Ştrak- yassı tırnaklı bir başparmak çakmağı çakıyor. Ştrak- çakmak
kapanıyor. Benzinli fitilin dibindeki küçük, pütürlü silindire dokunmuyor, ateş
çıkmıyordu. Öyle, ateş sadece kalıcı olanlara gerekir. Maksim oturalı yarım saat
var yoktu ama sağa sola bakınmaya başlamıştı bile. Kalkıp gitmek için bir
bahane bulmalıydı. Çeşitli parmak cambazlıklarıyla çakmağın kapağını açıp
kapatıyor, garson kızları süzüyor, peşlerinden uzun uzun bakıyordu. Göbeğinin
iri sıkılığı Damyan’ın gözünden kaçmadı. Belli ki atletik bedenini bu mekana
fazla görüyordu Maksim. Damyan, arkadaşının her an “Hadi, sağlıcakla.”
demesini beklemeye koyuldu. Her ne kadar bu ifadenin içini iyiden iyiye
boşaltmış olsalar da…
Rayna, hiç sıkılmadan sessizce etrafı izliyordu. Muhtemelen sıkılamıyor
olduğundan. Damyan, bu özelliğini fark ettiğinde, kendi kendine durumu kah
sonsuzluğa olan tutumuyla, kah kişiliğiyle, kah zaman duygusu ile açıklıyordu.
Elbette esas nedenin hangisi olduğundan emin olmadan. Rayna, hiçbir zirveyi
zorlamadan doğan ve hemen ölen sohbeti, sivri dirseklerini masaya saplamış
vaziyette dinliyordu. Hafifçe esen rüzgara karşın düz saçları taranarak verildiği
şekilde kalıyordu. Pembe ceketinin yenlerinden bileklerinin bir kısmı ve
12.20’yi gösteren saati seçilmekteydi. Maksim bol buzlu viski içiyor, Damyan
–vodka, Rayna ise her zaman olduğu gibi hiç bir şey içmiyordu.
Kent merkezinin trafiğe kapalı bölümündeki bir restoranda oturuyorlardı.
Kaldırımdan fıçılar içindeki palmiyelerle ayrılan bahçesi, masa ve sandalyelerle
dolu yapay, tropik bir adayı anımsatıyordu. Yeni bir felaketten yüzüp çıkagelmiş
ama bu arada başından geçenleri tam idrak edememiş, üzerinde içkiler içilen,
sohbetler edilen küçük bir Atlantis gibiydi burası… Adanın her yanından
aralıksız insan kalabalığı akıyor ve Damyan bu akışı izlemeyi uzatırsa belleğini
yitirebileceğini düşündü. İçinde bir umut belirdi. Restoranın cam vitrinlerinin
arkasında turtalar, yaş pastalar ve boş koltuklar görünüyordu. Geçen haftanın ilk
sıcak günleriyle birlikte palmiyeleri dışarıya çıkarmışlardı. Bazı şeyler her sene
yineleniyordu. Bazıları- asla. „Anlaştık, öğle üzere yola çıkıyoruz.” dedi
Maksim üçüncü kez. Kendince önemli saydığı her sözcüğü vurguluyor ve iyice
anlaşılması için aralarında biraz susuyordu. “Kayak takımlarını benim bagaja
bağlayacağız. İki araba yeterli, üç de olur, bakarız. Sen jeaple/ciple gelirsen, iki
araç yeterli. Zirvede hala kar var, ama kimin nasıl oda istediğini önceden
bilmem gerek.” Vıdı, vıdı, vıdı – her defasında yaklaşık aynı yerde dinlemeyi
kesen Damyan planın sonunu sabırla bekledi. Maksim sigara paketini çıkardı ve
bir tanesini doğrudan ağızla yakaladı. Bu kez çakmak işlevi doğrultusuna
yakıldı/ştrakladı. Tam paketi cebine alacakken bir an tereddüt etti ve masaya
bıraktı. Sigaraların filtreleri Damyan’a karşıydı. Bir tane almaya hazırdı
Damyan ama bakışı Rayna’nınkiyle kesişti.
„Bana bir söz verdin.” dedi Rayna.
“Biliyorsun ki artık içmiyorum.” dedi Damyan Maksim’e.
“Ey, sen böyle yüz yıl yaşarsın, n’aparız o zaman.”
Damyan, arkadaşının sözlerini buruk bir gülümsemeyle karşıladı. Son
zamanlarda dilediğince uzamaya bıraktığı koyu renk saçından bir tutamı
çekiştiriyordu. Rayna’nın bakışı ısrarcıydı:
“On dakika sonra okul dağılacak.” dedi.
Anımsatmasına gerek yoktu. Son yedi ay, istisnasız, günün bu saatinde
Damyan istese de başka bir şey düşünemiyordu. Sandalyesinde doğruldu ve
hesaptan payına düşen tutarı masaya koydu. Kendisi de kalkmak üzere olan
Maksim:
“Sen bir zamanlar eğlenceli bir adamdın, aslanım.” dedi.
“Öyleydim.”
“Öyleydin ya. Bi toparlansan diyorum. Neredeyse yarım sene geçti olayın
üzerinden, yeter.”
Damyan yutkundu.
“Böyle konuşmasına izin mi vereceksin?” diye sordu Rayna.
“Yedi ay.” diyerek düzeltti arkadaşını Damyan.
Kalktılar. Damyan önden yürüdü, Rayna peşinden. Kot mont ve pembe
ceket kalabalığa karışınca, Maksim’in kalkıp gitme isteği azalmıştı. Bol buzlu
bir viski daha söyledi.
Sık sık saatlerine bakan veliler okulun önüne yığılmışlardı bile. Bazıları
geziniyor, bazıları ellerindeki gazetelerle yakındaki ağaçlara dayanmış arada bir
başlarını kaldırıp girişe göz atıyorlardı. İlkin en küçükler çıkmaya başladı, sırt
çantalarına spor ayakkabılarını kapatamadıkları görünüyordu. Anneanneler,
babaanneler çevrelerinde vızıldaşıyor, sıcak havaya karşın bücürlerin montlarını
iliklemek için eğiliyorlardı. Etrafa spor salonu ve terli saç kokusu yayıldı.
Damyan ve Rayna okul avlusunun delikli metal duvarının arkasında durdular.
“Bu A şubesi.” dedi Rayna, gözünü çocuklardan ayırmayarak.
“Biliyorum, geç kalmadık.” diye hırladı Damyan.
Sesini duyan iki yaşlı kadın telaşla uzaklaştılar. Rayna aldırmadı. Şimdi artık
ikişer ikişer çıkan çocuklara doğru bakıyordu. Ufak tefek, hınzır bakışlı bir
oğlan sınıf arkadaşı bir kıza arkasından yaklaştı ve gözlüğünü itti. Kız, gözlüğü
yere düşmeden yakalamayı başarsa da oğlana yetişip bir tokat atamadı. Oğlan
hızla arka sıralara kaçtı ve uzaklaşınca dönüp bir nanik gösterdi.
“Olanları görmüyor musun?” diye sordu Rayna.
“Krasi başının çaresine bakabilir. Oğlansa onu beğeniyor, hepsi bu.”
“Durma öyle boş boş. Bir şey yap. Babaannesi gene gecikecek. Çocuğa
birinin sahip çıkması gerekiyor.”
Muzur oğlan vazgeçmedi, almayı kafasına koyduğu gözlüğü kaptığı gibi okul
bahçesinde koşmaya başladı. Belli ki onun babaannesine de geç gelenlerdendi.
Krasi çığlığı bastı ancak sınıf öğretmeni ebeveynlerinin karşısına diktiği saçı
başı dağınık başka bir afacanı paylamakla meşguldü. Damyan ilerledi ve
Krasi’ye asılan afacanın elindeki gözlüğü aldı. Boyu kot montunun bel
kemerine kadar ancak gelen Krasi’ye uzattı. Krasi bir an irkildi, sonra hızlıca
gözlerini kırpıştırdı ve burnunu yeniyle sildi. Giysisinin kolunda uzunca, parlak
bir şerit oluştu. Krasi onu tanısaydı, belki teşekkür ederdi.
Çok geçmeden Damyan, apartmanların arasındaki küçük parktaki banklardan
birine oturdu. Ellerini ne yapacağını bilemediğinden montun ceplerine soktu.
Cebinde Maksim’in çakmağını buldu. Çıkardı, şaşkın bir halde biraz evirip
çevirdikten sonra, ştrak, ştrak – kapağını açıp kapatmaya başladı. Rayna da
yanına oturdu. Damyan etrafa göz gezdirdi ve sesini duyacak birileri olmadığına
kanaat getirince:
“Beni ne zaman rahat bırakacaksın?” diye sordu.
Rayna zayıf omuzlarını silkti:
“Bilmiyorum. Belki de hiçbir zaman bırakmam.”
“Niçin kızının yanına gitmiyorsun?”
“Bu halimle Krasi’ye bir yararım olmaz.”
Damyan derin bir soluk aldı, sıkıca tuttu. İç çekişi için sonuna dek
kullandı.
“Biliyorum, biliyorum. Suçluyum. Günde kaç kere söyleyeyim bunu sana?
Koltuğun altına düşen sigara paketini alacaktım. Sen o rüküş papatyalı
wolksvagenle aniden fırladın. Bu şekilde bir sol virajla gireceğin asla aklımın
ucundan geçmedi.”
“Acele ediyordum. Krasi’yi almak için geç kalırsam çocuk çok
endişelenecekti.”
“Biliyorum. Üzgünüm. Bunu söylemekten bıktım usandım ama ölesiye
üzgünüm. Zamanı geri almak için neler vermezdim.”
“Ben de öyle, dedi sonsuza dek taranmış şekliyle kalacak saçını geriye
atarak Rayna, ancak bunu ne sen, ne ben yapabiliriz.”
Kolundaki saat 12:20’yi gösteriyordu, her zaman olduğu gibi.