Tugay Kaban, Doğukan İşler ile son kitabı Binbir çerçevesinde kurmaca ve kurguya dair bir söyleşi gerçekleştirdi. İyi okumalar dileriz.
Tugay Kaban – İlk sorunun ne olması gerektiğini oldukça düşündüm. Ve şu kelimelere vardım. Bütün olmasa da kısmen, mesele yazarın anlatmak istediği mi yoksa okurun anlamamak için gayret gösterdiği mi?
Doğukan İşler – “Okumak ummaktır, dememiş miydim, hayır, yazmak ummaktır demiştim.” diyordu Enis Batur, ‘Kitap Evi’ adlı kısa romanında. Umuyoruz, anlatabilmeyi. Ama neyi? Ne önemi var, kelimeler birçok anlama gelirler isterlerse. Herkesin kendine özgü bir sözlüğü var, kim bilir ne anlama geliyor yazdığımız kelimeler okurun zihninde, kalbinde. Zaten ummanın, yazmanın, okumanın da tüm keyfi, tüm tadı burada.
Tugay Kaban – Binbir isimli kitabın çok yakın bir zamanda yayımlandı. Herkesin kendine özgü bir sözlüğü var diyorsun. Şair de bir mısraında “Lügat! Bir isim ver bana hâlimden” diyor. Sanırım herkesin kabul etmek zorunda kaldığı bir sözlük/lügat var. Belki de herkesin bir sözlüğü vardır fakat lügati yoktur. (Gülüyor) Son kitabının ismi olan “binbir” kelimesinin senin sözlüğündeki karşılığını öğrenmek isterim. Hem böylece okurun anlamak için ısrar ettiği şeyleri saf dışı bırakmış oluruz. Burada okur derken tabii ilk olarak kendimden bahsediyorum. Geçen gün bir uygulamada televizyon programlarını karıştırırken, Binbir Gece isimli meşhur dizinin en meşhur bölümüne denk geldim mesela. Şimdi senin sözlüğündeki anlam ile senin kitabını kafamda daha bir durulaştırmak istiyorum.
Doğukan İşler – Ben, kendo sözlüğümdeki kelimelerin anlamlarını söylersem, en önce kendime, sonra okura ihanet ederim gibime geliyor. Binbir, okur ne isterse o anlama gelsin diye kitap adı oldu, dizisini izleyen de Şehrazat’ı bilen de kesret nedir, vahdet nedir sezen de illâ ki arayacaktır bulmak istediğini. Ama okur olan Doğukan için binbir ne anlama gelir dersen, bu kitap özelinde, ayrı yazılınca sonlu, bitişik yazılınca kader gibi sonsuz ihtimaller, derim. Kurmaca tam da böyle bir şey.
Tugay Kaban – Son sözlerinle, okur olan Doğukan’ın yazarlığa heveslendiği izlenimi uyandı aklımda. Kendinle saklambaç oynar mısın? Akşam ezanı okununca biten saklambaçlar yahut bir ölümle son bulacak tek bir saklambaç?
Doğukan İşler – Hiç kimsenin okumayacağını bilerek kim yazar? Hiç kimsenin bilemeyeceğini bilerek yaşayabiliyor muyuz ki yazalım? Yazmak, kendini saklamak ama sürekli de orada olduğunu belli edip ses çıkarmak. Yazarak ve okuyarak, nihayet bağıra bağıra susuyor, apaçık saklanıyoruz. Sobelenir miyiz, çanak çömlek mi patlar (aaa, bu ben değilmiş ki!) onu da elbet bir gün göreceğiz.
Tugay Kaban – Türk Edebiyatı’nda senin kurmaca çalışmalarınla benzer yahut sana yakın bulduğun yazarlar/eserler var mı? Belki buna vereceğin cevap ile saklananı yahut saklananı arayanı belirginleştirebiliriz. Ve şunu da sormak istiyorum. Sence çağdaşların saklanmayı mı yoksa saklananı aramayı mı seviyor?
Doğukan İşler – Kendime yakın, hatta kendimden hissettiğim yerli ya da yabancı tüm yazarları, şairleri mutlaka metinlerimde anıyorum: Bazen bir epigraf olarak, bazen metnin içinde, bazen gören gözlerin göreceği bir cümlenin içinde. Hatta bunu, benim yazdıklarımdan hiçbir tat alamasa da belki pek tatlı metinlerle okuru tanıştırmak adına bile, küçük bir edebî görev olarak yapıyorum denebilir. Çağdaşlarım da bu isimlere dâhil. Saklanmaya çalışırken saklananı bulanlara, saklananı ararken şey-i gaib olanlara selam olsun…
Tugay Kaban – Cevaplarında kaçamak noktalar olduğunu hissediyorum. (gülüyor) Belki de yanlış bir his bu yahut tamamiyle üslubundan kaynaklanan bir durum. Senden açık/direkt/net cevaplar almak istiyorum. Türkiye’nin kültürel hegemonyalarının, kendi eserlerin çerçevesinden baktığında, eleştiri noktasında nasıl bir yerde/durumda olduğunu açıklayabilir misin?
Doğukan İşler – “İnsana konuşma yeteneği duygularını dile getirmesi için değil, saklaması için verilmiştir.” demiş, Talleyrand. Kendisi siyaset adamı, ama yazar da olabilirmiş, biz de biraz öylesiyiz. (Sırıtıyor) Eleştiri konusuna gelince, ben kendi kitabımın kritiğini de kitabımın içinde yapmaya gayret ederim, orta şekerli. Tabii, “yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle”den daha fazlası lazım bize. Öylesi, belki de çok öznel, nereye çekersen oraya gider de olsa bir eleştiri, ama önce yazarın kendi kendine bunu yapması şart. Sabitfikir dergisinde, Murat Menteş ile alakalı bir eleştiri yazmıştım. Birçok kişi özelden mesaj attı, aradı, beni tebrik etti. “Sonunda biri söyledi!” dediler. Ama o kadar, çünkü ne dövdüm ne övdüm. Nedense bu iki uca gitmedikçe, pek de ön plana çıkmıyor edebiyat eleştirisi. Yine de bir serçe parmak kadar da olsa, taşın altına eller giriyor, buna da şükür.
Tugay Kaban – Hep aza kanaat ederek, açgözlülükten bahsetmiyorum, sanırım yetersizliklerimizle övünüyoruz. Peki, biraz daha açmaya çalışarak sorayım. Sağ ve sol çatışması sence bugün hâlâ var mı? Belli kılıflara bürünmüş olsa da. Ve eğer var ise eleştiri üzerinde bu iki nokta ne gibi etkilere sebep oluyor/olmuyor?
Doğukan İşler – Eleştiriyi geçtim, “görmek” anlamında, sosyal medya diliyle konuşacak olursam “fav/like” anlamında bile var ayrımlar, mahalleler, yuvarlak masalar. Ama kimse kimseden güçlü, altta ya da üstte değil bana kalırsa, kimse kimsenin yolunu kesmiyor, eşit düzeyde eşitsizlik. Eskiden, daha gençken, bunlara üzülürdüm. Ama sanırım bu da bizim at gözlüğümüz oluyor, “edebiyat” salt yazarlar, eleştirmenler ya da o yazarlar ve o isimlerden ibaret değil. Ben herkese, her kişiye, her yazara, her okura eşit mesafede yakın durmaya gayret ediyorum. Uzakta duranlar, dursunlar, ne yapalım. Üzüleceğim vakit kayıp; daha çok yazarım bu vakitte, daha çok okurum, ne âlâ.
Tugay Kaban – Bu durum seni kendi kabuğuna çekebilir mi ileriye dönük? Elbette ihtimaller var fakat ben herhangi bir belirti var mı onu merak ediyorum. Kabuğuna çekilip, uzaklaşmak. Belki de medar-ı maişetinin de bu durum ile sıkı bağlantıları olması sebebiyle aslında imkânsız bir şeyden bahsediyorum.
Doğukan İşler – Ben, evlenirken bile eşime şöyle demiştim: “Edebiyatla ciddi düşünüyorum, yazmak ve okumakla…” Yani, ne olursa olsun, Borges’in de dediği gibi, bu benim kaderim olmuş, muhteşem şeyler yazdığımı iddia etmesem de durum bu. Bu yüzden, işin bu kısmı beni ilgilendiriyor, gerisi gelir, gerisi geçer.
Tugay Kaban – Seni bu söyleşi sürecinde pek açamadım gibi hissediyorum. Elbette bu benim başarısızlığım. Son bir soruyla bitirelim istersen. Eşinin sana sormasını istediğin fakat hâlâ sormadığı bir soru var mı? Şunu sormasını isterdim bana dediğin? Ve istersen o sorunun cevabı…
Doğukan İşler – Estağfurullah. Bence yazarın pek de açık olmasına gerek yok, hele ki eserinin hiç. Okuru pasifize eden metinler, uyuşturucu ya da şekerli yiyecek etkisinden başka bir işe pek yaramıyor bence. Metin ve okur baş başa, kim bilir nerede, hangi saatte, hangi duyguyla okuyup tekrar kuracak o cümleleri. Eşimin bana sormasını istediğim sorular da illa ki vardır, ama o zaman da yine tam ve açık yanıtlar veremem diye korkarım, sonra sıkıntı olmasın. (Gülüşmeler)