Dilvin Gerçek ile Edisyon Kitap etiketiyle okurla buluşan ikinci romanı “Son Sardunya” hakkında konuştuk.
Serkan Parlak: Dilvin Hanım, iki kolektif yapıta katkılarınızın ardından yeni romanınız “Son Sardunya” geçtiğimiz günlerde Edisyon Kitap etiketiyle okurla buluştu. Sizi ilk kez bu romanınızla tanıyacak olan okurlarınızı da düşünecek olursak kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve yeni kitabınızın ortaya çıkış sürecini paylaşabilir misiniz?
Serkan Parlak: Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da yeni romanınıza başlarken ilham kaynaklarınız neler oldu, romanınızın taslaklarını nasıl oluşturdunuz?
Dilvin Gerçek: Ben ilhamımı hayatın kendisinden alıyorum en çok. Ki bu da bahsettiğiniz gibi gözlem gücüne dayanıyor. İnsan ilişkileri, psikolojik devinimler, yaşama dair her şey bana bambaşka kapılar açıyor. Gerisi gözlemlerimin çok ötesinde, onlardan çok farklı kurgular doğuruyor zihnimde. Bölümler halinde yazıyorum. Hepsinin öncesinde başkahramanımın kişilik özellikleri, evinden işine, ailesinden çevresine ona ait tüm detayları netleştirmekle başlıyorum işe. İlk bölüm ile elimdekileri yazıya dökmeye başlayınca da devamı kendiliğinden, benim de tam olarak izah edemeyeceğim şekilde akıp gidiyor.
Serkan Parlak: Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor; mekânlar, atmosfer, diyaloglar ve özellikle roman kişileri söz konusu olduğunda.
Dilvin Gerçek: Bahsettiğim gibi kişilerim hepsinden önce canlanıyor. Karakter ve kafamda kurguladığım geçmiş yaşamlarına göre de hikâyenin geçeceği mekânları gözümde birebir canlanacak kadar gerçekçi kurgulamaya uğraşıyorum. Mekânı zihnimde üç boyutlu hâle getirebildiğim zaman yolun yarısını aştım demektir. Kişi ve mekân artık hazır ise elimde, bana artık onlara can vermek kalıyor. Olay örgüsüne göre de atmosfer ve diyaloglar kendisin doğuruyor. Gözümün önünde oynatamadığım hiçbir sahneyi kâğıda dökmüyorum.
Dilvin Gerçek: Roman samimi ve gerçekçi ise bunun yanı sıra dil akıcı ve anlatılanlar merak, heyecan başta olmak üzere birçok duygunuzu tetikliyorsa okurken tamamen içine girebiliyorsunuz. Ve insanoğlunun doğası gereği, vermek istediğiniz detayları dikte etmek yerine bu şekilde önlerine kocaman bir hayat şeklinde sunduğunuz zaman ister istemez herkes alması gerekeni saklıyor dimağında bir şekilde.
Serkan Parlak: Dilvin Hanım sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu, son dönemde ilişkiler, geçmişle hesaplaşma, kadınlık ve erkeklik durumları, aile ve yabancılaşma gibi, bu anlamda yeni romanınızda zamanın ruhundan etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?
Dilvin Gerçek: Dönem bana göre çok uzun bir zaman dilimi. Elbette her edebî eser dönemini yansıtmalı. Bu eğer modaya uyma veya kolaya kaçmak adına popüler kültüre bir şeyler pişirip sunmaya dönüşürse o kısım beni pek de cezbetmiyor. Doğrusu böyle eserler kendini zaten okurken belli ediyorlar. Bahsettiğiniz durumlar ise her dönemde var olan, hayatın, yaşamanın temel taşlarını oluşturan unsurlar. Mesela bir roman yazıyorsanız, döneminiz fark etmeksizin insan olacak içinde, yani kadın ve/veya erkek. Birden fazla insanın olduğu her yerde muhakkak ki ilişki olacak. Yarattığımız düzlemde her kahramanın bir ailesi olur. Ki ailenin olmayışını dahi aile olgusundan bahsederek vermeniz gerekecektir mutlaka. Benim söyleyecek sözüm, dert ettiğim, vurgulamak istediğim durumlar var. Bundan sonra yazacağım her romanda da dönemi ne olursa olsun onları anlatmaya devam edeceğim.
Dilvin Gerçek: Başucu yazarım olarak ilk etapta Dostoyevski’yi söylemezsem olmaz. Tolstoy’un Anna Karenina’sı benim nazarımda yazılmış en iyi aşk romanıdır. Türk Edebiyatı’nda ise Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Ayşe Kulin, Ayfer Tunç ve İnci Aral’ın yerleri bende çok başkadır.
Başucu kitaplarım olarak bahsettiğim yazarların hemen hemen tüm yapıtlarını sayabilirim. Onların haricinde Kafka’nın ‘Dönüşüm’ adlı eseri var. Okuduktan sonra etkisinden kurtulmam uzun zaman almıştı.
Serkan Parlak: Dergiler, dijital mecralar, sosyal medya, filmler… Yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak hem Dünya geneli hem Türkiye özelinde roman ve öykü türünün geleceği hakkında ne gibi öngörüleriniz var?
Dilvin Gerçek: Benim gibi özellikle bu alanda klasik tutucu olan biri için üzülerek söylüyorum ki hızlı bir şekilde dijitale kayıyor hayat. Bahsettiğiniz dijital mecra her şeyi dev bir hortum gibi bünyesine çekiyor. Ben edebiyatın hatta her tür sanatın duygusunu çok boyutlu vermesinden yanayım. Çünkü hepsinin kendine özgü bir formu, bir sunuş biçimi, varoluş yapısı var. Dijitale geçmek, tümünü aynı düzlemde tek bir ekranda aynı formata sıkıştırmak gibi geliyor bana. Sayfasını çeviremediğim dergiden, kokusuna varamadığım kitaptan ne yazık ki tat alamıyorum. Kendi adıma son matbu kitap kalana dek ben bu şekilde devam edeceğim.
Roman, öykü türünde eser sayısı hayli çoğaldı. Özellikle öykü üretimi, yazım süresi ve paylaşım alanı açısından çok daha avantajlı olduğundan büyük artış gösteriyor son yıllarda. Okuyan azaldıkça yazanın arttığı şekilde gibi tuhaf bir denge kayması var. Öte yandan salgın süreci birçoğumuzun okumaya, izlemeye gösterdiği odaklanma yetisinde ciddi tahribatlar yaptı. Son üç yıldır okuma oranının epey düştüğünü gözlemlemekle birlikte yeni yeni tekrardan dönüş olduğunu da fark ediyorum. Öykücülük özellikle dijital ortamda büyük ivme kazandı. Bunun yükselerek devam edeceği kanısındayım. Roman ise benim büyük tutkum, her zaman yukarılarda görmek isterim. Genç neslin yalnızca roman ve öykü türünü değil, edebiyatı bütünüyle sahiplenerek çok daha iyi yerlere getirmesi en büyük temennim.
Serkan Parlak: Dilvin Hanım, son günlerde neler okudunuz? Önümüzdeki dönemde yeni üretimleriniz olacak mı?
Dilvin Gerçek: En son bitirdiğim roman Kürşat Başar’dan ‘Başucumda Müzik’ idi. Şu an ise İnci Aral’ın ‘Ölü Erkek Kuşlar’ adlı eserini okuyorum. Her şey planladığım gibi gittiği takdirde yeni yıl ile birlikte umuyorum üçüncü kitabımın çalışmalarına başlayacağım.