Uzun yıllardır yayıncılık, gazetecilik ve editörlük yapan Berlin doğumlu yazar Detlef Bluhm’un kaleminden Tütün Kolomb’dan Davidoff’a adlı kitap Zehra Aksu Yılmazer‘in çevirisiyle dilimizde.
Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfiyle dünyanın tamamını etkisi altına alan bir bitkinin, tütünün toplumsal yaşam üzerindeki muazzam etkisinin izini sürüyor Berlinli yazar Detlef Bluhm. Edgar Allan Poe, Arthur Conan Doyle, Sigmund Freud, Walter Benjamin, Robert Musil, Albert Einstein, Jean Paul Sartre, Albert Camus, Ernesto Che Guevara gibi pek çok önemli isim ise düşünceleri, eserleri, yaşamlarıyla eşlik ediyor tütünün kültürel tarihine.
KİTAPTAN ALINTILAR
“Tütün tiryakileri, siz bu duyguyu bilirsiniz! Bu meret doğayı güzelleştirir, hayatın tüm zorlukları önemsizleşir, hayat kolaylaşır, zihin açılır, kasvetli düşüncelerin gri bulutları mavileşir; ama ne garip bir etkidir ki nargile, puro ya da pipo söndüğünde bu operanın perdesi de iner.”
“Tütünü sadece yakmakla kalmayıp tutkusuna da zaman ayıran insan için keyif çatmak (keyif çatmak eski bir kavram, bugün buna ‘zamanım var’ deniyor, sanki zamana sahip olunabilirmiş gibi), tütünle ayrılmaz bir bütündür.”
“Uzun bir macerası vardır tütünün. Dev bir kültür yaratmıştır. Bu kültürün ardında her ne kadar macera ve tehlike varsa da, piramitler ya da Himalaya gibi korunmalıdır, zira insanın ve hayatının bir parçasıdır. Tütün hayatımızın bilincine varmamızı sağlamıştır ki, bu her şeye değer.”
“Erkeğin doymak bilmeyen erotik fantezileri, tütün ve kadını birleştiren bir başka klişe daha yaratmıştır: Küba purolarının kadın işçilerin çıplak baldırlarının üzerinde sarıldığı efsanesi. Geçen yüzyılın ortasında muhtemelen Fransız bir muhabir tarafından yayılan bu zırva hikâye, hayli acınası fantezilere hizmet eder. Havana’daki puro fabrikasının daha 1878’de bir kadın çalışanı vardı gerçi, ama bu kadın ve daha sonraki işçi kadınlar tütün yapraklarının ayıklanmasından ve damarlarının çıkarılmasından sorumluydu. Kadınlar çok sonra, ancak 20. yüzyılın altmışlı yıllarında puro sarmaya başlayana kadar bu iş Küba’da ‘erkek işi’ydi.
“Fidel Castro 2 Ocak 1959’da Küba’da iktidara gelince, dünyaca ünlü markaların kaldırılmasını ve puro fabrikalarının kamulaştırılmasını emretti. Ama Castro’nun, o ana kadar üretilen neredeyse bin farklı puro çeşidi ve ebadı yerine artık yalnızca tek bir puro üretme kararı daha da korkunçtu. ‘Halk purosu’ Küba halk kahramanı Siboney’in adını taşıyacak ve yalnızca dört farklı boyutta üretilecekti. Sanayi bakanı olarak tütün sanayisinden de sorumlu olan Che Guevara, Küba’nın kültürel geleneğine bir müdahale olduğunu düşündüğü bu kararın ağır ekonomik sonuçlara yol açacağını tahmin ediyordu. Nitekim haklı çıktı. Arjantinli büyük bir burjuva ailenin doktor oğlu Che pipo içiyordu. Puro aşkını ancak Küba’ya gelince keşfetmişti, muhtemelen bunun nedeni piponun Küba’da bir burjuva ve züppe alışkanlığı olarak görülmesiydi. Pipo, bugün de hâlâ Küba adasının kültürel kimliğiyle bağdaşmayan bir yabancı olmaya devam ediyor.”
“Marx tam bir tütün tiryakisiydi. Her işte olduğu gibi bunda da sınır tanımıyordu. İngiliz tütününü fazla ağır bulduğundan mümkün mertebe puro kullanıyor, aldığı hazzı artırmak ya da ikiye katlamak için bu puroları handiyse yiyordu.”
“Son bir sigara asırlardan beri her ölüm mahkûmunun en doğal hakkıdır. 1618’de idam sehpasına götürülen Sir Walter Raleigh’in yolda en sevdiği pipoyu tüttürmesine izin verilmişti. Avrupa tarihinin ilk idam mahkûmlarından biri olan Raleigh, infazdan önce son bir kez daha tütün keyfini tatmıştı.”
“Avrupa’daki tütün içme biçimlerinin gelişimine son noktayı şimdilik sigara koymuştur. 20. yüzyılın asabiliğine mükemmelen uyan sigaranın içimi hızlıdır, gayrı resmi zaman birimi ‘bir sigara içimi’dir artık. Sigara, tütün içme biçimlerinin en yaygın ve en basit olanıdır. Pipo ve puro tiryakileri tutkularına daha fazla zaman ayırır. Ama sigara tiryakilerinin daima sinirli ve stresli oldukları sonucuna varmak yanlış olur.”
“Tütün içmek ve ‘acelesi olmak’ birbirine uymayan iki şeydir. Tütün tiryakisi bu tutkusunu hesaplı kitaplı bir amacın hizmetine koşmaz, tersine, dünyanın sıkıcı gailelerinden tütün içerek kaçmaya çalışır.”
“’Ve bu iki adanın, yani Santa María ile benim Fernandina adını verdiğim büyük adanın ortasındaki körfezde, kanoyla Santa María’dan Fernandina’ya giden bir adamla karşılaştım; yanında bir parça ekmek, su dolu bir kabak ve önce toz haline getirip sonra hamur yaptığı biraz kırmızı toprak ve birkaç kuru yaprak vardı… Bu onlar için çok lezzetli bir yiyecek olsa gerek, zira daha San Salvador’da bana bunlardan birkaç tane hediye etmişlerdi…’
Bir Avrupalının tütün bitkisinden söz ettiği ilk metin budur. Kristof Kolomb’un seyir defteri yer alan bu satırlar 15 Ekim 1492’de yazılmıştır.”
“Sigara bile Avrupa’da değil, Orta Amerika’da icat edildi […] Avrupa, Amerika’da bilinmeyen bir tütün kullanım biçimi üretmedi.”
“Tütün içmenin kökeninde ritüeller yatar. Arkaik dönemde rahiplerin yakıp kokularını da mecburen içlerine çektikleri duman sunularının yabani tütün yapraklarıyla daha katlanılır hale getirildiği düşünülebilir. Tütünün güzel kokusu, ayin esnasında tütün yapraklarından çıkan dumanın tanrılara ağızdan üflenmesi için ilham vermiş olabilir. Her halükârda, dumanın hep gizemli, kutsal bir yanı vardır. Bu nedenle tütün yetişkinlerin dünyasına aittir.”
“Komiser Maigret tütün tiryakiliği tarihinde daha önemli bir yere sahiptir. Yaratıcısı Georges Simenon da tam bir pipo sevdalısıydı. Çalışmak için yazı masasına oturduğunda ilk işi, yazmaya ara vermeden pipo tüttürebilmek için on tane pipo doldurmaktı. Maigret de pipo içer. Sherlock Holmes’la bütün benzerliği bundan ibarettir zaten.”
“Sherlock Holmes’de tütün ne tesadüfi bir aksesuardır ne de önemsiz bir ayrıntı. Tütün, Sherlock Holmes’ün genellikle düşünmekten ibaret olan varoluşunun en önemli koşulu ve uyarıcısıdır. Düşünmek ve pipo içmek Holmes için ayrılmaz bir bütündür; Holmes tütünsüz düşünemez. Nikotin bedeni sakinleştirir. Aynı zamanda da zihni uyarır. Başka hiçbir edebi eserde ‘düşünmek’ ile ‘tütün içmek’ arasındaki ilişki Sherlock Holmes’teki kadar belirgin değildir.”
“Yalnızca soylular değil, ruhban sınıfı da enfiye çekmeye bayılıyordu. Bazı rahipler bu dünya nimetine o kadar düşkündü ki, ayin esnasında bile enfiye çekmeden duramıyorlardı. Özellikle de Sevilla’daki kilise meclisi ne yapacağını şaşırmıştı. Neredeyse bütün rahipler ayinlerde enfiye çekiyor, tükürüp hapşırıyor, kürsüyü ve sunağı enfiyeye buluyorlardı.”
“17. yüzyılın sonunda, enfiye çekmek soylu çevrelerin dışına taşmış, 18. yüzyılda Fransa’dan başlayarak Avrupa’daki yüksek tabakanın statü sembolü haline gelmişti.”
“1623–1640 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun sultanı IV. Murat örneğinden de anlaşılacağı gibi, tütün yasağının gerekçesi yangın ya da sağlıkla ilgili değildi her zaman. Sultanın iktidarı süresince yirmi bin tütün tiryakisinin başını vurdurduğu tahmin ediliyor – kurbanların varına yoğuna devlet hazinesi adına el konuyordu. Sultanın çağdaşı olan Rus çarı Mihail Fyodoroviç Romanov da tütün tiryakilerine benzer bir muameleyi reva gördü. 1643 yılında Moskova’ya giden Adam Olearius, Moskova patriğinin tütün tiryakilerini kırbaçlatarak ya da burunlarını yardırarak cezalandırdığını anlatır. Zavallıların bir kısmı ya Sibirya’ya sürülüyor ya da ölüm cezasına çarptırılıyordu. Tütün tiryakilerinin mallarına el konulması da âdettendi.”
“18. yüzyılın başında soyluların yerini burjuvalar alınca, döneme Biedermeier evcimenliği damgasını vurdu; kadın toplumsal ve yasal olarak erkeğin hizmetçisi, ‘namuslu’ ailenin bekçisi olarak görülüyordu. Kadınların tütün kullanması ayıptı artık. 19. yüzyılın burjuva evlerinde tütün odası da denen bir beyler odası vardı, kadınlar bu odaya giremezdi. Bu odada tütün tüttürülür, kararında içki içilir ve kitap okunurdu, zira evin beyinin kütüphanesi de oradaydı. Hanımlar ancak bahçedeki çardağa ‘abone’ olabilirdi. Kadının uslu olmaya bu kadar zorlanması, bunun tersini, kendine güvenen ‘kötü’ kadın olmayı istemesine yol açacaktı elbette.”
“Amerika’da puro kaçakçılığı ve karaborsacılığı 35 yıldan beri kârlı ve sıradan bir iştir. Castro iktidara geldikten kısa süre sonra Kennedy Küba’ya ambargo uygulamış ve Havana ithali sıfıra düşmüştü; ama tabii sadece resmi rakamlara göre. Gerçekte, müthiş bir kaçakçılık, hatta diplomatlarla yürütülen bir kaçakçılık başlamış, ama resmi yetkililer konuyu sessizce geçiştirmişti.”
“Davidoff markasıyla yarışabilecek tek bir puro vardı: Cohiba. Fikir babası Che Guevara’dır; piyasaya mükemmel bir ‘devrim sonrası marka’ sürmek isteyen Che Guevara, altmışlı yıllarda Kübalı efsanevi puro uzmanı Avelino Lara’yı, mevcut tüm puro markalarını gölgede bırakacak bir Küba purosu yaratmakla görevlendirdi. Fakat Che, Cohiba’nın doğumunu göremedi. İlk Cohiba’lar 1968’de, puro fabrikası Laguito’da üretildi ve bir efsane haline geldi.”