Latin Amerika yazınına aşina olanlar bu edebiyatın hemen hemen bütün romanlarında yoğun bir yaşanmışlığın varlığına tanıklık eder. Yıllardır süren iç savaşlar, devrimler, mücadeleler, ekonomik değişimler, siyah beyaz ayrımı, suçlar ve bu sorunların yol açtığı süreğen yoksulluğun bireylere olan etkisini apaçık şekilde okuruz yazarların kaleminden. Birbirinden çarpıcı yaşanmışlıklara tanıklık etmiş bu insanların yarattığı eserlere sinen derin gerçeklik dokusunu bu kez bize ulaştıransa yapıtları çok sayıda dile çevrilen Brezilya’nın en yeni ve güçlü kalemlerinden biri olan Martha Batalha.
Euridice Gusmao… İnişli çıkışlı ama hep ileriye doğru atılan bir başkarakter… Euridice’nin çekirdek ailesindeyken farkına varılan ama kültürel dayatmalar yüzünden baskılanan yetenekleri aslında kadın mücadelesinin dünyanın hemen her yerinde benzer zorluklar yaşadığı ve kadınların her açıdan erkeklerin bir adım gerisinden gelmesi gerektiği, çocuk büyütme ve eşine hizmet etme anlayışıyla, kısacası annelik mitiyle büyütüldüğü ve “çizgi dışına” çıkmaların mahalle baskısıyla susturulduğu gerçeğini bütün açıklığı ve çarpıcılığıyla okura bir kez daha olabilecek en çarpıcı biçimde gösteriyor.
Yazar; Euridice ve yardımcı karakter konumundaki öteki kadınların yaşadıkları arasındaki paralellik ve erkek merkezli yaşama bazen karşı çıkılan bazen de erkeklerin gölgesinden süren yaşam aracılığıyla, roman kurgusunun çeşitlenmesini sağlamakla kalmamış, bireylerin yaşama ilişkin gözlemleri, alımlamaları ve çıkmazlarını yansıtmada da başarılı bir içerik ve biçimsel yeniden üretim kurmayı zarifçe başarmayı bilmiş.
Gusmao ailesinin kızlarını yetiştirme tarzına tanık olan okur, kız kardeşlerin birbirine çok farklı yönde gelişen evliliklerini okurken Brezilya toplumunun değer yargılarına tanık oluyor. Yazar Martha Batalha, iki kadın karakterin yaşam mücadelelerinin kılcal damarlarına kadar işlenişini, birbirlerinden kopuşlarını ve sonrasında umulmadık bir zamanda tekrar kavuşmalarını adeta bir film izliyormuşuz gibi okura göstermeyi biliyor. Bu süreçte okur, yaşamın aslında rastlantı ile düzen arasında gidip gelen bir yapıda olduğunu yeniden düşünmeye başlayabilir. Politik sürecin salt ideolojik akışla değil bireylerin sosyal yaşamları üzerinden de okuyabildiğimiz romanın denk geldiği tarihsel dönem, ülkede yoksul zengin makasının çok açık olduğu, kayırmaların, sömürmelerin net olarak vurgulandığı bir kurguyla yazılmış – tam da Latin Amerika protipi-. Toplumsal yozlaşmanın sınıfsal bir yapı oluşturduğu ve işlendiği bu örgü, neredeyse romanın tamamında karşımıza bir tokat çarpar gibi çıkıyor.
Bir Kadının Görünmez Yaşamı romanının her ne kadar özlü, akıcı, yalın bir dili olsa da cümlelerin yoğunluğu özellikle içerik üzerinden okurdan bağlamı kaçırmaması için dikkatli bir okuma süreci bekliyor. Ezilen, hakları gasp edilen ama silik ve sinik kalmayan roman karakterleri; karşımıza ezilmişlerin romanı gibi bir profil çıkarmakta ancak bu ezilenleri zamanı gelince küllerinden doğan karakterler olarak da bağrından çıkarmayı biliyor. Mekân betimlemelerinin zihinde görünür kılındığı, fizikselliğin soyutlukla bağdaşlaştırıldığı ve devinimlerin her şeye rağmen son ana dek sürdüğü romanda kurgunun akıcılığı yazarın sağlam başarısına her anlamda olumlu bir işaret fişeği.
Bir Kadının Görünmez Yaşamı, ev kadınlarının yaşamlarına odaklanması, onları kadere teslimiyetçiliğine karşı diklenmelerinde bile pasif bir tutum içinde olduklarını ama yaşamlarının son zamanlarında kendilerini var eden çıkışlarıyla özgün birer karakterler haline dönüştüklerini göstermesiyle açık fark yaratıyor. Bir Kadının Görünmez Yaşamı, bir kadının kendini görünür kılma eyleminin kurgusu. Nice özgürleşmelerin yolunu açması dileğiyle…