Üç yıl önce yine bir yaz tatilinde köye gitmiştik ve eşimle tepeye çıktık. O yükseklikten köyü seyretmek, sac çatılı evlerin güneş ışınlarının etkisiyle yanardönerli hallerini görmek, bütün köy ayağımızın altındayken fotoğraf çekmek hiç de fena değildi. Fotoğraf çekme işini bitirdikten sonra yokuş aşağıya yürümeye başladık. Hafif bir esinti vardı, köyün temiz havasını yüzümüze çarpıyor, arada saçlarımı savuruyordu. Konuşurken bir ara gökyüzüne baktım, uçsuz bucaksız mavilikte bulutlar üzerimize doğru geliyor gibiydi. Bir tanesi çok büyüktü ve onu canavara benzettim. Eşime gösterip, ağzını açmış bir canavara benziyor, şimdi diğer bulutları yutacak dedim. Eşim pek bir şeye benzetemedi. Halen yokuş aşağı yürüyorduk ve ara sıra gökyüzüne, devasa buluta bakmaya devam ediyordum. Birden o ilk cümle geldi: “Ben öldükten sonra da bulutlara bak, masallarını dinle. Bak mesela şu, kocaman bir canavar, açmış ağzını avını kovalıyor.”
Öykü yazarken ilk cümle benim için çok önemli. Şu konuda öykü yazayım diye oturmam masanın başına. Eğer öykü yazıyorsam mutlaka ilk cümle gelmiştir ve ben onu devam ettiririm. Yürürken, kitap okurken, amaçsızca televizyon seyrederken bir cümle takılır zihnime, ısrarla yaz beni diyorsa o ilk cümlenin izini sürerim.
Bulutlar öyküsünde de eşimle el ele tutuşmuş yokuş aşağı yürürken geldi ilk cümle. Köy sokaklarında ilerlerken öykü kafamda gelişmeye başlamıştı bile. Eve vardığımızda her zaman kol çantamda duran küçük not defterime birkaç cümle yazdım. Günler sonra Eskişehir’e kendi evimize döndüğümüzde bilgisayarın başına oturduğumda hazırdı öykü. Köyün ortak fırını, orada yapılan çörekler, önünden defalarca geçtiğim Cem evi, öyküde geçen türkü, yün yorganlar, ekinler usulca süzüldü öyküye. İstanbul’da doğup büyüyen biri olarak köyde geçen bir öykü yazmayı başarmıştım işte. Kayınvalidemin mayaladığı hamurları yumak yapıp elle açmasına, üzerlerini çökelekle ıslatmasına sonra köy meydanındaki taş fırına götürüp pişirmesine yardım etmiştim ve bu ayrıntı öyküde de vardı. Sobalı köy odaları, mevsim yaz olmasına rağmen rakım farkıyla soğuk olan geceler ve örtülen yün yorganlarda bir ayrıcalıktı benim için.
Belleğin Bahar Temizliği adlı öykü kitabımın her öyküsünde bir şarkı vardır. Bu öykü için de yakınlarda kaybettiğimiz halk ozanı Ali Kızıltuğ’dan dinlediğim Sen gel diyorsun türküsünü seçtim, aramıza girmiş dağlar denizler, gelemem diyorum of of, sen gel diyorsun…
Sevtap Ayyıldız