Mustafa İbakorkmaz’ın ilk romanı olan Gezgin Dervişin Kamburu/Risale-i Dürriye, Kadir Danış editörlüğünde Ketebe Yayınlarından yayımlandı ve Mart 2020’de okurla buluştu; kitap 84 sayfa.
Kurgusal ince kitaplar novellayı, kısa öyküleri, fragmanları, aforizmaları çağrıştırır genelde. Günümüz okurunun alıştığı Zweig’ın, Marquez’in novellaları, Bernhard’ın otobiyografik kitapları gibi kitapları hatırlatır deneyimli okurlara. Yazarlar için ise kısa metinler her zaman daha zorludur. İnce kitapların rafta görünmesi güçtür. Olumlu bir yanı da yok değildir bu durumun; keşif yapmak isteyen okurlar için bulunmaz bir fırsattır. Bu nedenle İbakorkmaz’ın böyle bir metinle okurun karşısına çıkması gerçek anlamda bir cesarettir. Deneyimli yazarın ilk kitabı olmadığı için bu cesareti göstermesi İbakorkmaz okurları tarafından yadırganmayacaktır.
Roman üç bölümden oluşuyor: Giriş, Risale-i Dürriye, Kaplumbağa
Mustafa İbakorkmaz, “Tarih karanlıktır, karmaşıktır, büyülüdür, zevklidir.” cümlesiyle başlayan romanın önsözünde, bizi bu büyüye ve okuma zevkine davet ediyor. Romanlarda önsözlerin romana ne kadar dâhil edildiği tartışılsa da sonuçta kitaplar her zaman yedinci sayfadan başlar klişesine uygun düşünürsek bu önsöz de kurgunun bir parçası olarak değerlendirilebilir. Nitekim bu sunu “İnsanız ve kendimizi arayıp duruyoruz.” cümlesiyle roman içeriği hakkında bize ipucu veriyor. Bir gezginle/dervişle karşılaşma beklentisi oluşturuyor.
Romanın bir risale olmasından kaynaklı ezoterik (ya da tasavvufi) bir çalışma olduğu beklentisini ve kurgusal tattan uzak olabileceği öngörüsünü, sayfalar ilerledikçe alt üst ediyor yazar. Risale kelimesi TDK sözlüğünde kitapçık, broşür anlamlarına karşılık geliyor. Genelde dinle ilgili konuları çözümlemek için hazırlanan kitapçıklardır. Evet, kitap bir risalenin kapsadığı bütün ögeleri taşıyor. Yazarı hakkında bilgiler, yararlanılan kaynaklar, yazarının hayat hikâyesi, mektupları, konuşmaları, anekdotları, nükteleri vs. Sabit fikirlilerin hiç hoşuna gitmeyecek yorumlar görüyoruz din, felsefe ve ahlakla ilgili. “Madem zorbalık yapacaksın, neden Tanrı’nın kelamıyla bunu yapmaya kalkışıyorsun. Madem eşkıyalık yapacaksın, neden seçkin nebinin güzel sözlerini silah ediniyorsun?” (s.40) “Ey aziz! Bil ki dalkavuklar her ne kadar hor görülmeye göze alacak işlerle uğraşsalar da akıllı dalkavuğun ilm-i siyasete vukufu padişahtan üstünse, dalkavuk padişahı yönetir. Padişah da kendini padişah zannederek dalkavuğun soytarısı olur.” (s.49) Yüz yıllardır değişmeyen algı ve görüşlerin eleştirisini yapan Ebu Dürr üzerinden yazar bize değişen hiçbir şeyin olmadığını gösteriyor.
Aslında hakkında yazılması zor bir kitap Gezgin Dervişin Kamburu. Gerçeklerin kurguyla, kurgunun gerçekle karıştığını gördüğünüzde, yazarın sizi nasıl da bir zekâ oyununa dâhil ettiğini fark edemiyorsunuz. Akademik bir çalışmanın gerektirdiği okuma moduna geçtiğinizde ise yazar, size bu metnin bir kurgusal metin olduğunu hatırlatıveriyor, hem de zekice. Alıntıladığım dipnotta yazar sinema aktörlerinden oluşturduğu bir kurgu ismi, akademik sıfat da ekleyerek, bilgi kaynağı olarak veriyor. “Doç.Dr. Jean Claude Van Belmondo, Sahte Mesihler, Paris, 1876” (s.20)
Bilim ve düşün dünyasında oynanan iktidar oyunlarından kahramanımız da nasibini alıyor. Liyakat sahibi insanların emeklerinin karşılık bulamadığının ve kendi yolunu çizmeye zorlanmasının hiç de yeni bir şey olmadığını görüyoruz. Yine de buna karşın ilim ve düşün dünyasında var olan usta çırak geleneğinin verimliliğinin de insanlığa katkılarının da yadsınamaz olduğunun altını çiziyor, İbakorkmaz bu romanında.
- yüzyılda bir ilim insanının, icazet alması gerekirken uğradığı haksızlık nedeniyle kendini yollara vurup diyar diyar gezerek düşüncelerini ve başından geçenleri not aldığı bu anlatıyı okuduğunuzda Siddartha veya Santiago (Simyacı’nın kahramanı) ile bir anda zamanda yolculuk yapıyor hissine kapılıyorsunuz. Biraz daha ileri gidersek, kendinizi bir Uzakdoğu felsefesinin öğretisi içerisinde, beyaz perdeye göz kırpan sinematografik bir anlatımla, büyülenmiş hissediyorsunuz. Risale-i Dürriye bölümünden örnek verelim. “Tek başına oturuyor, handaki diğer yolcuları müşahede ediyordu. O esnada hana kalabalık bir tüccar topluluğu girdi. Kârlı bir alışverişten döndükleri her hallerinden belliydi.[…]” (s.35)
“[…]içlerinden en muzip olanı ihtiyarı gözüne kestirdi ve ona şöyle hitap etti: ‘ey ihtiyar! Bu yaşına gelmişsin. Yaşlılığın bilgeliğiyle söyle bakalım. Yaşamak denilen şey nedir?’ […] ‘Yaşamak merak etmek ve istemektir.’”(s.36)
“Akıllı olanlar daha az çiğnenmiş yerden yürürler.”(s.34)
Zemheri, risalenin sonuna Kaplumbağa başlıklı bir bölüm ekler ki romanın en keyifli kısmı kanımca burasıdır. Usta, kamburu nedeniyle kaplumbağa denilerek alay edilen Yang ile karşılaşır. Gui adını verdiği genç öğrencisiyle yaşadıkları bu kısa romanın doruk noktasına ulaştığı bölümdür. Bu bölüm bize izlediğimiz Uzakdoğu filmlerindeki Kung-Fu öğretilerini andırır. Bilim ve erdemin önemini kavrayan Gui, hayata tutunmayı ve başarılı olmayı öğrenir.
Daha fazla alıntı da verebileceğimiz felsefi konuşmaların, düşüncelerin yer aldığı romanda altını çizeceğiniz cümlelere baktığınızda kitabın tamamını çizeceğinizden endişe ediyorsunuz. Bu eserde yazarın kelime dağarcığının ne kadar geniş olduğuna da tanık oluyorsunuz. Giriş bölümünde de Mustafa İbakorkmaz, şiir manifestosu niteliğindeki Şair ile Şiir mesnevisi başlığı altında “onu kelimelerin sütüyle beslemek zorunda kaldılar.”(s.25), diyerek bu zenginliğin kaynağını işaret ediyor. Yazarın 1968 doğumlu olduğunu hatırlatarak ilk romanı için neden bu kadar beklediğini de sorgulamadan edemiyoruz.
İbakorkmaz, ilk romanıyla, yazarlığının olgunluk aşamasında verdiği bu eserle kitaplığınızda olmayı hak ettiğini gösteriyor.