1. Tam adı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’ydi. 30 Ekim 1821’de Moskova’da fakir halkın ücretsiz tedavi edildiği Yoksullar Hastanesi’nin bir eklentisinde yer alan, koca ıhlamur ağaçlarıyla çevrili bir evde, ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldi. Hastanenin o sefil ortamı, Dostoyevski’nin daha sonra yazacağı eserler için bir ilham kaynağı olmuştur. Babası onun doğduğu hastanede doktorluk yapmaktaydı. Alkol bağımlısı babası, oldukça sert yapıda ve sinirli bir adamdı. Annesini küçük yaşta kaybeden Dostoyevski’nin hayatı hep zorluklar ve hastalıklar içinde geçmiştir. Epilepsi hastası olan Dostoyevski’nin melankolik bir ruh haline sahip olduğu söylenir. Dostoyevski yaşadığı bu durumu kendi lehine çevirmiştir. Özellikle Budala romanında epileptik bir nöbeti, tüm ayrıntılarıyla çarpıcı bir şekilde tarif etmiştir. Romanlarında pek çok epilepsi hastası karakter de yer almıştır. Bunların içinde Budala’daki Prens Mişkin ve Karamazov Kardeşler’deki Smerdyakov en bilinenleridir. Rahatsızlığı ve yaşadığı zorlukları da bir şekilde romanlarına katan Dostoyevski, eserlerinde yazdığı çok katmanlı karakterleriyle ve bu karakterlerin yaşadığı çok katmanlı hikâyeleriyle bizlere her biri birer ders niteliğinde onlarca kitap bırakacaktır. Ben bunun Dostoyevski’yi okumak ve sevmek için güzel bir neden olduğunu düşünüyorum.
2. Dostoyevski; insanın iç dünyasını ve anlam arayışını edebiyata başarılı bir şekilde aktararak türünün ilk örneğini veren önemli bir edebiyatçıdır. Yazdıklarıyla kendine ait bir ekol oluşturmuş ve bu da onun günümüze kadar değerinden hiçbir şey yitirmeden gelmesine olanak sağlamıştır.
3. Dostoyevski’nin romanlarında her okur kolaylıkla kendini romandaki karakterle özdeşleştirelebilir. Bu da onun yazdıklarının daha rahat okunmasını ve herkes tarafından daha rahat anlaşılmasını sağlar.
4. “İnsan bir sırdır ve eğer tüm yaşamını bu sırrı çözmeye harcıyorsan o zaman boş yere yaşamış olmazsın. Ben bu sırrı çözmeye kendimi adadım. Çünkü ben bir insan olmak istiyorum.” demiştir Dostoyevski. İnsan odaklı yazdığı eserlerde, her şeye rağmen insandan umudunu kesmemiştir. Bu da Dostoyevski’nin insana verdiği değerin en büyük kanıtıdır. Dostoyevski okumak için belki de en güzel neden bence budur.
5. İnsancıklar, Dostoyevski’nin 1846 yılında yazdığı ilk romanıdır. Döneminde çok büyük övgüler alan ve Dostoyevski’nin halen daha en sevilen romanlarından biri olan İnsancıklar, Devuşkin ve Varvara’nın mektupları üzerinden aslında yoksul ve çaresiz insanların hayatını anlatır. Peki İnsancıklar romanı neden hala okunmaktadır? Neden hala çok sevilmektedir? Bunun cevabını Sabri Gürses şöyle açıklamaktadır: “İnsancıklar, Dostoyevski’nin ruhunu ve evrenini eserlerinde anlattığı Petersburg’un dünyasını ilk kez ortaya çıkaran bir kitap olması nedeniyle okunmaktadır: Yaşlı Devuşkin ile genç Varvara’nın bir avlunun karşılıklı iki odasında oturduğu ve birbirleriyle yazıştığı bina, Dostoyevski’nin özellikle ilk dönem eserlerinin neredeyse bütün kadrosunu, bütün o yoksul, dar gelirli insanları, memurları, ev sahibelerini, subayları vb. barındırmaktadır. Diğer bütün eserlerin, örneğin Beyaz Geceler’in, Yeraltından Notlar’ın, Ezilenler’in ve Delikanlı’nın kadrosu buradadır – hatta Raskolnikov’un bile hezeyanlı planlarını Makar Devuşkin’in ve büyük olasılıkla Bay Proharçin’in de oturduğu bu binanın çatı katında yaptığını hayal etmek zor değildir. Bu roman, Dostoyevski’nin dünyasını, onu bir yazar yapan dünyayı neredeyse tam kadrosuyla ve Dostoyevski’nin hayalindeki ilk haliyle sergilemektedir.”
6. Dostoyevski’yi okumamız için bir diğer neden ise Dostoyevski’nin pek çok insana ilham kaynağı olmasıdır. Pek çok insan ondan nasıl etkilendiğini ve ona nasıl hayran olduklarını şöyle anlatmıştır: Thomas Mann, Dostoyevski’yi “Doğunun Dante’si; Maksim Gorki ise “Rus Shakespeare’ı” olarak nitelendirir. Sigmund Freud, “Dostoyevski ve Baba Katilliği” (1928) adlı eserinde “Dostoyevski’nin sanatçılık bakımından Shakespeare’in hemen yanında yer aldığını”, “Karamazov Kardeşler ile hiçbir romanın boy ölçüşemeyeceğini” söylemiştir. Nobel edebiyat ödüllü, hümanist ve ahlakçı Andre Gide, “Dostoyevski’de Rembrandt ya da Beethoven’da olduğu gibi, hiçbir yumuşama olmadığını söyleyerek onun eserlerini, Rembrandt’ın derin anlamlı bir resmine bakarak çizilmiş kara kalem resimlere benzetmiştir.” Kafka’nın Dönüşüm hikâyesinin ilham kaynağı Dostoyevski’nin Timsah’ıdır. Camus, Sartre gibi Varoluşçu yazarlar da Dostoyevski’den ilham almışlardır.
7. Dostoyevski sadece edebiyatçılar için ilham kaynağı olmadı. Freud psikanalizi teorize ederken Dostoyevski’nin eserlerinden yararlandı. Alman filozof, kültür eleştirmeni, şair ve besteci Friedrich Nietzsche (1844-1900) de Dostoyevski’nin edebiyatçı kimliğinin ötesinde bir değer taşıdığını ifade etmiştir. Dostoyevski’nin ruhbilim konusunda ona bir şeyler öğreten tek kişi olduğunu söylemiştir.
8. “Bana gelince, sizlerin ancak yarı yarıya yürütmek yürekliliğini gösterdiğiniz şeyleri ben sonuna dek götürmekten başka bir şey yapmadım yaşamımda.” demiştir Dostoyevski. Kendisine hak vermemek ne mümkün. Belki de onun bahsettiği yarım bıraktığımız şeyleri tamamlayabilme cesaretini gösterebilmemiz için Dostoyevski okumalıyız. Bence denemeye değer.
9. Dostoyevski Mayıs 1880’de, Puşkin için dikilen bir anıtın açılış töreninde yaptığı konuşmasında, “Her milletin kendine özgü karakteristik bir simgesi var: “İngilizler dakikler, Estonyalılar yavaşlar ama Ruslar dünyada bulunan tüm insanlara ait özellikleri kendinde taşıyor ve en önemlisi de acı çekme yeteneği.” demiştir. Dostoyevski’nin söylediği gibi, Rus insanına ait bu özellikler onun eserlerindeki karakterlerinde de yaşamaktadır. Dönemin insanını anlamak için Dostoyevski okumak işte bu nedenle akıllıca bir karar olacaktır.
10. Ayrıca Dostoyevski’nin romanlarının o dönemin insanlarından çok çağdaş insanlar için yazıldığı da düşünülürse şimdiki insanın da kendini tanımak için muhakkak okuması gereken bir yazardır Dostoyevski. Bu konuyu Amar Purevdorj’un doktora tezinde şu şekilde örneklendirir. “Pratik ve sağduyulu çağdaş toplum insanları için Karamazov’lar, birbirinden farklı dört deliden başka bir şey olmayabilir. Fakat dört farklı kişiliğe sahip bu dört genç adamda her okur kendisine ait bir karakteri görebilir. Dostoyevski’nin romanları iki yüzyıl önce yazılmış olmasına rağmen çağdaş dünyada “insan olma sorununa” sosyolojik açıdan büyük katkıda bulunmaktadır. Sistematik bir biçimde incelendiğinde insan ve insan ilişkilerini anlamada farklı görüşler taşıyan bu romanların karakterlerinin hem birey olarak kendimizi anlamaya hem de çevremizdekiler ile daha açık ve daha derin ilişkiler kurmamıza faydalı olabilecekleri düşünülebilir.”
Keyifli okumalar dilerim.
Bu yazımda Amar Purevdorj’un “F. M. Dostoyevski’nin Romanları’ndaki Karakter Çerçeveleri’nin İncelenmesi” isimli doktora tezinden ve Dostoyevski’nin Can Yayınları’ndan çıkan İnsancıklar-Beyaz Geceler isimli kitabında yer alan Sabri Gürses’in “Bir Büyük Yazar Doğuyor” başlıklı yazısından faydalandım.