“Her intihal tartışması başladığında belki de ilk sorduğumuz ‘anlatılmamış bir şey kaldı mı yeryüzünde,’ sorusu oluyor. Gerçekten kaldı mı?”
21-01-2024
Yapay zekâ hayatımızda yer ettiğinden beri bazı kolaylıklar sağladığını inkâr edemem. Zaman kazanma açısından özellikle önemli bir yere sahip bana göre. Bu aracı çok kullanan biri değilim. Binde bir başvursam da olumlu yönlerine sırt çevirmenin bir anlamı yok. Özellikle bir şey araştırırken daha kısa yoldan bilgilere ulaşabilme yönüyle rahatlatıcı. Tabii bazen sizi yanlış sonuçlara da götürebiliyor ama ayırt edebilmek için burada da kendi zekâmız devreye giriyor. Ancak bir programın “yaratıcılığını” kullanarak bunu insanın kendi yaratıcılığıymışçasına sunmasını doğru bulmuyorum.
Japon bir yazarın ödül aldığı romanda kimi yerlerde yapay zekâya başvurduğunu açıklaması şaşırtıcı olmadı benim açımdan. Bunu Japon yazar gibi açıklamadan da bunu kullanarak yazanların var olduğunu hepimiz tahmin ediyoruzdur. Yazarın tıkandığı yerde bir makineye başvurması, kendi yaratıcılığını daha da köreltirmiş gibi geliyor bana. Çünkü makine yönlendirmesiyle hareket etme var. Önceden yazarlar tefrika yazar, okuyuculardan gelen tepkilere göre bazen hikâyelerinin akışını değiştirip, bazen son vermek yerine öyküyü daha da uzatırlarmış. Burada yine bir insan-insan ilişkisi ve yönlendirmesi var. Yazarın kendi yaratıcılığını zorlaması, geliştirmesi, ortaya koyması var. Ancak insan-makine ilişkisinde eğer yaratıcılığın önünü bilgisayar açıyorsa, bu insan ürünü olmaktan çıkar mı, tartışılması gereken bir konu. Ki zaten tartışılıyor da. Ben kendi açımdan bunu doğru bulmuyorum. Yazar yapay zekâya yazdırdığı bir öyküyü, kendi diliyle düzenleyip, makine yazdırmış hissini ortadan kaldırabilir ve biz bunu fark etmeyebiliriz. Bizi kandırabilir ama ya kendini? Yine de şahsi olarak baktığımda ben bununla mutlu olmaz, benim eserim diyemezdim. Çünkü bu bilgisayarın yazdığı bir esere editörlük yapmaktan öteye bir rol oynamıyor.
“Yapay zekâdan destek alarak yazılan bir romanın ödül alması, sanatın evrimine dair ilginç bir adım olabilir. Bu durumu değerlendirirken, iki ana bakış açısı göze çarpıyor.
Birinci bakış açısı, yapay zekâ destekli yazımın, geleneksel yazarlık süreçlerini zenginleştirdiği ve yaratıcı düşünceye yeni perspektifler kattığı düşüncesidir. Yapay zekâ, büyük veri setlerinden öğrenerek farklı tarzları taklit edebilir, yaratıcı önerilerde bulunabilir ve yazarın blokajlarına yardımcı olabilir. Bu, yazarın eserini geliştirmesine ve yenilikçi bir yaklaşım benimsemesine olanak tanır.
Öte yandan, ikinci bakış açısı, insan yaratıcılığının benzersiz ve kişisel bir iz bıraktığı ve bu tür eserlerin ödüllendirilmesinin, duygusal derinlik ve deneyimle birleşen insan dokunuşunu vurguladığı düşüncesidir. Yapay zekâ destekli eserlerin ödüllendirilmesi, sanatın özgünlüğü ve insan duygusallığı ile ilgili daha derin bir tartışmayı da beraberinde getirebilir.
Sonuç olarak, yapay zekâ destekli yazımın ödüllendirilmesi konusu, sanatın doğasını ve toplumun sanatı nasıl değerlendirdiğini sorgulayabilir. Her iki bakış açısı da önemli perspektifler sunar, ancak bu konuda genel bir konsensüs oluşturmak zordur, çünkü sanat ve yaratıcılık değerlendirmeleri kişisel ve öznel bir nitelik taşır.” diye cevap verdi.
Birinci bakış açısına göre dahi baksak bu “yapay zekâ sisteminde var olan” üslup, dil vb. verilerin, ortak bir taklidinden öteye gitmiyormuş gibi düşünüyorum. Sonuç olarak yazara verdiği yaratıcı öneriler programın alt yapısını oluşturan belki de milyonlarca eserden bağımsız değildir. Bu yapay zekânın yaptığı çeviriye ne kadar güvenebiliriz sorusunu da akla getiriyor. İnsan duygusunun olmadığı bir makine yaratımının ne kadar nitelikli olduğunu tartışmak bir yana, Sofie’nin “insan olmak istemem” sözüne alınan bir toplumda bu niteliğin ne kadar arandığı da bir araştırma konusu olabilir.
23-01-2024
bir küçürek öykü;
Yaratamamak
Elinde bir karpuzla pazarda yolun ortasında duran adam, diğer adama “Allah razı olsun babamdan, hiçbir şey yaratmadı bugüne kadar,” diyordu “hep yattı, dünyayı kafasına takmadı.”
24-01-2024
Sararmış Yapraklar filmini severek izledim. En son Proletarya Üçlemesi’ni de art arda zevkle izlemiştim.
25-01-2024
Her intihal tartışması başladığında belki de ilk sorduğumuz “anlatılmamış bir şey kaldı mı yeryüzünde,” sorusu oluyor. Gerçekten kaldı mı? Sanmıyorum. İşlenebilecek tüm konular işlendi ve yazıldı. Peki hâlâ bu insanlar ne yazıyor? Yine bu aynı konuları kendi bakış, üslup, dil, yorumlama yetenekleriyle ortaya koyuyorlar. Kendine ait olan nasıl dile getirdiği, nasıl anlattığı meselesi. Önemli olanda bu. Herkes suç üzerine bir roman yazabilir ancak bunu toplumun, bireyin psikolojisini de irdeleyerek suç sürecine götüren olay, düşünce ve etkileri anlatmanın bin bir türlü yolu olabilir. Kimisi bazı noktaları atlayabilir, kimisi sadece bireye kimisiyse sadece topluma odaklanabilir. Bunlar bir romanın diğerinden çalınmış olacağı sonucuna götürmez bizi. Aynı mekânda geçen yüzlerce roman olabilir. İstanbul üzerine yazılan roman sayısı az mıdır? İstanbul’da geçen iki roman hayal edelim. Farklı zamanlarda yazılan bu romanlarda karakterlerimizden her biri Üsküdar’dan Beykoz’a geçerken gördüklerini tasvir ettiği sahneler olsun. Sadece buna bakarak intihal var diyebilir miyiz? İstanbul’da geçen bu romanda, karakterlerimizin bu yolu kat etmeleri sadece bir kişinin yazabileceği özel bir durum mu? Değil. Ama şuna bakabiliriz. Üsküdar’dan Beykoz’a giderken karakterimiz bu yolu nasıl tasvir etti, neler gördü, neler hissetti. Yazar nasıl bir üslup izledi, zaman akışı, geçişleri, yöntemi vs vs. Bir de romanın geneline bakarız. Bu yolu kateden iki karakterin de göreceği, belki de tasvir edeceği ilk şey deniz olacaktır. Ben denizi anlattım o da denizi anlatmış, diyerek bir intihal var denebilir mi? Üsküdar’dan Beykoz’a geçen birinin denizi izlememesi, anlatmaması mümkün mü? Anlatmaya da bilir, bu da bir seçenek tabii. Ben kendi bakış açımdan dile getiriyorum. Eğer sadece bu iki semt arasında gidip gelen karakterlerden dolayı bir intihal var denebilirse, intihal olmayan eser yoktur yeryüzünde.
28-01-2024
İsrail, Filistin’de bulunan son Saddam heykelini yıkmış ve Kürtlere selam göndermiş. Bunun ne kıymeti olabilir? Evet, Saddam Kürtler için acı, katliam ve zulümden başka bir şey ifade etmiyor ancak bu heykelin yıkılması İsrail işlediği suçları hafifletebilir mi? Saddam Halepçe’de binlerce Kürdü kimyasal bombalarla katletti. Bugün İsrail’de Filistin’de aynı katliamı devam ettiriyor. Bu heykel, Filistin halkının yaşadığı zulmü meşrulaştırabilir mi? Diktatörün kim olduğu ve kime zulüm ettiği neyi değiştirir? Katliam her yerde aynıdır. Netanyahu’nun Saddam’dan ne farkı var ki bir heykel yıkılınca Kürtler bu selamı alsın?
29-01-2024
Düşünüyorum. Sadece edebiyat değil, hiçbir şey kutsallaştırılmasaydı daha iyi olmaz mıydı yaşam? Bilmiyorum, düşününce bu daha mantıklı geliyor. Kutsallaştırılan herhangi bir şeye karşı insanlar hep birileri bunu yok etmeye çalışıyormuş gibi yaklaşıyor. Ortada hiçbir şey yokken, tehlike olarak gördüğü her şeyi bu kutsallığa kurban ediyor ve bunun üzerinden meşrulaştırıyor. Bu da kin, öfke ve kandan başka bir şey getirmiyor.
Haberleri okumak yoruyor artık.
Bu tahammülsüzlük korkutuyor.