İlay Bilgili’nin ilk öykü kitabı Talan, ne tam bir taşralı ne de tam bir şehirli…
Kitabın ilk öyküsü, Aynur’un hikâyesinin anlatıldığı Mimesis. Şehre türlü hayallerle gelip, hayal kırıklığı ve ait olamama duygusu yaşayan Aynur, bütün olumsuzluklardan sıyrılabilmek için köyüne, ailesinin yanına döner. Ancak üç gün sonra doğduğu köy onu bunaltır. Duyguları, beklentileri, bildikleri değişmiştir. Köy ve kentin farklılıkları ve onun bu duruma bir türlü uyum sağlayamayışı ruh haline yansır.
“Rüya olduğunu hissettiğim bu sıcak günler sakin geçerken, eşyalarımı toplayıp neden buraya geldiğim ara ara aklıma düşüyor. Şehirden, o zavallıktan, o görünmezlikten biraz olsun sıyrılabilmek için geldiğim köy evimizdeki bu umursamaz, bu tıkır tıkır işleyen düzen daha üçüncü günde beni boğmaya başlıyor. Gözlerimin içinden bakan ve kimsenin farkında bile olmadığı, yaralı, yalpalayan, canını teslim etmek üzere olan ama canı çıkmayan beni kimse görmüyor.”
Aynur’un gitgeller içindeki ruh hali onun ne şehre ne de köye ait olmadığını fark etmesine sebep olur. Karmaşık duygular içinde olduğu bu yerde mutlu olamaz. Arada sırada evi terk ederken sevgilisine bırakmayıp cebinde sakladığı ayrılık notuna gider eli.
“Üç gün önce evimin penceresinden baktığım sokak, o çamurumsu kalabalık, o görünmezlik yangını sarıyor her yanımı. Dağlara değil de Kadıköy’ün anason ve sigara kokan sokaklarına baktığım her gün geliyor, boğazıma yapışıyor adeta. Şehirler… Elimi cebime atıyorum, orada mı diye bakıyorum. Terlemiş avuç içim ile kavrıyorum notu.”
Sadece kendini fark etmez Aynur. Annesini, Zarife Hala’yı, Cumali’yi de gözlemler. Şehrin telaşına karşılık, köyün kendine has bir düzeni vardır. Aynur şehirdeki evini ve birlikte olduğu erkeği terk etmiş, sorunlarıyla ve sırlarıyla köyüne, annesine dönmüştür. Ancak annesi neden geldiğini sormaz bile. Anne kız arasındaki mesafeli ilişki aslında hep bir sorun olmuştur ve hâlâ olmaktadır.
Öyküde şehrin sıradan ve telaşlı hayatından kaçan, aşk acısı, ayrılık kararı, aile ilişkileriyle yıpranan Aynur’la birlikte, yıllardır neredeyse aynı minderde oturup ömrünü tüketen iyimser Zarife Hala, her işe yetişen Cumali ve kendi dünyasında, kızıyla bile mesafeli yaşayan anne de abartıya kaçılmadan, olduğu gibi anlatılır.
Kitaba ismini veren Talan öyküsü, olup bitenin tekinsiz bir yerde geçtiği izlenimini verir. Yüzünü bilmediğimiz, sesini duyduğumuz mistik anlatıcı, genç bir kızın başına gelen talihsiz olayın bütün duygusal izlerini okura anlatır. Ağlayarak banyo yapan kızın vücuduna değen su ve köpüğe tanıklık eden görünmez varlık daha sonra adı olmayan başka kadınların da peşinden gider.
Hayriye’nin Yok Oluşu öyküsünde ise, evi çekip çeviren, aileye kucak açan bir kadının kendi hayatı içindeki kayboluşuna şahit oluruz. Sokaklarda kâğıt toplayan genç delikanlının çiçek satan çingene kıza olan aşkını Kral öyküsünde öğreniriz. Tanıdığımız, bildiğimiz karakterler yerinde ve abartılı olmayan imgeler kullanılarak, akıcı bir dille okura aktarılır.
Talan’daki öyküler tanıdığımız ve bildiğimiz ama üzerinde pek de durmadığımız sorunları, içsel bir bakış açısıyla ele aldığı için oldukça samimi. Çetrefilli cümlelerden uzak, şiirsel bir anlatımı, akıcı ve özlü bir dili var İlay Bilgili’nin. Hemen her öyküsünde bir aidiyetsizlik duygusu içinde kalan karakterlerin yaşam öykülerine okurlarını da davet ediyor yazar.
Çok sayıda okurla buluşması ve her biri ilgiyle okunan öykülerine yenilerinin katılması dileğiyle.