Fakat Bıçakçı, 2016 yılında yayımlanan Seyrek Yağmur adlı kitabıyla bizleri epey üzmüştü. En azından, birçok okurunu. Bu sebeple, pek hacimsiz ve nereye konumlandırılacağı pek de kestirilemeyen mezkûr kitabıyla, yeni yayımlanacak kitaplarından beklentileri de epeyce bir aşağı çekmişti.
Üç sene sonrasında şimdi, Tarihî Kırıntılar adlı romanıyla okuruyla buluştu Bıçakçı. Seyrek Yağmur sonrası önyargıyla yaklaştığım bu roman, en son söyleyeceğimi en başta söylemem gerekirse, Bıçakçı’nın belki de en iyi eseri.
Walter Benjamin, “Tıpkı barfiksde büyük dönüşü yapmaya çalışan jimnastikçi gibi her çocuk, er ya da geç kendi payına düşecek kaderi belirleyen talih çarkını kendisi için çevirir. Çünkü yalnız on beşindeyken bildiğimiz ya da yaptığımız şey sonradan bizi cezbedecektir. Dolayısıyla hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır: On beşimizdeyken evden kaçmamış olmak.” der bir yazısında (Son Bakışta Aşk, Metis Yayınları). Meral de on beş yaşında, bir şairin peşinden giderek kaçar evinden. Geride kalan annesi, babası ve küçük kardeşi Can, Meral’i aramaya başlarlar. Edebiyat dergilerindeki şiirlerde ararlar onu en çok da. Bu arayış, şiirin ve şairlerin arayışlarına karışacaktır yavaş yavaş Can’ın dünyasında. Şiir, artık bambaşka ve her şeyin anlamı olmaya başlayacaktır. Adsız şairlerle söyleşiler yapmaya, bu söyleşilerden hikâyeler çıkarıp bir kitap yazmaya koyulacaktır hatta sonrasında Can. Ablasının kaçtığı şairi aramaktan, ablasını aramaktan hiç vazgeçmeyerek.
1992 yılından 2018 yılına uzanan ve yer değiştiren gölge olan şiirin ve zamanın ve elbette hayatın çözümlemesini yapmaya çalışan bir arayıştır bu. “Çoktan gitmiş kızını kalması için şiir ile ikna etme çabası” içine giren bir babanın şiirleridir bu arayış bazen. Bazen, “Kendini Turgut Uyar Sanan Adam”ın hayata tutunma çabası. Ama en çok da Can’ın kaybettiği tüm şeyleri bulamayışının arayışı.
Tarihî Kırıntılar, hem konu hem de yapı itibariyle, Orhan Pamuk’un en güçlü romanlarından biri olan Kara Kitap’ı anımsattı bana bir taraftan da. Nasıl ki Galip, önce birdenbire kaybolan karısı Rüya’yı aramaya koyulur ve sonrasında da yavaş yavaş Rüya’yla birlikte kaçtıklarını düşündüğü köşe yazarı Celâl Salik’e dönüşürse, kendisini onun yerine koyarak Rüya’yı bulmaya çalışırsa Kara Kitap’ta; Can da ablası Meral’i ararken, onun birlikte kaçtığı şairin ve hatta tüm şairlerin yerine kendisini koymaya çalışarak yapar bunu. Şairlerle yaptığı söyleşileri, şairlerin isimlerini kullanmadan, kendisi kaleme alır. Bizler de roman boyunca hem bu arayışı, hem de Can’ın kaleme aldığı metinleri bir arada okuma imkânı buluruz.
Barış Bıçakçı, kendi külliyatı içerisinde çıtayı epey yükseğe koymuş gibi görünüyor. Umarız ki devamında da bu çıta aşağılara inmez. Şiir ve hayat kadar yalın, şiir ve hayat kadar güçlü eserlere imza atmaya devam eder.