Ruhunu hiçbir yere sığdıramayan saat kulesi akmaya devam ediyor Ahmet Hamdi Bey. Mesafeleri düşünüyorum. Koca zaman aralığını… Sizinle çok kavga ettim. Walter Benjamin’le benzerlikleriniz aklımdan hiç çıkmadı. Bilmeseydim ve geçmeseydim o yollardan belli ki size bir daha asla dönmezdim. Gaz lambası, elbet tütün ve de çarkını döndüremeyen geçimsizlik. Hangi zamandayız Ahmet Hamdi Bey? Aynı düşleri görüyorduk. Aynı sancıyla doğmuştuk sanki. Bir köprünün iki ucunda şehirler birbirini değiştiriyordu. Hemen dönsek o sapaktan, hemen kendimizi kaptırsak en amansız zamanlara, hemen yanımızda olsa Valery, imkân sınırlarını aşındırır mıydık bu kadar? Gecenin içini görmek ışıktan öte bir şey Ahmet Hamdi Bey. Sarkacın hangi vakitte boynumuza dolanacağını bilmiyoruz. Dert yanmanın günüdür bugün. Kafamı geriye çevirdiğimde toz fırtınası zihnimi yerle bir ederken, neyi unutacağımı bilmiyorum. Reddedilmiştiniz bir sokakta. Bir sokakta görüldüm. Dünyanın her hangi bir yerinde, her hangi bir kavşakta, insan siluetleri kalabalığın arasına karışıyor. Sakınımsız yaşamak diyebilir miyiz buna? Neden bir anda düşünmeden oradaydık? Sanırım düşünseydik aynı yere gelemeyecektik Ahmet Hamdi Bey. Yollar izlerini de taşıyor.
Ne var ki ‘geç kalmak’ alınyazısıdır, hiç olmadığı kadar bizden bir şeydir bu durum. Kaygıyı bir ak örtü gibi yanımızda taşıyıp lazım geldiğinde çıkardığımızda sonuçların bizi tatmin etmeyeceği çoktan bellidir. Gün ağarırken sallantılı bir ömrü nasıl tanzim edeceğimizi düşünürüz kara kara. Zihnimizde acının zembereği karmakarışık bunalımlara götürürken çehremizi, endamımızda kırılan bir şeyler vardır. Keşke kırılan sadece bu olsa… Tahayyül öyle bir noktaya getirir ki bu merak duygusunu hangi adaya sığınacağımızı kestiremeyip, en olmadık yerde sükûta dururuz. Çember daralır, kırılanın rüzgârıdır elde kalan. Olanla yetinmek… Belki de böyleydi bizim cümlemiz. Aksini ruhumda her gün arşınladığımı hissedebiliyorum. Proust’u, Dostoyevski’yi ve bütün ertelenmiş umutları yanına alan hiç kimsenin ona sunulan yere sığamayacağını ikimizde biliyoruz. Bilmek nasıl bir dehşet ağzıdır, nasıl bir gayya kuyusudur art arda alevlerle kendi mevziisini horlayan.
Şüphelerimi erteleyemem. Her bir tanesini yüreğimden geçirdiğim bu düşünceler coşkulu bir kavis çiziyor sözcükler arasında. Çok kere en başa yöneldim. Berrak yüzler aradım bana bir şeyler anlatacak. Olmadı. İnsan en çok kendisine anlatırmış Ahmet Hamdi Bey. Sır kâtibi başucumuzda. İskenderiye kütüphanesinin el yazmalarını inceliyoruz. O an düşüyor aklımıza gerçeğin bir anlık bile olsa gerçek olması hayalin gidişatını da etkiliyor.
Gerçek bir kere geldiyse, ellerimizle ve ruhumuzla dokunduysak ona resmin altına yazılanlar er ya da geç kendisini gösterecektir. Gerçeği görmekle yükümlüyüm Ahmet Hamdi Bey ve size bunu söylemekle.