Bundan yıllar önce Güneş Sistemi dışındaki bütün gezegenler, yalnızca bilimkurgu yazarlarının ilgi alanına giriyordu. Oysa yakın geçmişte, Güneş Sistemi’nin dışında kalan uzayda sayısız “ötegezegen” keşfedildi. Hatta siz bu satırları okurken, astrofizikçiler yeni bir tane daha keşfettiler bile… 20. Yüzyıl’a girerken Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Uranüs ve Neptün’den oluşan sekiz gezegeni ve cüce gezegenler Seres ile Plüton’u biliyorduk. Hatta bu gezegenlerin pek çok özelliğini detaylandırabiliyorduk. İlk dört gezegen, karasal gezegenler olup sert yüzeyleri ve ince atmosferleri vardı. Diğer dört gezegen ise birer gaz deviydi. Ancak, bildiğimiz çok daha önemli bir şey vardı: Bizim dışımızdaki dünyalar bunlardan ibaret değildi…
Geçtiğimiz aylarda Say Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan Gezegen Fabrikası, bugüne dek ismini bile duymadığımız, varlıklarından bihaber olduğumuz bu yeni gezegenlerin hikâyesini anlatıyor. Ötegezegenler ve İkinci Bir Dünya Arayışı alt başlıklı çalışma, bir gezegenin keşfedilme yöntemlerinden tutun da yıldızları çevreleyen ötegezegenlerdeki yaşam ihtimallerine değin merak edilen pek çok soruyu yanıtlıyor. Kitabın yazarı Elizabeth Tasker, zamanını bir bilgisayarın içinde yapay evrenler kurgulayarak geçiren bir astrofizikçi. Kuramsal fizik okuduktan sonra yolu Oxford’dan geçmiş. Şimdilerde Japon Havacılık ve Uzay Ajansı’nda yardımcı profesör olarak çalışmakta.
Tasker, yılların birikimine sahip iyi bir bilim anlatıcısı. Zira bu kadar çetrefil bir mesele üzerinde her yaştan okurun ilgisini çekecek biçimde kalem oynatmak, uzmanlık dışında hayatın algılanışına dair engin bir derinlik de gerektiriyor. Lafı uzatmadan soralım o hâlde: Yaşama elverişli bir başka gezegen bulmamıza ne kadar zaman kaldı? Gezegen Fabrikası, bu heyecan verici soruyu da yanıtsız bırakmıyor. Ama bunun cevabını kavrayabilmemiz için, öncelikle ötegezegenlerin nasıl oluştuğunu iyice anlamamız gerektiğini vurguluyor. Uzaydan dünya atmosferine giren taşlar, meteorlar (veya göktaşları) olarak bilinirler. Dünya’nın atmosferine çarpmak bir taş için tehlikeli bir eğlencedir, çünkü hava, taşın hareketine, uzay boşluğunun gösterdiğinden çok daha fazla direnç gösterir. Bir meteor atmosfere dalış yaptığında, önündeki havayı hızla sıkıştırır; bu da sıcaklığın hızla ve çok fazla yükselmesine neden olur. Atmosferin oluşmadığı bir ortamda ise kütle çekimi, çevredeki malzemeyi yıldızın içine tıkmada kendini başarılı görebilir, ancak iş başındaki tek kuvvet o değildir. Gökada’nın kendi dönüşü ile kıyılara itilmiş durumu ve yakınlardaki diğer gaz bulutu topakları ile etkileşimi nedeni ile doğumevi içindeki gaz da dönme hareketi yapmaktadır. Hamurun döndürülerek pizzaya dönüştürülmesi gibi, yıldız da dönmekte olan bir gaz diski ile çevrelenir. Gaz çöküp soğudukça toz zerrecikleri durumundaki parçacıklar, suyun donmasıyla ortaya çıkmış gaz kristallerine benzer şekilde, diskte yoğunlaşırlar. Bu minik zerrecikler gaz bulutu içindeki tozlara yapışarak yıldızı çevreleyen ilk katıları oluştururlar. Gezegen oluşumunun en erken evresi budur.
Bu kitap, yaklaşık üç bin beş yüz tane ötegezegenin öyküsü… Tasker bize Hollywood’un bile öngöremediği çeşitlilikteki dünyaların gaz ve toz parçacıklarından oluşmasını anlatıyor. Bugün biliyoruz ki, bu dünyalardan en az bir tanesinde, neler olup bittiğini soran zeki bir yaşam formu ortaya çıkmış: İnsan. Bu yaşam formuna şu tek noktayı hatırlatırız: Bu kitaptaki her şey birer sorgulama ve görünen o ki sonsuz uzayla işimiz daha yeni başlıyor…
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.