Bazı romanlar vardır, bitmesini hiç istemediğiniz. Hani bitirirseniz o müthiş kurgu dünyasının dışında kalacağınızı düşünüp telaşa kapıldığınız romanlar… Hani yarım saatte okuyacağınız son yirmi sayfayı zamana yaya yaya okuduğunuz romanlar… Hele son beş sayfayı artık cümle cümle değil de kelime kelime okuduğunuz romanlar…
Basketbol kariyerinin son demlerini yaşayan Barış ile taksi şöförü Murat arasında geçen aşkın hikâyesidir, Gök Kuşaksız. Aynı zamanda, bu iki insan arasında yaşanan aşk üzerinden, toplumsal algılarımıza ve onu çevreleyen öğrenilmiş çaresizliklerimize de esaslı bir saldırıdır.
Roman, eşcinsel aşkı anlatırken bir yandan da satır aralarında aşkın cinsiyetle herhangi bir bağının olmadığını gösterir. Cinsiyetçi aşk anlayışına yapı bozumcu bir manifestodur Gök Kuşaksız. Ne kadar öğrenilmiş ne kadar çaresiz kalıplarımız varsa hepsine, kör gözüm kör parmağına misali değil de küçük küçük ama güçlü darbelerle, roman boyunca vurur Necla Akdeniz. Barış ile Murat arasındaki aşkta, Barış ve Murat isimlerini çıkarsanız ve öyle okumayı deneseniz, yıllarca dinlediğimiz Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin arasındaki aşkı okur gibi okuyabilirsiniz pekâlâ. Yani aşk; karşı cinse endeksli, o olmadan var olamayan bir şey değildir romanda. Doğaya da, hemcinsinize de, farklı bir canlıya da duyabileceğiniz insani bir duygu olarak çıkar karşımıza. Ve aşkın o iyileştirici gücünün, o sağaltıcı merheminin, geçmiş travmalarımızı nasıl iyileştirdiğini de görürüz aynı zamanda.
Gök Kuşaksız’ın olay örgüsü içinde yakın tarihimizin travmatik olayları da yer alır: 10 Ekim Ankara Gar’ı katliamı, kadına yönelik şiddet ve cinayet, çocuk istismarı, LGBTİ’li bireylere yönelik homofobik algı…
Necla Akdeniz, bu travmatik olayları işlerken ne slogan atıyor ne de kabaca bunu gözümüze sokuyor. Öyle ince, öyle naif bir kalemi var ki, itiraz edebileceğiniz bütün noktaları birer birer sıvıyor güçlü kalemiyle. Size oradan kaçabileceğiniz bir çatlak bırakmıyor.
Gök Kuşaksız’da beni en çok etkileyen hikâyenin kendisi kadar zekice hazırlanmış kurgusu oldu. Yazar, hem bir yazar hem bir okuyucu. Kâh olayların içinde bir anlatıcı, kâh olayların dışında bir gözlemci oluyor. Kolay bir teknik değil bu. Olaylar arasında eş zamanlı uyum yaratabilmek oldukça zor bir teknik.
Necla Akdeniz, her ne kadar kendi deyimiyle yazarlığa geç başladığını iddia etse de bana sorarsanız tam zamanında kalemi almış eline… O şiirsel, o sessiz ve dingin akan suyun dipten gelen akıcılığı gibi billur anlatım, ancak olgunlaşmış bir kalemin yapacağı bir şey çünkü.
Bunu en çok yazarın ikinci kitabı olan Kaotika’da görebilirsiniz. Romancı olmasaydı kesin şair olurdu diyebileceğiniz bir dille karşılaşıyorsunuz Kaotika’da.
Gök Kuşaksız, düz bir okumayla, yakın tarihimizde meydana gelen acılı olaylarla birlikte yaşanan naif bir aşkın ve birbirinden ayrılmış iki kardeşin hüzünlü hikâyesini anlatıyor. Ancak çok katmanlı okumaya elverişli yapısıyla, toplumsal cinsel kimliklere karşı duruşun yanı sıra, dilin erilliğini yerle bir ediyor, olaylara bakış açımızı sorgulatıyor, alışageldiğimiz kalıpları, öğrenilmiş çaresizliğimizi gözler önüne seriyor. Ve böylece, ülkemizde sıkça görülmeyen queer edebiyata dahil oluyor.
Elinize aldığınız andan itibaren, hiç bırak(a)madan bir solukta okuyacağınız zekice kurgulanmış çok katmanlı bir queer roman, Gök Kuşaksız.