“bana bir şey kalmadı gördün mü”
21-02-2024
Israrlı bir öykü yazıcısı değilim. Bu ne demek benim için? Otur masanın başına ve bir öykü yaz, diyemiyorum kendime. İlk başlarda bunu kendim için bir sorun olarak ele alıyordum. Eğer istediğim zaman oturup bir öykü (veya şiir) yazamıyorsam, yazar kumaşı yoktur bende. Ancak okudukça ve daha çok okudukça, üzerine yoğunlaşıp yanlış düşündüğümü fark ettim. Öyküyü yazmak için kendimi zorlamamın, bir insana zorla iş yaptırıp verim almaya çalışmaktan bir farkı yok. Etrafımı her zaman gözlemlerim. Bazen bana çok enteresan gelen bir olay veya yakaladığımı düşündüğüm bir öykü konusunu not edip bırakırım. Belki de bir sene sonra belki de hiç yazamam o öyküyü. Çünkü bazen çok sıradan konulardan enfes öyküler çıkarken, tam öykü diyebileceğiniz konulardan tek cümle çıkmayabilir. Kendimi masa başına oturmak için zorlamıyorum ancak günlük ve deneme yazarak kalemimi diri tutmayaysa çok önem veriyorum. Her gün birkaç kelime olsa dahi yazıyorum veya notlar şeklinde defterime, telefonuma kaydediyorum. Israrlı bir öykü yazıcısı değilim ama çok öykü okurum. Öykünün gelip bana dokunmasını, gerekirse bir rüzgârın sesine saklanıp kulağıma fısıldamasını beklerim. Çünkü öykü, roman gibi değil. Romanın katmanları daha fazla ve daha çok alan tanıyor size. Ancak öykü böyle değil. Kaçak bir dövüşü kabul etmez.
23-02-2024
Daha ilk cemre düşeli birkaç gün olmuşken, ikinci cemre ne zaman düşecek diye merak ediyoruz. Kıştan ne çabuk sıkılıyoruz.
24-02-2024
25-02-2024
Öykü yazmaya oturduğumda şu konu üzerine yazayım demedim hiç. Acaba bu temelsiz bir inşaya girişmek mi, diye düşünüyordum. Üzerine düşünüp, yazdıkça bunun böyle olmadığını gördüm. Bir konu belirlemek önemli, ancak şunun üzerine yazacağım diyerek yazmanın çok ileriye götüreceğini sanmıyorum. Bazen bir cümle, bazen de sadece bir kelimedir kafamızda dönüp duran. Bu kelimenin/cümlenin üzerine eklersin veya etrafına örersin. Ama şunun üzerine yazacağım diyerek başladığım hiçbir şiir veya öykü olmadı. Kafamda beliren bazı imgeler, oluşan karakterler var. Sadece şunun üzerine yazacağım demiyorum. Asıl bunun temeli sağlamlaştırdığını düşünüyorum kimi zaman.
27-02-2024
Yaz tatillerinin bazılarını Ardahan’da, köyümüzde geçirirdik. Bir sabah kalktığımda, dış kapının hemen çaprazındaki ağaçta bir karganın ayağına ip bağlanmış bir şekilde sallandığını gördüm. Ağacın hemen dibinde de anneannem oturmuş elma yiyordu. Benim kargayı gördüğümü fark edince Kürtçe,
“Dohê çûçikekê min xwari bû, divê cezaya xwe bikişîne. Ji bona qijikên din bibe dersekê, nikaribin nêzîkê li vir bibin. (Dün bir civcivimi yedi, cezasını çekmeli. Diğer kargalara ders olur, yaklaşmazlar buraya.)” demişti. Gerçekten de bir süre oradaki ağaca ve etrafına kargalar konmadı bile. Bense o ağaçta sallanan kargaya üzülmüştüm çünkü karga doğası gereği bunu yapmıştı. Ama bir yandan da civcivlerine bu kadar emek verip, başında beklediği için de anneanneme de bir şey diyemezdim.
“Lê tu ji kû derê zanî ku ev qijikê ew qijikê ye? (Ama bu karganın dün ki karga olduğunu nereden biliyorsun?)” diye sorduğumda,
“Ez li hemûyan jî nas dikim, (Ben hepsini tanırım,)” demişti gayet kendinden emin bir tonla “Hem ne ev be jî, li îro jî ev qijikê çûçikê min bixwara. Diviya be yekê qurban bibe. (Hem o olmasa bile, bugün de bu karga civcivleri yerdi. Birinin kurban olması lazımdı.)”
Yıllar geçmesine rağmen o sahne hâlâ aklımdan çıkmamıştı. Bunun üzerine birkaç sene önce bir şiir yazmıştım. Bir kısmını paylaşmak istiyorum.
“v.
parmaklarımın uzunluğu
ince ve sert oluşu
bir parmağımın elimden kopuşu
ve gördüğü ilk karganın
senin ağzına uçuşu
bu bir tokat değil
bu parmağımın acısı
vı.
ruhum sana
parmağım kargaya koşuyor
bana bir şey kalmadı gördün mü
(…)
karga kanadını kopardı
ve kopan parmağımın yerine
kanadını, çirkin sesiyle bana getirdi tökezleyerek
bu bir tokat değil
bu kanadımın yarısı
(…)
vııı.
uçabilirim tek elimle
yüzümün yarısındaki elinle
sana daha çabuk gelirim
gelir ve kalırım çünkü, geldiğimde
kanadı kargaya geri vereceğim
ve bir daha uçmayacağım
kanat çırpmayacağım
bu bir tokat değil
senin ellerin yüzüme misafir”
28-02-2024
Bugün punctum dergi’de Lars Iyer’in Jakuzide Üryan, Kara Boşluğa Nazır: Edebiyatın ve Manifestoların Sonunun Ardından Bir Edebiyat Manifestosu başlıklı yazısını okudum. Önemli noktalara değiniyor ve olabildiğince sertleşiyor. Bu sertlik umut yaratma kaygısı taşımıyorken yine de, bir umut olabilir mi, diye düşündürmekten de kendini alamıyor.