Sınırlar, kimi kez yeni bir konfor alanı yaratırken kimi kez de buhranlar ya da travmalar yaratır. Bazısında yeniden doğum gerçekleşip birey yeni bir rengin, duygunun var oluşunu bulurken kimisinde yıkım artık sonun başlangıcı için ilk adım olmaktadır. Bunların kimisi gerçek yaşamın bir yansıması olarak oluşurken kimisinde de kurgusal alanda yazarın masasında oluşan bir örgü olarak karşımıza çıkmaktadır. Tıpkı Gül Ersoy’un Sahilden Bostancı kitabındaki öyküler gibi. Karakterlerin değiştiği, mekânların dönüştüğü, ruh hallerininse derin düşüşler yaşadığı bu öykülerde okuyucu; kısa öykülerde derin oluşumlar, yıkımlar ya da var edişler görebiliyor. Kimi öykülerde hayvanlar başat bir rol alırken kimi kez de cinsel güdülerin bireyde nasıl bir yönlendirme yapabileceğine tüm gücüyle tanıklık edebiliyoruz. Bazı öykülerde karşımıza bir dünya vatandaşlığı çıkıp bizi uluslar ve ülkeler ötesi bir karakter ve mekân yaratıp bizi onunla karşılaştıran yazar kimi kez de kendi mahallesine inerek kendi toplumsal bağlamından yaratımlar oluşturuyor.
Anlık tanıklıkların bile uzun süreli kalışlar bıraktığı öykülerde Ersoy’un belki de ısrarla bize yansıttığı şey bireyin ve bireylerin varoluşsal sorgulamalarıdır. Bir kelimeye, bir bireye veya bir mekâna eklemlenen kişiliğimizin dönük dolaşıp bir noktaya bağlanması… Bu bağlanma bazen anlamı bilinmeyen bir kelime olurken bazen de kaydedilmiş bir sestir ama karakter için aynı etkiye sahiptir ve onu yakalar. Tabi kimi karakterler de kaçmak ister. Kapısında kilit olmayan evlerin olduğu ada mesela. Uzak, yalnız ve dingin…
Öykülerde alışık olduğu olay akışı yoğunluğundan farklı olarak Ersoy’un öykülerinde mekân-ruh-karakter çözümlemeleri bir bütünlük içinde yapılmıştır. Öykülerin bu kadar yoğun bir kıvamda olmalarına sağlayan da bu işleyiş tarzıdır.
Bazen yaşamımızda eksik bir şeyler fark ederiz. Bunun bir nesne veya bir insan olabileceği düşüncesine göre de davranışlarımızı ve arayışlarımızı şekillendirir ve oraya meylederiz. Bu fikir veya izlek bize garip gelmez aksine bu eksikliği gidermek için de emek veririz. Ersoy ise bir öyküsünde bu eksikliğin bir gülümseme olduğuna işaret eder. Akla gelmeyen, sesi çıkmayan ama ihtiyacın kendini bir anlık bir eylemde kendini ben buradayım demesi ve bizi mutlu etmesi… Kadınlık halleri, toplumsal cinsiyet rolleri ve kimliksel sorunlar, Ersoy’un çok örneklemli öykülerindeki diğer yönlerdir. Öyküler çok çeşitlidir ve toplumla bireyin yansıması zengindir. Bu açıdan bakıldığında Ersoy, bize geniş oylumlu bir alan yaratmıştır.
Sade anlatımı, derin düşünüş yönü, karakter ve olay zenginliği gibi öykü bileşenlerini bütüncül olarak düşündüğümüzde Gül Ersoy’un öykücülüğünü özgün bir kimliğe sahip olarak betimleyebilir ve onu yaratıcı bir yazar olarak değerlendirebiliriz.