Şairlerin yazma aşaması ve ortaya koyduğu eserler üzerine düşündüğü bilinen bir gerçektir. Her şair için bu durumun geçerliliğinin sorgulanması mümkün olsa bile böyle olması gerektiği için yazıma bu yargı cümlesi ile başlıyorum. Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Asaf Halet Çelebi, Cemal Süreya gibi birçok isim şiir yazdığı kadar şiirin teorik tarafı üzerine de –her biri müstakil eserler ortaya koymasalar bile- düşünmüşlerdir. Örnek verirken bu isimleri seçmemdeki diğer bir sebebe döneceğim. Şiir üzerine düşünmenin şiir yazmaktan daha fazla bir süreç gerektirdiği açıktır. Bu sürenin yetersizliğinden mi, şiir yazıyor olmanın sunduğu imkanların cazibesinden midir bilinmez günümüzde şairin şiir üzerine daha az düşündüğü açık. Elbette tüm genellemeler gibi bu genelleme de içinde birçok istisna ya da bazı hataları barındırıyor. Ancak bu hata payını “sesli düşünme” gibi bir yöntemle biraz daha esnek hale getirebilirim.
Şair, enerjisinin birçoğunu şiir yazmaya değil şiir yayımlamaya ayırıyor gibi. Bir ayda üç beş dergide birden “görünüyor olma”nın şaire verdiği haz, “velud bir şiir” yazmanın hem şairini hem de okuyucuyu etkilemesinin insana verdiği histen mahrum bırakıyor. Burada şöyle bir soru doğuyor. Velud sıfatı faile yani mevzubahis olan konuda şaire has bir vasıf iken şiir nasıl velud oluyor? İyi şiir, yazmaya heveslendirecek kadar insana ilham verir. İyi şiirden etkilenmeler neticesinde bir imge, bir mısra, bir şiir hatta bir kitap dahi yazılabilmesi söz konusudur. Bir anlamda şiir okuyucuda bıraktığı etki ile yeni şiirlere ilham olarak doğurganlık gibi bir vasfa sahip olur. Sanıyorum edebiyat tarihi doğurganlık/”kısırlık”, az üretmek, mükemmele ulaşmaya çalışmak, yazamamak vb. gibi tartışmalarda en çok Yahya Kemal örneğini öne çıkarır. Diyorlar Ki’de Halide Edip önemli bulduğu gençleri sıraladıktan sonra “Yahya Kemal saydığım gençlerin hepsinden enteresandır. En büyük Türkçe şiiri yazacak diye beklediğimiz ve yazmasını özlediğimiz adam.”İfadelerine yer verir. Ruşen Eşref bu sözlere “Yazık ki bu pürüzsüz dille Yahya Kemal çok bir şey yazamayacak; kendisinin en büyük katili yine kendisi olacak. Çünkü sanatta bu kadar aşırı derecede titiz olanlar ya yarım ve tamamlanmamış büyüklükler meydana getirmeye, yahut da sessizlik içinde kaybolup gitmeye mahkûmdurlar. Çok zor beğenir olmayıp yazmalı. (…) O kadar temiz yazıyor ki, bir eser sahibi olursa, ondan günde beş şiir okumak o gün insanı yoracak.” diye karşılık verir. Gerçekten Yahya Kemal çok zor beğenir, hatta yaşarken bir kitap yayınlamayacak kadar şiir üzerine titizlikle eğilerek “çok bir şey yazmamış”tır. Ancak bu sayede kendine has bir şiir inşa etmiş ve Ünaydın’ın deyişiyle “sessizlik içinde kaybolup gitme”miştir. Bu kadar titizlikle ve şiir üzerine düşünerek yazıyor oluşu onun pürüzsüz dilini belirgin kılmış ve bahsettiğimiz velud şiiri meydana getirmede önemli bir rol oynamıştır. Günde ondan beş şiir okumanın insanı yoracak oluşu da doğrudan Yahya Kemal şiirinin ne kadar yoğun bir etkiye sahip olduğuna işaret ettiği açıktır. Bu noktada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yahya Kemal ve şiiri hakkında söylediklerine de değinmek lazımdır: “Onun için kısır diyenler, velut kelimesinin manasını yanlış anlayanlardır. Dehayı Amerikanvâri bir istihsal makinesi addedenler, şiiri astar gibi uzunluğu ile ölçülen bir nesne sayanlar elbette ki, bu sıkışık güzelliklerden, titiz sanatın, hiçbir zaman çığırtkan olmayan gür sesin ve kamaştırıcı hayalin mucizelerinden bir şey anlamayacaklardır.” Burada Tanpınar’ın Yahya Kemal şiirinden aldığı iki tesirden birinin “dil güzelliği” diğerinin ise “mükemmeliyet fikri” olduğunu belirtmek de Tanpınar şiirinin diğer eserlerine göre daha geride kalmasının sebeplerinden birini açıklar. Bu sebep ise bu kez mükemmeliyetçiliğin handikaplarından biri olarak karşımıza çıkar: mükemmeliyete ulaşma çabasının üretkenliğe vurduğu gem. Ruşen Eşref’in ifadesiyle “kendisinin katili” Tanpınar’ın deyişiyle “sükut suikasti”nin faili bir anlamda kendisi olmuştur. Şiir yolunda şairin mükemmeliyet çabasının üretken olmayı dizginlemesinin getirdiği olumsuzluklar ise bir başka yazı konusu olabilir.
Yukarıda belirtmiş olduğum isimler de nicelik olarak daha az şiir yazmış ancak kendilerine has bir şiir dünyası kurmayı başarmış önemli şairlerdir. Asaf Halet, Ahmet Haşim, Cemal Süreya kaç şiir yazmıştır? Kaç sayfadan oluşur kitapları? Ancak gerek şiir üzerine yazdıkları düz yazılardan gerek bizzat şiirleriyle kurdukları özgün şiir dünyasından şiir üzerine düşündükleri ve niteliği niceliğe kurban etmedikleri açıktır. Elbette bu örneklerin dışında İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi çok eser vererek şiir tarihinde yer edinmiş önemli isimlerin de varlığını anmak gerekir. Ancak bu isimlerin bile öne çıkan bazı kitaplarının diğerlerini geride bıraktığı aşikardır. Bunların dışında çok şiir yazdığı halde edebiyat tarihinde vasatı dahi yakalayamamış birçok isim mevcuttur. Dolayısıyla şairin üretkenliği şiirin bünyesine olumlu bir katkı sunmaz, “kısır”lığının da şiire doğrudan etkisinin olmadığı gibi. Önemli olan nokta zamanın kaosu içinde şiiriyeti yakalamadan, aynı imgeler aynı söyleyişlerle kendi içinde özgünlüğünü öne çıkarmadan birbirine benzer metinler ortaya koymaktan sakınmak, şiiri üretkenlik ile “görünme”nin verdiği hazza kurban etmemektir. Cevdet Karal’ın şu güzel mısraları ifade etmeye çalıştığımız meramımız üzerine bir kere daha düşündürebilir bizi: “Ben böyle iyi etmemişim Cahit abi/ Hecelerine bölüp seçmekle kelimeleri / Çar Birinci Nikola yanımda ne ki/ Şiir aceleci, ben bu yaşıma gelmişim/ Daha bilmiş ve kabul etmiş değilim gerçeğimi/ Alıp götürdü ama çoktan yaşama kuvvetimi/ Bitirdi erdemlilik, bitirdi beğenilme isteği/ Ve daha acısı var, söylemeyeyim”.
Bu yazı daha önce Asi dergisinin 6. Sayısında yayımlanmıştır.