“Bizdeki nesir alanında yenileşme hareketleri henüz çok yeni dönemlere denk geliyor; ancak şiir konusunda gereksiz bir tevazu göstermeden iyi ki bu topraklarda dünyaya gelmişim diyebiliyorum. Hiçbir ülke ile kıyaslanmayacak güzellikte bir şiir geçmişimiz olduğu apaçık bir gerçektir.”
Cüneyd Ensari: Sevgili Berat öncelikle hoş geldin, nasılsın?
Berat Korkmaz: Teşekkür ederim Cüneyd, iyiyim, sen de iyisindir umarım?
Cüneyd Ensari: Soran kişi açısından yalın ama yanıtlayan kişi açısından bir o kadar derinlikli olan bir soruyla başlayalım Berat. Neden Ejderhanın Üflediği?
Berat Korkmaz: Elbette birçokları gibi anlatacak güzel bir hikayem olsun isterdim bu konuda fakat pek de öyle elle tutulur bir sebebi yok. Bu konuyu açıklığa kavuşturmadan önce birkaç şey anlatmak isterim. Ben salt şiire, hatta şiirin kendisine de değil, dizelerin kendisine odaklanmışımdır hep. Böyle olunca da hiçbir zaman bir kitabım çıksa ismi ne olur diye düşünmedim. Elle tutulur 15-20 kadar şiirim olduğuna kanaat getirdiğimde ancak bu düşünce dank etti aklıma. Sonrasında arkadaşlarla uzun uzun düşündük, araştık, konuştuk bazı isimler de bulundu fakat hiçbiri aramızda tam tekmil kabul olunmadı. Bunlardan bazıları şöyleydi: Hayaletin geçemediği duvar, her boşluk ölüm uçurumudur, sudaki ayna, ufku daralan gölge, gövdeyi taşıyamayan kan… velhasıl dediğim gibi hiçbiri tam sinmedi içimize.
Bir gün Üsküdar ya da Sirkeci’den metrobüsle geri dönüyorduk. Yanımda Kadir vardı. Kadir Tepe. Yine kitap ismi üzerine konuşurken ejderha ismi atıldı ortaya. Ejderhanın Üflediği dedik sonrasında ve nedense çok ama çok beğendik bu ismi. Fakat şaşırtıcı olanı kitabın hiçbir yerinde ejderhadan bahsetmediğim gibi muhteva açısından da uygun bir isim olmadığını düşündüm. Neden sonra kendi şiirim üzerine düşünürken şiirlerimin özünün hep bir belirsizlik vadettiğini anladım. Bu isim de yani Ejderhanın Üflediği tam böyle bir isimdi. Nedir ejderhanın üflediği? Alev. Biz öyle demedik. Arafta bıraktık, yarım bıraktık ismi. Okur isterse buna “ölüm” desin isterse “hayat” zaten böyle de bir varlıktır ejderha. Mitolojilerde anlatılır durur hep. Kapağı hazırlarken de ne bir alev koyduk ne de buna benzer bir şey. Kim ne üflesin istiyorsa onu üfleyecek bizim ejderhamız. Sonrasında bu isimle son bir şiir yazdım kitabım için. Bunu da sevgili Kadir’e ithaf ettim.
Cüneyd Ensari: Şiirlerinin bazı kısımlarında bazı kelimelerle sık tekrarlamalar yaptığını görüyoruz Berat. Örneğin “su ağlarken” şiirinde olduğu gibi. Bunun kendi şiirine katkısını nasıl tanımlıyorsun?
Berat Korkmaz: Şiiri elbette diğer türlerden ayıran birçok şey bulunabilir. Bunlardan en önemlisi benim için ahenktir. Şiirin bize bahşettiği en önemli şeydir bence ritim, müzik… Tekrar eden kelimelerin bu kadar sık olmasının sebebi budur; ancak “su ağlarken” benim diğer şiirlerimden farklı bir yerdedir. Kendi şiir anlayışımdan uzakta, denenmiş daha doğrusu denenmeye çalışılmış bir şiirdir. Su bir analojidir. Neyi anlatır peki? Bundan bahsetsem tüm büyüyü bozmaktan korkarım. Yine de bir çıldırış bir bocalayıştır bu şiirde tekrar eden dizeler, kelimeler. Arada kalmışlık, ne yapacağını bilememektir. Ancak su nedir? Bunu okura bırakmak isterim.
Cüneyd Ensari: Ingmar Bergman’dan çokça alıntı yaptığını görüyoruz. Aslında kitabın bölümlerinin başlarında sadece Bergman’dan değil birçok yazardan ve yönetmenden alıntı yaptığını görüyoruz ama Bergman’ın eserlerinin sendeki yerini merak ediyorum şahsen Berat ve Bergman’ın senin için nasıl bir kişilik olduğunu?
Berat Korkmaz: Ben hep ölümü düşünürüm. Bir Berat var ki bende hep erkenden öleceğini düşünür ve bir diğeri de sonsuz bir yaşama aşkıyla sarılır hayata. İkinci Berat gündelik hayatta çok işime yarıyor ancak bana şiir yazdıran hep birinci Berat olmuştur. Ölümü anlatmak şiirimizde yeni bir şey olmasa da anlatmaktan vazgeçemediğim ve insanlara biraz da benden taraf bakın demek için anlatırım ölümü. Bergman da yine ölüm düşüncesindeyken girmişti hayatıma. İlk filminde henüz, Yedinci Mühür’de beni kendisine hayran bırakarak benim şiirde anlatmak istediğimi sinemada yapmış diye bir ukalalıkta bulunmuştum. Sonrasında Persona, Yaban Çilekleri, Güz Sonatı… Anlayacağın ne kadar Bergman filmi varsa bir çırpıda izledim hepsini. Bergman filmleri ve sonrasında onun izinden giden yönetmenler çoğu kez ilham olmuştur bana. Daha o zamanlar bu denli beni etkileyen bir yönetmene hakkını vermek için filmlerinden notlar alırdım kendime. Bir ahde vefa olarak görebilirsin bu durumu. O notları epigraf olarak kullandım kitabımda.
Cüneyd Ensari: “31’in provası” isimli şiirini Sylvia Plath’a ithaf ettiğini görüyoruz. Plath’ın günümüzdeki bilinirliği çoğunlukla Nilgün Marmara’ya benzer bir ölüm şeklinin olmasından kaynaklanmaktadır aslında. Sen şiiri bu sebepten dolayı mı Plath’a adadın yoksa takdir ettiğin ve kendini ona yakın hissettiren başka yönler var mıydı?
Berat Korkmaz: Bir önceki soruya verdiğim yanıt, bu soruyu da açıklığa kavuşturuyor aslında. Kitabımda yaptığım alıntılar, epigraflar hep aynı çerçevede geziyor: Ölüm. Marmara’yı Plath’tan önce okumuştum ancak bu şiiri Plath’a adamamın sebebi, şiirimi onun bir dizesi üzerinden oluşturmuş olmam. Bahsi geçen dizede Plath ölüm için:
“Bir gün yok ki senden haber gelmesin/Belki Afrika’da geziyorsun ama beni düşünüyorsundur.” der. 31’in provası ise tevriyedir. Başlıktan anlaşılan her ne kadar mastürbasyon olsa da kastettiğim Plath’ın vefat ettiği yaştır.
Cüneyd Ensari: Ejderhanın Üflediğini biraz kendi haline bırakıp dışarıya açılmak istiyorum. Sence Berat, Türk şiiriyle dünya şiiri arasındaki farklılıklar neler? Dünya şiirinden almamız gereken şeyler yahut dünya şiirinin Türk şiirinden alması gereken şeyler neler? Dünya çapında bize tavsiye edeceğin şairler ya da daha geniş kapsamda eserler var mıdır?
Berat Korkmaz: Ne yazık ki bu konuda arkadaşlarımdan biraz geriyim. Çünkü eser okuyabilecek derecede iyi bir İngilizce’ye sahip olmadığım gibi başka da bir dile yatkınlığım yok. Bu yüzden çeviri eser okumakla yetiniyorum. Roman ve hikayelerde çeviri esere olumlu bakmakla beraber kitabın büyüsünün genel anlamda bozulduğunu düşünmüyorum; ancak şiir konusunda aynı düşüncelere sahip değilim. Her ne kadar mecbur kaldığım için çeviri şiir okusam da şiiri kendi dilinden okumadıktan sonra çok da bir kıymeti harbiyesi kalmıyor.
Türk şiiri ve dünya şiiri arasındaki farklılıklar konusu. Roman ve hikâye konusunda her zaman batının gerisinde olduğumuzu düşünmüşümdür. Bizdeki nesir alanında yenileşme hareketleri henüz çok yeni dönemlere denk geliyor; ancak şiir konusunda gereksiz bir tevazu göstermeden iyi ki bu topraklarda dünyaya gelmişim diyebiliyorum. Hiçbir ülke ile kıyaslanmayacak güzellikte bir şiir geçmişimiz olduğu apaçık bir gerçektir.
Bir diğer soruya ise şöyle yanıt vermek isterim: Bir ülke başka bir ülkeden şiir adına bir şey alıp veremez. Bence her şiir ancak kendi kültürünü yansıtır, anlatır. Belirli bir çerçevede gezer. Başkasını gelip koymaya çalışsanız eğreti durur, olmaz. Ancak alınacak şey yenir söylem yahut nazım biçimi olabilir.
Şair ya da eser tavsiyesine gelecek olursak kitabımda adı geçmeyen şairlerden bahsetmek istiyorum. Borges’a özellikle görme duyusunu kaybettikten sonra yazdığı şiirlere ciddi hayranlık duyuyorum. Yazdıkları, cesareti ve genç yaşta vefatına karşın edebiyat dünyasında adını anmadan geçemeyeceğimiz bir başka isim de Rimbaud. Başkaca Mayakovski’den bahsedilebilir ve elbette onun taşralı sıkı dostu Sergey Yesenin’den de bahsetmeden geçmemeliyiz. Yine Furuğ döneminde önemli bir duruş sergileyen, sesini bulan şairlerden biriydi. William Blake, Neruda, Baudelaire, Aragon, Verlaine, Anne Sexton, Brecht… şimdilik aklıma gelenler.
Cüneyd Ensari: Peki Berat bu her şaire sorduğum klasik bir soru oldu artık ama seni de es geçmek istemiyorum. Şairin bütün şiirleri kendisi için ayrıca özeldir. Fakat belli başlı birkaç tanesinin yeri farklı bir yer edinebiliyor. Sende de farklı yer edinen şiirlerin var mı, varsa hangileri?
Berat Korkmaz: Kitapta toplam 17 şiir bulunuyor. Bunların içerisinde yedi tane şiir var ki hem işin mutfağında büyük bir zevk aldım hem de yazdıktan sonra gelen tepkiler bunların diğerlerine oranla ön planda olduğunu bana gösterdi. Hepsini tek tek sayarak sizi sıkmayacağım ancak başlıca üç tanesine değinmek istiyorum. İlki, dedim insan gitmekten yapılma bir soygundur. Bu şiir özel hayatımda çok farklı bir yere sahip. Hatta şiir serüvenime yeni bir soluk getirdiğini düşündüğüm için kitabın ilk şiiri olarak seçmiştim onu. Bir başka olarak lanetlenmiş çocukların göğsüne denk düşen tüfenk. Bu şiir üzerine de müsait bir vakit uzun uzun konuşmak isterim. Son olarak arkadaşlarımın “ya senin bir şiir vardı, neydi o? Leblebi falan diyordun.” Dedikleri şiir: Yorgun ve hatalı günlerin yitirilen ırmağı. Bu şiir çok sevildi ancak hoşuma gitmeyen tarafı herkesin aklında leblebi olarak kaldı. Bu şiir de kitabımın son şiiri. Arka kapak şiirini de yine bu şiirden seçmiştim.
“her kepenk kapanıyor tek tek
Yani ‘my baby shot me down
(bang
bang)’”
Cüneyd Ensari: İki şiirinin başında sırasıyla “gülesi gelene” ve “ölesi gülene” şeklinde ithaflar geçiyor. Peki sence Berat gülesi gelenler kimdir, ölesi gülenler kimdir?
Berat Korkmaz: Önce seni tebrik etmem gerekiyor. Her iki kısmı da iyi fark etmişsin; ancak burayı açıklarsam bahsi geçen şiirler tüm efsununu yitirecek ve yapay görünecek zannımca. Her soruya açık açık verdiğim yanıtlardan cesaret bularak bu soruyu cevapsız bırakmak istiyorum.
Cüneyd Ensari: Sorularımı yanıtladığın için teşekkür ederim Berat. Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Berat Korkmaz: Vakit ayırıp bunca soru hazırladığın ve hoş sohbetin için teşekkür ederim Cüneyd. Sağlıcakla..