“Okumayı öğrenmek sanatların en zorudur”
Goethe
“Pasif okur” imgesini yerle bir eden, okuru bir “eylem insanı” olarak yeniden inşaya çalışan, zihin karıştırıcı olduğu kadar zihin açıcı ve sorgulayıcı bir kitap! Arjantinli yazar ve eleştirmen Ricardo Piglia’nın “Son Okur” adlı kitabı…
Ricardo Piglia, 24 Kasım 1941 doğmuş ve 6 Ocak 2017 tarihinde üç yıldır amyotrofik lateral skleroz hastalığı ile mücadele edip Buenos Aires’te yetmiş beş yaşında ölmüştür. Roman ve öykülerin yanı sıra daha çok kurgusal ve eleştiri türünde eserleri kaleme almıştır.
Kendimizi sorgulatan bir kitapla karşı karşıyayız: “Peki kimdir bu son okur? Kör olana kadar okumayı bırakmayan Borges mi, tek isteği aralıksız okumak ve yazmak olan Kafka mı, çatışmaya beş kala ağaca çıkıp kitap okuyan Che Guevara mı?
Borges’in, “Okumak hem bir evrenin inşasıdır hem de düşmanca dünya karşısında bir sığınaktır.” Okuma eylemi hayatın süslerinden arınarak ona karşı bir savunmaya geçme şeklidir. Hayatını okuyarak geçiren lambanın ışığında gözlerini kör eden bir adamdır o ve der ki; ” Ben şimdi gözlerimin artık göremediği sayfaların okuruyum.”
“Roman gerçekten daha gerçekmiş gibi okunmaz; romanın zehirlediği ve bozduğu gerçeklik okunur.” diyor Borges ve dolayısıyla Piglia, “Okuma eyleminden hem daha gerçek hem de daha yanıltıcı başka bir şey yoktur” sonucuna varıyor.
Sartre okumak zorunluluğunu söyle anlatır: “Neden roman okunur? Okuyanın hayatında bir eksiklik vardır ve bunu kitapta arar. Aradığı anlamın kendi yaşamının anlamı olduğu açıktır; o herkesin kötü bir şekilde idame ettirdiği, kötü yaşadığı, sömürdüğü, yabancılaştığı, yanılttığı, uydurduğu yaşamdır; ama bu yaşamı yaşayanlar pekâlâ başka bir şey olabileceğini de çok iyi bilirler.”
“İnsan, bazı şeyler söylemeyi seçtiği için değil; onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır” der Sartre. Mesela Van Gogh’un başaklar arasında dalıp giden kırmızı yolu, onun çizdiğinden daha öteye, bulutlar arasından, denize dökülen bir ırmağa kadar izlememiz gibi…
Okuyan kişi normal ve sakin insan olmanın uzağındadır; uçta bir okurdur, her zaman tutkulu ve zorlayıcıdır. Okumak onlar için eylem değil bir yaşam biçimidir.
Mesela Don Quijote, “Sokakta bulduğu önemli önemsiz yırtık kâğıtları bile okurdu,” deniliyor.
Pavese ise, “Edebiyat hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır. Acı çekmemiş olsaydım, bu güzel sözleri yazamayacaktım” der.
Yazar yazdığı hikâyede hiçbir zaman her şeyi anlatmaz. Orada görevi okurun devralmasını ister. Mesela Kafka kitaplarında gerçeklik okuduğumuz metinlerin arasında verilmemiştir ama oralardadır. Dostoyevski’nin kahramanı Raskolnikov’un bekleyişinin ona nasıl acı çektirdiğini bilmemiz, kitabın sonuna kadar onunla birlikte beklememiz gibi… Bunlar bir yazarın sesli-sessizliğidir, kelimelerden sonra gelir. Yazarın yazdığı metinde cümlelerin arasına sakladığı, söylemediği sessizliğidir.
Yol boyunca koyduğu işaretleri, boşlukları doldurması ve ötesine geçmesi için yazarın okuyucuya yol göstermesi gerekir. Bu yol işaretlerini okuyucunun anlaması için ise dünyanın seslerinden arınması anlamına gelir. Dünyanın seslerinden arınmadan metnin içine giremezsiniz ve işaretleri anlayamazsınız.
Her sanat dalında olduğu gibi her sanatçı okuyucunun özgür iradesine çağrılarda bulunmaktadır. Okuyucunun özgür iradesine güvenmek ister. Bir resme bakıp ya da bakmamak, bir müziği dinleyip ya da dinlememek, bir kitabı okuyup okumamak tamamen okuyucunun elindedir. İster onu kitaplığında bir süs gibi tutsun, isterse okuyuculuğun sorumluluğunu yerine getirsin ama bir kitabın kapağını açtığınız andan, bir müziği dinlemeye başladığınız andan itibaren ona karşı sorumlusunuzdur.
Alman şair Goethe ” Okumayı öğrenmek sanatların en zorudur” der ve okumayı öğrenmek sanatların en gücü olduğunu ve yaşamının seksen yılını verdiğini ama yine de tam olarak öğrenemediğini söylemiştir.
Bu kitap klasik olarak okumayı sadece dinlendiren olarak düşünenler için değil ya da, huzur veren bir eylem olarak düşünenler için hiç değil. Bu kitap huzursuz bir kitap… Borges’le başlayıp Kafka ile devam eden ve sonra Che’le başlayıp Robinson’la tekrar başa döner yazar…
Yazının yalnızlığı ve metinleri okunmasına duyduğu ihtiyaç Kafka’ya Felice’ya mektuplar yazdırtır. Öte yandan Felice’yı yazı mektuplar üzerinden kendine çekmek ister. Kafka, Felice’yi tanımadan önce Max Brod’a yazdığı bir mektupta, ” Bir insan genç bir kadına yazı aracılığıyla bağlanabilir mi? ” diye sorar. Aslında Kafka’ da olan tam da budur. Okur, yani bekleyen bir kadın figürü hikâyesinin anahtarıdır.
Robinson gizli bir anlamın şifresini çözmek için okumaz; kaybettiğini bulmak için okur; kendi varoluşunda gizlenen gerçeğin şifresini çözmek için okur. Robinson okumaya başlar başlamaz inanır ve okuma kendi hayatında gerçekleşir. Robinson yaşamak için okur.
Bu kitabi okuyan okuyucu olarak anlama ve algılama tamamen kişinin kendine aittir. Anlama ve algılamayı, okurun daha önce okumuş olduğu kitaplar etkiler. Daha önce bu tarz kitaplar okuduysanız algılamanızda ona göre olacaktır. Okuma deneyimin aynasıdır, onu tanımlar, ona biçim verir.
Okuma eylemi bir kitaba sahip olmak değildir. Okuduğun kitabın verdiklerini almaktan, anlamaktan geçer.
Ben, işaretlerin anlamına güvenen, inanmak için okuyan bir okurum. Bir yandan işaretleri çözmekte ısrarlı bir yandan da sakinliğin yalnızlığında anlam inşa etmeye çalışan bir okurum.
Hepimiz, Joyce’un ırmağının deltasında daima önceden, bizi hazırlayan bir yolculuğa çıkarız ve oradaki kayıp adalardan birinde, boş zamanlarını doldurmak ve yalnızlığıyla mücadele etmek için her dilde yazılmış bir kitabı sanki son kitapmış gibi okuyan bir Robinson ile karşılaşırız.
Son sözü Sartre’ den bırakayım, “Şiddet, okuma yazma bilmez”
Herkese okumayla dolu bir hayat diliyorum.