“Barış Ersin Aydın’ a”
Yıldızlı ve yağmurlu gecelerin ışıltısıyla daldın karanlığa. Arkanda usulcacık bir yalnızlık, nasırlı ellerinle tuttuğun küreklerin, karşında dev gibi dalgalar. Dalgalar dalgalandıkça korkun daha bir artıyor, sol göğsünün altındaki sızı yüzüne yavaşça yayılıyordu. Denizin hırçınlığına aldanmayan ellerin, kürek atışının santimetre karesinde büyüyor, yol alıyordu.
Çünkü bilirdin : yol almanın diğer adı yalnızlıktır.
Aradan geçen yılların sonunda tiz bir fren sesinin tüm sesi susturması, kasırgaların seni denize fırlatması, suları inciten bıçak dolusu kelimelerin. Yalnızlığın, yalınlığın ve kimsesizliğin. Gümbürdeyen tekne sesleri, cilalanmış kaportalar ve haykırışın teninde yanan ateşi. Deniz, acı ve sabır.
Çünkü bilirdin: Denizler, sabrın en acısıydı.
Korkunla yüzleşirken, çocukluğuna uzanırdı düşlerin. Mahallenin sokak aralarında koştururken “Nehir” in sana bakan bakışları, senin hızla artan kalp çırpıntıların, heyecandan terlediğin saatler, günler, geceler… Nehir’ler denizlerin göz yaşıdır derdin haftalarca. Nehir’lere her bakışında gözlerin yaşarır, küçüldükçe küçülürdün. Usul usul ellerinle dokunamazdın ellerine, sadece bakardın.
Çünkü bilirdin: dokunmanın diğer adı bakmaktı.
Bakmanın ağırlığıyla, kendini dev sulara bırakır, gün boyu deniz ile dinlerdin ruhundaki sızıyı.
Çünkü bilirdin: Deniz, en büyük melhemdir, ruhundaki sızıya.
Burnuna çarpan keskin deniz kokusu. Tuzlu meltemlerin sarmaladığı yüzün. Kuyu der, dalardın. “İnsan, insanın en büyük ulaşılmazıdır.”
Çünkü bilirdin : her kuyunun dibinde bir gözyaşı bekler.
Kara gözlerinin mavi sulara çarparken bıraktığı usulcacık yara… Oltan. Balıkların önüne serdiğin yüreğin… Hüznün… Yoksunluğun… Sızlayarak acıyan kalbin…
Çünkü bilirdin: yarası geçse de acısı geçmiyordu bazı şeylerin.
Gün boyu denizde kalmanın, umutla bir şeyler beklemenin yorgunluğuyla çıktın karaya. Umudun umutsuzluğundan umutla bahsettiğin gecelerin başlamak üzereydi. Sararmış ellerin, boyası dökülmüş teknen. Hüznünle eğip büktüğün ince hasırın. Yarasını iyileştiricesine onarıyordun kimi yerlerini.
Çünkü bilirdin: her yaranın bir saranı vardır.
Kafanda bin bir türlü dalgınlığın, eve gitmenin telaşı, bekleyen kalabalık. Elinden kayan hissizlik… Alın yazın, yoksulluğun.
Çünkü bilirdin: her evin bir kalanı vardır.
Tüm bunların ağırlığıyla eğdin başını, bir düğüm daha attın yer yer dökülen hasıra. Düğümün sızısı iliklerine işlenince hırsla çaktın dede yadigarı çakmağını. Deniz’e bakan dalganın o yumuşacık sesiyle gömüldün yalnızlığın yalınlığına.
Çünkü bilirdin: her uyanış bir yok oluştur yoklukta.