“Coşkun sular da bazen yolundan çıkar ama bir süre sonra yatağına döner ve de bu kez daha derin daha bilge daha dingin akar.”
Can Ülgen, Kürşat Küçük ile Fabrik Kitap etiketiyle çıkan şiir kitabı “Işığı Kıran Şeyler” hakkında konuştu.
Can Ülgen: Pek kıymetli Kürşat ağabey öncelikle benimle bu söyleşiyi yaptığın için teşekkür ederim. Bize biraz kendinden bahseder misin? Kürşat Küçük kimdir ve hangi boşluklarda ışığı arar?
Kürşat Küçük: Ben teşekkür ederim Sevgili Can. Bu arada yeni kitabın için de tekrardan tebrik ederim seni. Beyşehirliyim, güzel bir memleketin güzel insanları arasında büyüdüm. Şiirsever olarak tanımlayabilirim kendimi. Şiirin kendini ve dışarıyı anlama çabası olmasının yanında hayatın karşısında durulacak güzel bir yer olduğunu düşünüyorum. Eğitimciyim aynı zamanda. Bu yüzden diyalektiğe, sorguya, yeniden düşünmeye de inanan ve dolayısıyla insanca bir yaşam için zemini sağlam bir görüş oluşturma çabasında olan insanlardan biriyim.
Can Ülgen: Ağabey diğer şiir kitaplarına baktığımızda ‘Yağmura Yaz ve Sağır Şehir’ isimlerini görüyoruz. Fakat Fabrik Kitap etiketiyle çıkan son şiir kitabın ‘Işığı Kıran Şeyler’ biraz daha spesifik olarak gözüküyor. Bu konuda kendine bir özeleştiride bulunuyor musun? Işığı kıran şeyleri bulmaya seni ne itti?
Kürşat Küçük: Evet, tabi ki bazen mukayese yapıyor ve bu yolda hangi duraklara uğradığımı, şu anda nerede olduğumu gözden geçiriyorum. İlk iki kitabımda duygu dünyamın ve üslubumun kapılarını hoyratça açtığım bir durum söz konusuydu. Çok güçlü olduğunu düşündüğüm şiirler de vardı orada ama kuvvetli bir deşarj her şeyden üstte duruyordu. Son kitabımla kendi şiir yolculuğumda yeni bir pencere açmış oldum. Barajı yine patlattım ama akan suyun nerelere varacağını da hesaplayarak yaptım bu kez bunu. Daha bilinçli ve disiplinli bir kitap oldu böylelikle.
Can Ülgen: Kitabın üç etkileyici bölümü var. Bu bölümler ‘Buz- Su- Buğu’ şeklinde devam ediyor. Okurun buradan anlaması gereken şey ‘Işığı Kıran Şeyler’ aslında suyun geçirdiği evrimler mi? Yoksa aksine ışığı dolduran şeyler de diyebilir miyiz bu duruma?
Kürşat Küçük: Suyun geçirdiği evrimler değil aslında. Işığın kırılmasıyla insan ruhunda oluşan farklı görüntüler ve bunlara yaslanarak düşüncemizin geçirdiği evrimler. Buz, su ve buğu hem ışığı kırıp buna sebep olan hem de bu değişimi dönüşümü simgeleyen başlangıcı ve sonucu etkileyen imgeler. En azından ben öyle düşündüm.
Can Ülgen: Günümüzde Türk Edebiyatı belirli normlara ve ne yazık ki klişelere bağlanmış durumda. Herkesin gördüğü ve koşuşturmacada kaybolduğu birçok ışık var. Kitabın son bölümündeki şiirde ışığı kıran şeyin buğu olduğundan bahsediyorsun. Sence ağabey Türk şiiri için bu ışıkları kıran şeyler neler?
Kürşat Küçük: Bence Türk Şiiri, hareketli bir günlük hayattan beslendiği için devingen, coşkun bir yapıya sahip hâlâ. Sadece dönem dönem görünür edebi ortama hakim olan grupların öne çıkardığı bazı şiir türleri sıkça tekrar edildiği için yavaşlıyor ağırlaşıyor gibi görünüyor belki de. Bugün sadece Cumhuriyet dönemi şiirini ele alsak bile bu hareketli, canlı arayışı ve hangi gruba dahil edilirse edilsin güçlü bir sesi yakalayan şiirleri görürüz. Hatta Tanzimat Dönemi’ne inersek daha da çeşitli, daha renkli bir zenginlik çıkar karşımıza. Dediğim gibi belli dönemlerde ağırlaşmış gibi görünse de bir süre sonra üzerinden bu toprağı kolayca attığına inanıyorum Türk Şiirinin. Burada kilit nokta poetik arayışın ve şiir üretiminin durmaması bence. Ürettikçe büyüyüp zenginleşme devam edecektir. Coşkun sular da bazen yolundan çıkar ama bir süre sonra yatağına döner ve de bu kez daha derin daha bilge daha dingin akar.
Can Ülgen: İlk şiirlerde ve kitabın genelinde gözle görülmeyen üçlemeler mevcut. Mesela ‘Işığı Kıran Şeyler’ şiirinde de bağlamına baktığımızda bu gözle görülmeyen üçlemeyi görüyoruz ağabey. Hatta şiiri de şöyle bitiriyorsun ‘ışık yekpareydi de onu ben kırdım zannettim. belki kırdım’ Burada aslında o görünmezliğe de bir kırgınlığın varmış gibi hissettim ağabey. Senin için şiirin vurucu bitmesinin de önemini anlayabiliyoruz buradan. Burada anlatmak istediğin de tam olarak bu muydu?
Kürşat Küçük: Bazen kendi arayışında, bunalımında kaybolduğunu ve yanlış tercihler yaptığını düşünür insan. Zanneder ki benden başka herkes yolu biliyor da bir ben kayboldum. Aslında görünür olanı ben göremedim. İsmet Özel’in bu durumu anlattığını düşündüğüm “Kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok” diye çok sevdiğim bir dizesi var. Oysa düşünen sorgulayan arayışta olan bir insanın defalarca kaybolması normal olandır. İlk bakışta belki evet ama dikkatli bakınca zaten görüntülerin net olmadığı aşikâr. Velev ki net olacaktı da ben eğip büktüm o ışığı. O da dert değil aslında. Çünkü arayış samimi ve dünya bu haliyle çok da güzel durmuyor. Dolayısıyla kendimi önce suçlama sonra affetme dizesi galiba o. Teknik olarak şiirin vurucu bitmesini ise önemsiyorum hatta iyi bitemediği için güz yüzüne çıkmayan şiirlerim var hâlâ dolabımda.
Can Ülgen: Ağabey şiirlerinde benim gördüğüm lirik ve biraz neoepik etkisi var. Ve akıcılığı duru bir nehir gibi lirik akarken birden şiirinin getirdiği müziğin o sesiyle kendi kendine içsel çatışmalara giriyor ve şiirinde kendine sorular yöneltiyorsun. Bu durum bence biraz daha şiiri akışkan ve kulakta kalıcı olmasını sağlıyor. Sen kendi şiirini nasıl tanımlarsın?
Kürşat Küçük: Kendi şiirim üzerine açıklayıcı ya da tahlil edici konuşmaları benim yapmam çok doğru gelmiyor aslında bana. Ama lirizmi aniden tokatlayan sorgular, iç çatışmalar, tam da şiirimin doğduğu yerin standardıdır desem derdimi anlarsın diye düşünüyorum.
Can Ülgen: Kitabı dikkatle okuyan birisi ‘s’ harfinde şöyle bir duraksar ağabey. Acaba bunu açıklamak ister misin yoksa şairin o kadar alanına girmeyelim mi dersin? Veya buradaki ‘s’ harfi suyun doğuşundaki ‘s’ olabilir mi?
Birden susan…
Can Ülgen: Üçlemelerden bahsetmiştik ya ağabey kitabın üç bölümünden birer dize ayırdım. Buz bölümünde ‘bekledim adımı su gibi çağırman için’, Su bölümünde ‘çünkü sözün öldüğü yerde su boşaldı kan koktu’ ve son olarak Buğu bölümünde ‘unutma: suyu yaramazsın’ dizeleri benim dikkatimi çekti. Buzun gittikçe eriyip, sudan bile ağırlaşıp belki tekrar yağmur olmak için buğulaştığını gördüm ben. Bu üçlemede önce bir ümidin sonra bu ümidin nedenini ve en sonunda da bir kabullenişi gördüm. Bu üçlemeye nazaran genel olarak kitabın aritmetiğinde de böyle bir şey söz konusu mudur? Sence ağabey şair bir ritim işçisi midir?
Kürşat Küçük: Malzemesi dil olan bir sanatta ritimli bir söyleyiş benim için çok önemli. Dikkatli bir okuyucu olduğun seçtiğin dizelerden ve sorularının bağlamından anlaşılıyor. Bunun için teşekkür ederim öncelikle.
Evet, umudun yükseldiği yerde sözün ölmesi ve bu hazin gibi görünen hikâyenin -biraz daha geriden resmin tamamına bakıldığında- aslında normal bir döngünün bir kısmı olduğunu anlamanın getirdiği kabulleniş var kitabın genelinde. Ama ideal olan her şeyin biraz eksik biraz gerçeklikten uzak olduğunu düşündüğüm için bu ana ekseni de yer yer eleştiren yani kendi iddiasını kendi vuran bir yapı da var onun üzerinde.
Can Ülgen: Kitabın son bölümünde içten bir yazın var ağabey. Açıkçası ne yalan söyleyeyim kitabın bütünüyle çok hoş durmuş ve ‘ışık’ katmış senin deyiminle.
Kürşat Küçük: ‘Sözün tam burasında sürekli değişen ışığa dikkat çekmek isterim. Aynı şeye bakan her insanın ya da aynı şeye farklı zaman-mekanda bakan aynı insanın farklı şeyler görmesi, ışığın geliş açısı ve gösterdiği ya da göstermediği şey ile doğrudan ilgilidir. Öyle zannediyorum ki; farkı oluşturan, görüşü değiştiren ve bunu sürdürdükçe uçurumlar oluşturup onları derinleştiren şey ışıktır.’
Can Ülgen: Fakat ağabey herkesin aynı ışığı gördüğü bir dünyada da bu durum aynı mıdır sence? İnsan bu uçurumları oluşturan ışığını fıtrattan mı alır sence?
Kürşat Küçük: Teşekkür ederim. Aslında yazıyı yazıp yazmama konusunda tereddüt ettim ama şiirsel bir metin olduğu için dosyayı bütünlediğini düşündük sevgili editörüm Kadir ile. Ona da selam olsun böylelikle.
Görmek istemeyene, aramayana görünmeyecektir zaten. Aslında “aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.” sözünden hareketle sadece arayanlar muhatabıdır görünenin ve ondan yansıyanların. Dolayısıyla herkes için aynı değil elbette.
Fıtratı bir potansiyel, bir rezerv gibi değerlendiriyorum ben. Ona emek verip işleyen insandır nihayetinde. Onu mamul ürüne çeviren de insanın tercihleridir bence. Çabaya bağlanmayan başarılar belki vardır ama çabasız, bedelsiz bir farkındalığa, bir aydınlamaya inanmıyorum.
Can Ülgen: Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı ağabey? Işığı herkesin görebileceğine inanıyor musun?
Kürşat Küçük: Edebiyat alemindeki bu kararlı çabalarında kolaylıklar dilerim. Sizin gibi kıymetli emekçileri olduğu sürece Türk Edebiyatının ve Türk Şiirinin geleceği daha da aydınlık olacaktır. Sözüme yer, emek ve zaman ayırdığın için tekrar teşekkür ederim.