Kalbimizi kocaman bir süzgeç gibi düşünürsek işte buraya; acılar, hüzünler, çırpınışlar, kayboluşlar, ölüm ve zaman yavaş yavaş birikiyor. Bu birikenleri bir kalemle ezmeye başlıyorsun. Hepsi birbirine karışıyor. Bu karışıklıktan tek bir damla süzgecin altından akıyor. İşte tadından, anlamından emin olmadığımız şey bence şiir. Bu karma olma durumu ve şekilsizlik de insanların onu okurken farklı anlamlara ve şekillere bürümesini sağlıyor. Yazarken neyin ne olduğunu veya nasıl yazdığıma dair en ufak ipucum olmuyor. Ama o süzgeçten damlayan şey ya bana dönüşüyor ya da ben şiir oluyorum. Yokluğuma değen, beni an’lık var eden yazmak oluyor. Ölümün kıyısında gezen nefes sana canını veriyor. Kendi canından olurken. Bu bir döngü. Sözcük mü içine yerleştiriyor seni, yoksa sen mi sözcüğü? Bunun cevabını bilmiyorum. İçinde bir burcu varken, dışında yüzlerce burcu var. Dışardan hem kendine, hem doğaya, hem insanlara bakmak senin gözlerine ayrıntı merceğini yerleştiriyor. Yani bir nehir kıyısında suya bakarken ve onu dinlerken üstündeki ağaç dalının sürüklenişini görüyorsun. Mermerin içinde sana bakan gözleri hissediyorsun. Nesneler artık nesne olmaktan çıkıyor. Onların da yalnızlıkları, parçalanmışlıkları, suçlara ortaklıkları var. İşte bunları zeminsizleştiren senin yazdıkların oluyor. Mesela bu boş bir beşik olabiliyor. Nefret sütü şiir kitabımda yazdığım gibi “kalbinde sallanan boş beşik / ninni sesiyle kefenlediğin bu kaçıncı çocuk” Aynı zamanda acıları sünger gibi emiyorsun. Bu yüzden benim kelimelerim ağlayan birisine sarılmak gibi hüzünlü. Dokunmadan okuyamazsın. Hepimizin hayatından farklı nedenlerle olsa bile bir gideni vardır. Bunun yerine hiçbir şeyi koyamazsın. “annem sen gittikten sonra / kimse bana kırılacak eşya gibi dokunmadı” (Nefret sütü, s.15)
Otizmli bir çocuğu döven öğretmen, cinsel taciz veya tecavüz, toplumdaki farklı insanları ötekileştirme vb. konular bende öfke yerine nefret duygusu uyandırıyor. Zaten bu olanlar da zamana akışkan siyah bir sıvı bırakıyor. Sütse beyaz ve masumiyeti ifade ediyor. İkisinin birleşimi ‘Nefret sütü’ aynı zamanda kitabımın ismi. Bir pencerenin ortadan çizgiyle bölünmesi bir yanı tertemiz bir yanıysa bulanık. Tam çizgide sen varsın. Bütün yaşananlar da böyle değil mi? an’lık saniyelik kaymalarla netlik ya da körlük. Işık veya karanlık.
Herkes kendi gerçeğinden kaçma çabası içerisinde. Bu yüzden içsel ben’lerimize bakmak yerine dışsal yönlerimizi parlatma hevesine kapılıyoruz. Ben şiirlerimle bir tünel kazıyorum. Derine daha da derine. Sonunda nefessiz ve karanlıkta kalacağımı bildiğim hâlde. Üstelik bulacağım şey su değil, ya ateş ya da çamur olacak. Buna rağmen her gün bir avuç kelimeyle susuyorum. Onların gittiği yerde düşeceğim ama bu benim düşüşüm olacak. Bunu farklı göstermeye çalışmadan tüm sefil, çirkin ve kusurlu yanlarımı şiirlerimde bulmak mümkün.
“dünyanın saten yorganından
hiç mi kayıp düşmezsiniz” (Nefret sütü, s.20)
Kitaptaki ‘İçe çöküş’ şiirim hayli uzun bir şiir. Bunun nedeniyse; yedi yıllık bir yaşanmışlığı ya da içe çöküş’ü barındırdığı içindir. İçinde kimse yaşamayan, boş bir ev nasıl yavaş yavaş içine dökülerek çökerse benim de belki yedi yıllık süreçte yaşadığım buydu.
uykum var, çok yorgunum / gözkapaklarımda serçeler şarkı söylüyor / içe çöküş başladı /
d u y u y o r u m (Nefret sütü, s.21)
Tünel kazmaya, düşmeye ve her gün bir avuç kelimeyle susmaya devam. Ki şiir; yok olan beni hep var etsin.