Yazarına sadık okur, yazarından kendi yazarlık kimliğinde yazmasına sadakat göstermesini bekler. Bu beklentiyi üstün ve ulaşılmaz kılan Okurun bu isteğini yerine getirenlerin azlığıdır.
Bu yolun istediği emek, zihinsel yoğunluk ve dilsel hazzın aynı anda var olması zor olsa da imkânsız değildir. Bu edebi üstünlüğü çok az yazar başarır. Virginia Woolf, Paul Auster akla gelen ilk yazarlardan olsa da Judith Hermann da artık bu isimlerle birlikte kendini edebiyat tarihine yazdırmayı başardı.
Yazarın, Yuva adını taşıyan romanında o yoğun duygusal ve düşünsel atmosfere eşlik eden kıvamlı dil, Sadece Hayaletler, Ötesi Yok’ta kendini belirgin kılmış. Yedi bağımsız öyküden oluşan kitabın tamamında öne çıkan duygu, dar karakter kadrosuna derinlemesine yapılan geniş oylumlu kimlik yaratımı.
Kadınlar, erkekler, eşcinseller ve bunların küçük gruplardaki ilişkileri, çıkmazları ve umulmadık rastlantılardaki yeni tecrübeleri. Her yeni olayda karakterlerin peşini bırakmayan anıların yumağı, belirsizlik ya da kimi zaman dolmayan boşluklar. Bireylere eklemlenen toplumsal kodlar, ara ara kurguda yer alan Almanlar, Ruslar veya İzlandalılara ait davranış örüntüleri.
Öykülerin merkezinde insanlar ve onlarla ilintilenen sarmallar olsa da toplumsal kodların da varlığı kendini tam olarak yer ediniyor. İzlandalıların dünyayı dönüp dolaşıp ülkelerine tekrar gelmeleri, karakterlerin cinsel eğilimlerini yansıtan kesitler kadar kurgunun temel malzemesidir.
Herman’ın metinlerini aidiyet, kimlik veya eğilim öyküleri olarak da tanımlayabiliriz. İkili ilişkilerdeki çıkmazlar, içinde bulundukları ilişkilerde kendine yer edinmeyenler, birlikte olmalarına rağmen birliktelik oluşturamayan ve arayışta olan bireylerin yuvalandığı mekânlar, zamanlar ve olaylar yığını…
Metinler, derin bir nehir kıvamında. Yoğun, ağır ve önüne çıkan şeyleri yontan bir güç. Bu durum karakterlerin içsel konuşmalarında, iletişimlerinde ve eğilimlerinde kendini gösteriyor. Bir nevi akmıyormuş gibi görünen ama bin yılların vakurlu taşkınları gibi. Tıkanıp bitecekmiş gibi olan durumların bir süre sonra nasıl tekrar devam ettiğini, nehrin önüne çıkan kayaları oyduğunu ya da yontuk kavisli hale getirmesi gibi düşünebiliriz.
Öykülerin tamamındaki temel izlek duvarın ardını görme dürtüsü. Başkasını, başkasına ait olanı alma, kendine katma baskın bir izlenim veriyor. Bu izlenim özellikle karakterlerin cinsel arzularında kendini açık ediyor. Birlikte olma tutkusu, tinsel ve tensel isteklerin varlığı, öykülerin duyumsal belirginliği. Bunlara eşlik eden mekânsal durumlar, kentlerin kimliğiyle bütünleşerek veriliyor. Berlin, Tromso ya da Paris… Her bir mekânın iz düşümü, öykülerin ruhuna da siniyor. Bu kentlerin, coğrafi betimlenmesi, duygularla bütünlük oluşturarak yansıdığından okuyucu zihninde tamamlanmış bir panorama canlandırabiliyor.
Karakterlerin kendilerini yansıtmaları, aile içi ilişkiler, yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar tıpkı Yuva kitabında olduğu gibi bu yedi öyküde de yazarın baskın ve başarılı eğilimini gösteriyor.
Ben anlatıcının merkezde olduğu anlatımların dilsel anlatım dinginliği, karakterlerin karamsar bir ruh hali olsa da okuma sürecini yumuşatan ve yalınlaştıran bir özellik barındırıyor. İçeriğe göre uzayıp kısalan cümleler, okuyucuyu karakterlere daha çok yakınlaştırıyor. Dilin, duyguların gücünü hissettirdiği öykülerde çevirmen İlknur Özdemir’in katkısı kuşkusuz çevirinin başarısını gösteriyor.
Anlatımın, dilin ve kurgusal kesişmelerin yarattığı öykülerde, okuyucunun göreceği çok yönlü bir dünya. Son yılların en çok konuşulan yazarlarından olan Judith Hermann ile hâlâ tanışmadıysanız Yuva adını taşıyan romanından başlamak şüphesiz doğru bir karar olacaktır.