DİLEK BİLGE İLE SÖYLEŞİ
Çocukluğun Unutulmaz Sahnesi: Gençoğlu Sokak
Söyleşen: Ömer Turan
Çocukluk, insana unuttuğunu sandığı anıları, bazen bir sokağın köşesinde, bazen bir oyuncağın yüzünde fısıldar. Gençoğlu Sokak da benim için öyle bir fısıltının adresi oldu; çocukluğun unutulmaz sahnesi, yaşamın büyük perdesinde hiç eksilmeyen bir figür. Bu söyleşide, Dilek Bilge ile, geçmişin izlerini, çocukluğun o masum, sade ama bir o kadar da gerçekçi dünyasını yeniden ziyaret ediyoruz. Gençoğlu Sokak, İskenderpaşa Mahallesi’nin daracık bir köşesi, belki haritada bir çizgi, ama anılarda bir ömürlük yer kaplayan, sokağın da ötesinde bir yaşam sahnesi. Çocukken özgürlüğün, keşfin, paylaşmanın en saf haliyle yaşandığı bu dar sokak, sadece bir adres değil, aynı zamanda bir zaman yolculuğu…
Dilek Bilge’nin “Gençoğlu Sokak On Üç Numara” adlı kitabıyla, sokaklar arası bir yolculuğa çıkıyoruz; geçmişe bir pencere açılıyor, evlerin ve insanlarının öyküleri bir bir gözümüzün önünde canlanıyor. Sokağın sessizliğinde yankılanan çocuk kahkahaları, yağmur sonrası toprak kokusu, reçelli ekmeklerin paylaşıldığı anlar… Her şey öylesine tanıdık, öylesine bizden. Şimdinin beton duvarlarına karşı, geçmişin ahşap dokunuşları, taş sokakların sıcacık sohbetleri ve evler arasında gidip gelen çocuk sesleri… Belki de en çok, bu sokakta unutulmuşluğun büyüsünü, kaybolmuş olmanın özgürlüğünü buluyoruz. Her satırda, geçmişe duyulan bir özlemin izi, şimdiyi anlamlandırma çabası var.
Söyleşi boyunca, çocukluğun o eşsiz dönemini, bir sokağın ruhunu ve zamana yenik düşen anıları yeniden hatırlıyoruz. Belki de Gençoğlu Sokak, sadece Dilek Bilge’nin değil, hepimizin içindeki çocuğun hatıra defterinde saklı bir sayfa. O sayfa, her açıldığında, bize kendi öykümüzü yeniden okuyor. Bu söyleşi de, o öyküyü birlikte hatırlamamız için bir fırsat sunuyor; çünkü bazen bir sokak, bir yaşam demektir…
Ömer Turan: “Gençoğlu Sokak On Üç Numara” adlı kitabın, Heyamola Yayınları’nın “Trabzon’dur Yolumuz” dizisinin 23. kitabı… Gençoğlu Sokak, İskenderpaşa Mahallesi’nde, şimdiki Horon Otel’in arka sırasındaki o dar sokağın adı. Senin çocukluğunun ve gençliğinin bir bölümünün geçtiği o alana biz şimdi sokak diyoruz ama senin o çocuk gözünden orası neydi aslında?
Dilek Bilge: Kitabımda sokakla ilgili şunları yazmıştım: “Bunaldığımız evlerden dışarı taştığımız yer. Çocuk için özgürlüğün alanı. Hem eve ait hem herkese hem de hiç kimseye. Gizemli, eğlenceli, baştan çıkarıcı. Yağlı reçelli ekmeklerimizi bölüşerek yediğimiz, terli yüzlerimizi, burnumuzun sümüğünü birbirimizden görerek yaptığımız hareketle giysilerimizin koluna sildiğimiz yer. İçinde kendimi unuttuğum mekân.”
Şimdiki çocuklar için televizyon, bilgisayar, tablet neyse, benim için sokak oydu. Yaşama ait ne varsa gözlemleyebildiğim eğlenceli ve öğretici, bazı zamanlarsa korkutucu yaşam alanıydı. Zamanımın çoğunu orada geçirirdim.
Ömer Turan: O sokakta doğup büyüdüğün evin hem yapısı hem de öyküsü çok ilginç. Rusların Trabzon’u işgaliyle başlayan bir muhacirlik dramı sonrası gelip yerleşilen bir ev. O dönemi yaşayan aile büyüklerinden dinliyorsun bütün bu süreçleri. Sen de bize anlatır mısın o dramatik yaşam öyküsünü?
Dilek Bilge: 1916’da Ruslar, Trabzon ve çevresini bombalamaya başladığında, dört yaşındaki babaannem, ailesiyle birlikte Tekke Mahallesi’ndeki evlerinde yaşıyormuş. Şehre panik ve korku hâkim olmaya başladığında ne yapacağını bilemeyen halk, yollara dökülüp başka şehirlere doğru kaçmaya başlamış. At, eşek, katır ne buldularsa… Maddi durumu iyi ve şanslı olanlar kayıklarla, at ve öküz arabasıyla; şansız çoğunluk ise yayan yola koyulmuş. Babaannemin babası Mustafa’nın kayığı varmış. Rusya taraflarından silah kaçırıyorlarmış arkadaşlarıyla. Olayların yoğunlaştığı dönem tam yakalanacağı an, kendi takasını batırmak zorunda kalmış. O nedenle eşi Saliha ile üç çocuğunu, birkaç akrabasıyla yakın arkadaşlarından birinin kayığına bindirmiş, kendisi de savaşmak için geride kalmış. Muhacirlikleri böyle başlamış. Adapazarı’na kadar gitmişler. Akrabalarının bir bölümü orada kalmış, Saliha Hanım’sa eşi için geri dönmüş. Gelmiş bakmış ki ne ev oturulacak gibi ne eşya var ne de eşi Mustafa. Sonra zaman, yaşanılanların ağırlığını hafifletmiş. Şehir kendini toparlamaya başlamış. Kaybettikleri evin yerine devlet onlara, benim de içinde büyüdüğüm, üç katlı, altında küçük iki dükkân olan evi vermiş. Oraya yerleşmişler. Kocası Mustafa’dan ise bir daha haber alamamış.
Ömer Turan: Kitabında, oturduğunuz sokağa çok yakın olan Kalepark’tan da uzun uzun söz ediyorsun. Sosyal açıdan Trabzonlulara şu an hiçbir şey ifade etmeyen Kalepark, senin anılarında derin ve güzel bir yeri tanımlıyor belli ki. Neydi oranın o zamanki güzellikleri?
Dilek Bilge: Geriye dönüp baktığımda unutamadıklarımın, hayatımda ilk kez karşılaştığım şeyler olduğunu anlıyorum. Bu sanırım herkes için böyledir. İlk tostumu Kalepark’ta yedim, tadı damağımdan hiç geçmedi, daha sonraları yediğim her tostta o tadı aradım. İlk aşk gibi. Şehrin en güzel kaydırakları, salıncakları oradaydı. En güzeli dedim, aslında ben başka çocuk parkı görmemiştim. Kalepark, düğün, balo, eğlence ve film gösterimlerinin yapıldığı bir sosyal tesisti. Cuma, cumartesi akşamları orkestra çalar, müzik eşliğinde beton pistinde çiftler dans ederlerdi. Romantizm o zamanlardan sızmış ruhuma. Yaz akşamlarının esintisini, beyaz boyalı tahta masa ve sandalyeleri, onların üstündeki elektrik tellerinde sallanan renkli ampulleri ve yumuşak müzikleri hâlâ çok severim. Kollarımı üşüten hafif bir rüzgâr çıktığında omuzuma aldığım şal veya merserize hırka o masalarda oturan kadınlara özendiğim zamanları anımsatır bana. Kulağıma yeniden “Samanyolu” şarkısının ezgisi dolar: “Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek / Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek.”
Ömer Turan: Hemen yanı başınızdaki Horon Oteli de çocukluk anılarında da önemli bir yere sahip. Sanatçıların, futbolcuların ve siyasetçilerin o dönem gelip kaldığı bir mekân. Ve çoğuna tanıksın… Sahipleriyle de bir komşuluk ilişkisi içerisindesiniz ailece. Horon Otel’le ilgili belleğine yer eden bir anını da dinlemek isteriz açıkçası… Hemen ardından şunu da öğrenmek istiyorum: Komşularınız olan ailelerin çocuklarının çoğu gelecekte Trabzon’un ve ülkenin önemli simaları olacaktır. Sanatçı, siyasetçi ve işadamları olarak… Onlar kimlerdi?
Dilek Bilge: Otelle ilgili o kadar çok anım var ki… 1971 yılında Cem Karaca gelmişti; uzun saçlı, çok zayıf, gözlükten yüzü görünmeyen, garip giysili bir adam. Onu ilk görüşümdü. O gece konseri sırasında kapalı spor salonuna bomba atıldı. Otele döndüklerinde sokaktaki telaşı, bizim evdeki hararetli konuşmaları unutamam. Şu da çok ilginçtir, 2016’da sosyal ve kültürel alanda çalışmalarda bulunan, içlerinde benim de yer aldığım bir grup kadın, belli ilkeler çerçevesinde bir araya gelerek “Trabzon Cazıları” topluluğunu oluşturdu. Çeşitli başlıklar altında yılda bir kez yaptığımız festivalimizin dördüncüsüne sinema oyuncusu Selda Alkor’u da davet ettik. Kendisi 1967’de Trabzon’da çekilen ilk Türk filmi “Elveda”da başrolde oynamıştı. Yedi yaşındayken, arkasına takılıp “Artist geçiyor artist!” diye bağırdığım, hayranlıkla seyrettiğim, efsane film yıldızıyla yıllar sonra aynı sahneyi paylaşıp söyleşi yapacağımı birisi bana söylese, asla inanmazdım. Hayat galiba inanılmaz dediğimiz; basit, sıradan ama nadir karşılaşılan şeylerden oluşuyor.
Mahallemizin tanınmış simalarından aklıma gelenleri yazacak olursam:
Mahallemizin kasabı Hüseyin Aşut’un oğlu, gazeteci-yazar Attila Aşut.
Komşumuz Hayati ve Mediha Gürsü’nün çocukları, Tanju ve Temel Gürsü kardeşler (sinema oyuncusu, yönetmen, yapımcı).
Babaannemin arkadaşı, komşumuz Kebire Hanım teyzenin oğulları, efsane futbolcular Tuncay ve Köksal Mesci.
Kapı komşumuz Süha Akçay, 1967’de kurulan Trabzonspor Kulübü’nün 20 kurucu üyesinden biriydi. 1984 yılında Türkiye Futbol Federasyonu’nda yönetim kurulu üyeliği yapmıştır.
1943-1946 yıllarında Trabzon Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuş komşumuz Cevdet Akçay’ın torunu Osman Cevdet Akçay, 2023’te Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı’na atanmıştır.
Babaannemin can arkadaşı Seniye ve Mustafa Karamehmet’in kızı Bilge Şan, Türk halk müziği radyo sanatçısı ve film oyuncusuydu.
Ömer Turan: Sokağınızın kasabı Hüseyin amca sen daha dokuz yaşındayken 1969’da Ankara’ya taşınıyor. Yıllar sonra birisi, Facebook’taki bir yazısında, “Gündüzleri babasının Meydan’daki kasap dükkânında çalıştığını ve geceleri de matbaada gazeteler üzerinde sabahladığını” yazıyor. Sonrasını senden dinleyelim mi?
Ömer Turan: 1975 yılında Gençoğlu Sokak’tan 19 Mayıs Kapalı Spor Salonu’nun karşısındaki 40’lar Apartmanı’na taşındınız. Müstakil bir evden apartman yaşamına geçtiniz sonuçta. Orada da uzun yıllar yaşadın. Sana kent kitabı yazma önerisi geldiğinde 40’lar Apartmanı’nın olduğu alanı değil de Gençoğlu Sokağı yazdın. Hiç mi anısı yoktu sonradan taşındığın yerin ya da ayrıldığın sokağın çekiciliği neydi?
Dilek Bilge: 40’lar Apartmanı’nın anısı olmaz olur mu, gençliğim orada geçti. Kavak Meydan Mahallesi’ndeki anılarım, çocukluğuma göre daha yakın bir tarih ve daha net, daha çok; ama her şey Gençoğlu Sokak On Üç Numara’da başladı. İlk orayı anlatmasaydım kendimi yarım hissederdim. O sokak bir çocuk büyüttü, oraya gitmeye ihtiyacım vardı çünkü çocukluğum aynı zamanda yaralarımı da sakladığım yerdi.
Ömer Turan: Ses sanatçıları, tiyatrocular ve film afişlerini süsleyen yüzler… Bu üç alanda, çocukluğunun ve gençliğinin o dönemlerinden gözlerinin önüne düşenleri öğrenmek istiyorum, kimler geldi kimler geçti?
Dilek Bilge: Salih Güney, Seyhan Karabay ve Kardaşlar, Selma Güneri, Selda Alkor, Ekrem Bora, Seyyal Taner, Edip Akbayram…
Bir sokak aşağımızdan herkesin bildiği gibi Aysel Gürel geçti. Onun evine çok yakın bir evden yıllar sonra Bilge Şan ve Zafer Algöz geçti. Sunay Akın geçti. Ana caddemizdeki lokantasından türküleriyle İbrahim Can geçti.
Ömer Turan: Yaşadığınız sokağı, mahalleyi, ilçeyi, mekânları, esnafla olan ilişkinizi yazarken nasıl bir nostaljik duygu yaşadınız?
Dilek Bilge: Aklımda gittikçe silikleşen anılarım vardı; içimdeyse “Bir dahası yaşanmayacak, olmayacak…” duygusu. Düşünün ki, gözünüzü kapattığınızda orada bir yerin varlığını yakıcı bir şekilde hissediyorsunuz ama gidemiyorsunuz. Hafızanızda canlı olan her şey gerçekte çoktan yok olmuş, ölmüş. Ne sokakta o evler var, ne de o insanlar. Sizin onları yaşatmanızın, içinizden onlarla konuşmanızın hiçbir gerçekliği yok. Çok özlüyorsunuz… Özlediğiniz sizinle ama sarılmanız olanaksız. Boğucu bir şey bu. Çok boğucu.
Ömer Turan: Kitabınızda anlattığınız sokaklar, mekânlar, komşuluk ve sosyal birliktelik bugünden bakınca o zamanlara göre ne kadar değişti?
Dilek Bilge: Gençoğlu Sokak’ta oynayan çocuklara rastlanmıyor artık. Sokaklar oyun alanı olmaktan çoktan çıktı. Bahçeli evler yerini apartmanlara bıraktı. Birbirinin evine teklifsizce giren, yardım koşan, pişirdiği yemeği “Kokusu gitmiştir,” diyerek komşusuyla paylaşan insanların yerini, içe kapalı, evi ile işi arasına sıkışmış insanlar aldı. Ben bile yirmi yıldır oturduğum apartmanda komşularımın bazılarını tanımıyor; ancak merdivenlerde karşılaşırsam ayaküstü selamlaşıyorum. Zaman birçok şeyi değiştirdiği gibi sokakları ve oradaki insan ilişkilerini de değiştirdi. Televizyon, bilgisayar, cep telefonu bir komşunun, arkadaşın, dostun yerini almış gibi görünüyor. Bu, dayanışma ve paylaşma kültürünü ortadan kaldırdı, insanları bireyselleştirdi diye düşünüyorum. Bugünün çocuklarının yetişkin olduklarında sokakları nasıl anlatacağını merak etmiyor değilim. Sanırım hep yakınacağız kaybettiğimiz değerlerden ama o değerler her dönem farklı şeyleri ifade edecek. Zamansa sokaklarımızdaki tüm kum tanelerinin yerini değiştiren bir rüzgâr olarak esip duracak.
Anıları yazmak, unutulmaması için onlara sahip çıkmak ve paylaşmak; ne büyük bir çaba, nasıl bir romantizm. Kitabı da okumuş, aynı zamanda yaşananların bir bölümüne de tanıklık etmiş biri olarak Dilek Bilge’ye ne kadar teşekkür etsem az. O sokağın esnaflarından biri de babamdı. Babamla paylaşarak okuma şansım da oldu. Dilek Sönmez’e minnet duygularımı ifade etmek mümkün mü bilmiyorum. Yıkmamak, çocuklarımızın da o haline yakın bu sokakta anılarının olması ne büyük bir mutluluk olurdu. Aaah nerde? İyi ki yazıldı. Anlatabilecek bir kitap bar. Ne mutlu bize. Tekrar teşekkür ederim.