ali Toptaş okumak için bile Türkçe öğrenmeye değer.”