Öykü yazarken ilk cümle benim için çok önemli. Şu konuda öykü yazayım diye oturmam masanın başına. Eğer öykü yazıyorsam mutlaka ilk cümle gelmiştir ve ben onu devam ettiririm. Yürürken, kitap okurken, amaçsızca televizyon seyrederken bir cümle takılır zihnime, ısrarla yaz beni diyorsa o ilk cümlenin izini sürerim.
Bulutlar öyküsünde de eşimle el ele tutuşmuş yokuş aşağı yürürken geldi ilk cümle. Köy sokaklarında ilerlerken öykü kafamda gelişmeye başlamıştı bile. Eve vardığımızda her zaman kol çantamda duran küçük not defterime birkaç cümle yazdım. Günler sonra Eskişehir’e kendi evimize döndüğümüzde bilgisayarın başına oturduğumda hazırdı öykü. Köyün ortak fırını, orada yapılan çörekler, önünden defalarca geçtiğim Cem evi, öyküde geçen türkü, yün yorganlar,
ekinler usulca süzüldü öyküye. İstanbul’da doğup büyüyen biri olarak köyde geçen bir öykü yazmayı başarmıştım işte. Kayınvalidemin mayaladığı hamurları yumak yapıp elle açmasına, üzerlerini çökelekle ıslatmasına sonra köy meydanındaki taş fırına götürüp pişirmesine yardım etmiştim ve bu ayrıntı öyküde de vardı. Sobalı köy odaları, mevsim yaz olmasına rağmen rakım farkıyla soğuk olan geceler ve örtülen yün yorganlarda bir ayrıcalıktı benim için.
Belleğin Bahar Temizliği adlı öykü kitabımın her öyküsünde bir şarkı vardır. Bu öykü için de yakınlarda kaybettiğimiz halk ozanı Ali Kızıltuğ’dan dinlediğim Sen gel diyorsun türküsünü seçtim, aramıza girmiş dağlar denizler, gelemem diyorum of of, sen gel diyorsun…