Çoğumuz “kaslarımız ile ağladığımızı” biliyor olabilir ama pek azımız “kederin zalim bir eğitim” olduğunu fark eder. Ya bir ölüm ânından sonra ya da kıyameti yaşadıktan sonraki o derin boşlukta…
Babasının covid sürecinde yaşadığı ve sadece üç gün süren ölüm süreci yazarın gerçekte de var olan sert yönünü daha da sivrilterek onu dışa karşı daha geçimsiz hale getirmiş. Buna neden olansa Nijerya’daki bir üniversitede rektör yardımcısı olan babasına duyduğu sevgiden, değerden ve özlemden kaynaklanıyor. Öncesinde de yerleşik toplumsal değer yargılarına karşı olan karşı duruşu babasının cenaze sürecinde ve cenaze ritüellerinde de karşı olmasıyla sonuçlanıyor. Ama yine babası için bunları da sineye çekmesi konusunda sık sık dizleniyor.
Kitap bir yandan yazarın bize bilinçaltını rüya yoluyla açmasının yanında mensubu olduğu Igbo topluluğunun değer ve inanç yönünü de yansıtıyor. Tabii bu yansıma arka anlatımda kendini belli etse de önde babanın ölümü, buna alışamayış, sevilene olan sevginin ölüm anının gelmesine olan korkuya dönüşümü gibi belirgin yönler ile açıklanıyor. Bu açıdan bakıldığında kitap, babaya olan uzun bir veda gibi de düşünülebilir. Ölünün ardından onu anımsayış, güzel anıları anıp gülmek gibi çoğumuzun bazı kayıplardan sonra yaptığımız şeylere benzese de yazarın yaşadığı daha derin bir yıkım ve kendini salıştır.
“Keder öyle şeffaf değil; katı, zalim, mat bir şey. En ağır hissedildiği zaman sabahları, uyku sonrası. Kurşun gibi bir yürek, kımıldamayı reddeden inatçı bir gerçeklik.” (s. 48) Sanırız burada soyut bir acının bilindiklerle somutlanışını okuyoruz. Yaşayana uzak olan ama aslında hemen sürekli bizle beraber adım atan ölümün betimseli, bilindik tanımlardan apayrı. Ölüm, yazar tarafından sadece yukarıdakilere benzer betimlerle değil; bunun arkasındaki felsefe ile bir bütün olarak ifade ediliyor. Ve ekliyor yazar, ‘Hayatın en kötü günü varmış.’ diye.
Ölümden sonra yazar, ailesiyle sık sık kahkalar attığını söylüyor babasının güzel ânlarını aile içinde birbirleriyle paylaşırlarken. Ancak ekliyor da, bu kahkaların derece derece acı gülmelere evrildiğini. Bunu bir nevi Türkçedeki acı acı gülmeye de benzetebiliriz. Belki de yazarın amacı acısını kahkalar ile azaltarak kendinden uzaklaştırmak. Ve yine ancak yazarın da yazdığı gibi o kahkalar dinip gözyaşına, üzüntüye ve en sonda da öfkeye dönüşüyor. Ölünün dönmeyişinin, özlemin ve yalnızlığın öfkesine…
Kitabın tamamında yazarın kullandığı yalın ve net bir dil kullanımı var. Kısa cümleler, acının, düşüncenin ve duygularının okuyucu tarafından alımlamasını kolaylaştıracak bir üslupta. Kelimeler ve cümlelerin duygu ve düşünce yansıtımının gerisinde durarak içeriğin dıştan rahatça anlaşılmasını sağlamış.
Ve son soruyu biz soralım kendimize, ölümü hatırlatan şeyleri uzaklaştırınca ölüler bize yaklaşıyor mu?