Tiffany Watt Smith’in kaleme aldığı ilginç bir kitap Schadenfreude. Adını telaffuz etmek biraz güç, ama duygunun kendisi çocuklukta sabah akşam pratik yaptığımız bir meziyet: Schadenfreude. Bir Alman icadı. Zaten kötü hislerin rafine hali genelde onlardan çıkar. Bizdeki karşılığı: Oh olsun. Küçükken mahallenin şımarık çocuğu düşüp dizini kanatınca gülümsedik. Çünkü o hak etmişti. Okulda en çalışkan öğrenci bir sınavdan düşük alınca içimizden bir mis çektik, çünkü o kibirliydi. Komşunun oğlu işsiz kalınca içimiz ferahladı, çünkü babası biraz fazla böbürleniyordu.
Sonra büyüdük. Bu hissin bir adı olduğunu öğrendik. Modern psikoloji sağ olsun, ayıplanacak her duyguya şiirsel bir isim verdi de içimiz rahat etti. Ama mesele şu ki, Başkasının düşüşüne gülen insan, içten içe kendi yükselemeyeceğini kabul etmiş demektir. Schadenfreude, içi boş bir kahkahadır. Dıştan sağlam görünür, ama dişleri çürüktür. Çünkü bu duygu, sadece başkasının felaketine yaslanarak ayakta durabilenlerin sığınağıdır. Sığınaktır ama huzur vermez, daha çok rutubet yapar içten içe.
Şöyle bir durum var: Haset edene acırsın, çünkü imrenmiştir. Ama Schadenfreude sahibinden korkarsın. Çünkü o, kötülüğü dilemekle kalmaz, onun sahneye çıkmasını bekler. Alkışlayacak kadar heveslidir. Bir gün biri düşer. Belki sen. En gaddar kahkaha, seninle ekmek bölüşen birinin ağzından gelir. İşte o gün, bu yazı da dâhil olmak üzere tüm nasihatlerin ne kadar geç kaldığını hissedersin.
Ama yine de çok geç olmayabilir. Bir umut.
Bu umut etme hali nihayetinde yaptığı şeyin ne düzeye varabileceğinin farkında olanlar için bir umudu besler. Çünkü iyi olmak, kötücül duygulardan arınmakta bir karardır. Schadenfreude öncesinde o niyete sahip olmayanlar için, tam bir mayınlı alan olarak karışımızda duruyor.
İçimizdeki Küçük Haset: Schadenfreude’nin Akrabası
Hasetle başlayan her hikâye, önce içimizi sızlatır, sonra başkasının hayatına yönelmiş bir bakışla sürer. “Neden onun var da benim yok?” sorusuyla başlar, “Umarım onun da olmaz.” duasıyla biter. Schadenfreude ise bu duanın kabul olmuş hâlidir. Çatı bir kötücül düşünce, iç gıcık eden bir duygudur.
Haset gizlidir, üstü örtülüdür. Utanılacak bir histir. İnsan çoğu zaman kendi kendine bile itiraf edemez. Ama Schadenfreude? O, biraz daha arsızdır. Gülümseyerek gelir. Sosyal medyada atılan birçok üzüldüm postu ile altına konan gülen emojiyle yanımıza ilişir. Biri bir şeyi kaybeder, biz de içimizden oh be çekeriz sesli olmasa bile dudak kenarından sızan bir memnuniyet vardır. Çünkü haset, utançtan doğar ama Schadenfreude, intikam gibi başını dik tutar. Kardeş gibidirler ama biri gizlice kapıyı çalan, diğeri salonun ortasında dans eden bir duygudur.
Schadenfreude, kendi mutsuzluğunu başka bir mutsuzlukla tedavi etme çabasıdır. Ama tedavi değildir bu, sadece ağrıyı öteleyen bir morfin gibidir ve ne yazık ki alışkanlık yapar. Başkalarının dertlerini beklemek, bir tür ruhsal bağımlılığa dönüşür. Haset ettiğin kişi başaramadığında, kendini başarılı hissetmezsin aslında. Ama yine de bir tür eşitlik duygusu gelir yerleşir içeri. İşte tam bu noktada, içimizdeki çürük büyür. Çünkü eşitlik, düşürerek değil yükselerek sağlanmalıydı. Ama biz kolay olanı seçtik.
Çocukken adil olmak için sıra beklerdik. Şimdi yetişkiniz, sırayı bozup başkasının düşmesini izliyoruz. Çünkü kendimiz çıkamıyoruz yukarıya. Ama bu, yalnızca merdivenin değil, insanlığın da kırıldığı nokta.
Gülerken Çürüyen Yerler: Schadenfreude’nin Zararları
Schadenfreude bazen tek başına gülünmez; çoğu zaman kalabalık bir keyif sofrasında servis edilir. Linç kültürü bunun en organize hâlidir mesela. Sosyal medyada biri hata yapar, sürü halinde üstüne gidilir. Neden? Çünkü o düştü. Biz de bu düşüşün fonuna kahkahalar yerleştiriyoruz. Her RT bir şamar, her yorum bir tekme. Kimse de el uzatmaz. Düşeni kaldırmak değil, düşene bakıp kendini büyük hissetmek makbuldür artık.
Ama mesele yalnızca toplumsal değil, bireysel de bir çöküştür. Schadenfreude, insanın iç sesine “Sen yetersizsin” diyen o alçak fısıltının bastırılma çabasıdır. Başkası mutsuzsa, sen mutlu sayılırsın. Çünkü karşılaştırma defteri hep yanında gezdirirsin. En iyi arkadaşının işsiz kalması, gizli bir bayram gibidir. Neden? Çünkü sen çalışıyorsun. Çünkü onun kaybı, senin konumunu sabitler.
Yani yükselmiyoruz aslında, sadece başkasının çukuruna bakıp kendi yerimizi yüksek sanıyoruz.
Toplumsal düzlemde ise bu duygu, dayanışmayı kırar. Çünkü bir toplum, üyelerinin düşmesini izlemekten zevk alıyorsa, o toplumda güven yerine tedirginlik, birlik yerine maskeli rekabet doğar. Herkes birbirinin ayağını kaydırmaya çalışır. Kimse iyi olalım demez; daha kötü olmasınlar yeter der.
Modern çağ, başarının değil, başkalarının başarısızlığının hikâyesiyle besleniyor artık. Çünkü iyiye sevinmeyi unuttuk. Oysa bir zamanlar çocukken bile el ele tutuşup ip atlardık. Şimdi herkes birbirinin ipine takılmaya çalışıyor.
Schadenfreude, ruhun bencilleşmiş şeklidir ve bu şekil, aynaya bakıldığında insana benzer ama insan değildir. Gülümser, ama sıcak değildir. Kahkaha atar, ama içten değil. Çünkü bu duygu, neşeyi üretmez; acıyı estetikleştirir.
Yıkmadan da Yükselebiliriz: Schadenfreude’ye Karşı Aforizmalar
Her insan içten içe bir diğerinin düşmesini beklemiştir. Kabul edelim. Bu dürtü, tıpkı gece açılan bildirim sesi gibi içimize sinmiş bir çağrıdır. Ama bu çağrıyı her zaman cevaplamak zorunda değiliz. Çünkü her “oh olsun” bir çöküştür; önce karşıdakine, sonra insana dair olan her şeye.
Peki ne yapmalı?
Birincisi, şunu hatırlamalıyız: Başkalarının kaybı seni kazanan yapmaz. Sadece daha kötü biri hâline getirir.
İkincisi, kendi mutluluğunu başkalarının mutsuzluğuna bağladığın an, onunla zincirlenmişsindir. Düşmesini beklediğin her insan, seni olduğu yere çiviler.
Üçüncüsü, iyi olanı sevin. Küçük bir başarıyı bile alkışlayın. Kıskanmak yerine ilham almaya çalışın. Çünkü gerçek büyüklük, başkasının yükselişine bakıp kendi yoluna daha sıkı sarılmaktır.
İşte bu yüzden birkaç aforizma da buraya bırakalım, belki bir gün lazım olur:
- “Birinin canı yandığında gülümsüyorsan, canın çoktan çıkmıştır ama fark etmemişsindir.”
- “Başkasının acısı seni iyileştiriyorsa, sen hasta kalmaya mahkûmsun.”
- “Düşene gülmek kolaydır, ama onu tutmak insanı insan yapar.”
- “Sen yükselmediğin sürece, herkes düşse ne olur?”
- “Biri acı çekti diye içinden huzur geçiyorsa, o iç artık temiz değildir.”
- “Gülmenin en çirkini, başkasının ağlamasıyla başlayandır.”
- “Kıskanmak insana mahsus olabilir; ama sevinememek, insanı tüketen sessiz bir yangındır.”
Bir gün sen de tökezlersin herkes gibi. O zaman, kimsenin içinden bir “oh olsun” geçmesin diye yaşa.