Uzak bir vadide, yıllardır kimsenin dokunmadığı eski ama bir o kadar da güzel ve estetik bir piyano duruyordu. Onu ilk kez görenler, bir zamanlar ezgilerle dolu bir dünyaya ait olduğunu hissederdi. Tahtaları yosun tutmuş, siyah-beyaz tuşları zamanla sararmıştı. Telleri tozla kaplanmıştı ama hâlâ bir şeyleri fısıldıyor gibiydi. Vadinin ortasında bir mucize gerçekleşmesini sessizce bekliyordu.
Eskiler anlatırdı: Bir zamanlar bu vadi, melodilerle uyanan bir yerdi. Sabahları rüzgârın hafif esintisi, nehirlerin su sesiyle buluşur; kuşlar, piyanodan yükselen notalara eşlik ederdi. Melodiler havaya karıştıkça doğa, o ritmin içinde ahenkle dans ederdi. Ancak bu sonsuz armoni, bir gün ansızın durdu ve birbirinden farklı renkler ile taçlandırılan görsel ve duyusal şölen yerini ruhsuzluğa bıraktı. Kimse nedenini tam olarak bilmiyordu, sadece bir şeylerin eksildiğini hissediyorlardı. O yumuşak dokunuş birden nereye kaybolmuştu?
Vadi sakinleri, eski ezgiyi çalan kadının bir gün ansızın sustuğunu söylerdi. Kadının adı Elaia idi ve insanlar için bir umut olmuştu çünkü isminin anlamı çok eskilerden gelip “zeytin ağacı” anlamına gelmekteydi. Onun elleri piyanoya dokunduğunda, toprak uyanır, gökyüzü maviye bürünür, güneş ağaçların arasından daha sıcak doğar ve gün batımında herkesin nutku tutulurdu. Ama insanlar, bir süre sonra bu melodinin gereksiz olduğuna karar verdi. “Sessizlik de bir müziktir” dediler. “Doğa zaten var, ona yön vermeye gerek yok.” Ve böylece, onun piyanoya dokunmasına gerek kalmadığını söylediler. Kadın sessizliği kabul etti ve ellerini tuşlardan çekti. İnsanların bu isteğine karşı tek başına ya da birkaç kişi ile savaşamazdı. O çekildiğinde, sadece müzik değil, yaşamın ahengi de solmaya başladı. İlk başta kimse fark etmedi. Ama zaman geçtikçe, rüzgâr esmeyi bıraktı, nehirler durdu, kuşlar uzaklaştı. Piyano sessiz kaldığında, vadi de sessizleşti ancak güzel melodilerin yerini rahatsız edici sesler ve baş ağrıtan gürültüler aldı.
Yıllar geçti. Kimse o kadının adını hatırlamıyordu artık. Ancak vadi, bir zamanlar müzikle uyandığını biliyordu. Esen rüzgârlar, eskisi gibi serinletmiyor; suyun sesi, artık yalnızca kayalara çarpan boğuk yankılar taşıyordu. Güneş doğuyor, batıyordu, ama doğanın içinde eksik bir şey vardı.
Bir gün, yolu kaybolmuş Mira adında bir yabancı vadiden geçti. Ayakları, taşların üzerindeki tozları kaldırırken, eski piyanoyu gördü. Ona yaklaştığında, üzerine düşen yaprakları nazikçe süpürdü. Parmakları, çatlamış tahtalara dokunduğunda, zamanın yükünü hissetti. Ancak en dikkatini çeken şey, piyanonun sessizliği değildi. Sanki içinde yankılanan ama duyulmayan bir melodi vardı. Mira, merakla ilk tuşa bastı. O anda hafif bir rüzgâr esti. İkinci tuşa bastığında, vadinin derinliklerinden yankılanan bir kuş sesi duyuldu. Üçüncü tuşla, uzun zamandır suskun olan nehir yeniden akmaya başladı. Mira duraksadı. Sanki bir ritüeli bozmuş gibiydi, ama aynı zamanda onu tamamlıyordu. Piyanonun içinde gizlenmiş melodiler, zamanla unutulmuş, ama hiç kaybolmamıştı. Tuşlara her dokunduğunda, doğa uyanıyordu. Ama eksik bir şey vardı. O, bu melodiyi çalmayı bilmiyordu. Piyanonun ruhu, ona ait değildi. Sonrasında piyanonun kenar kısmında bir sembol gözüne ilişti ve çok şaşırdı. Anneannesi, Mira küçükken ona hep bu sembolü gösterirdi. Mira merakla eskiye dönmeye çalıştı ve vadi sakinlerinin en yaşlı olan sakinini aramaya koyuldu. O piyano hakkında ve vadinin geçmiş hikayesini öğrenmek istiyordu. En sonunda o en yaşlı ve en bilge olan kişiyi buldu. Mira duyduklarına inanamamıştı çünkü piyanoyu çalan kadın onun soyundan geliyordu. Yaşlı kadın zamanında sessiz kalmak istemeyenlerin içerisinde yaşamını devam ettiriyordu ama geriye sadece o kalmıştı. Eski melodileri, güzellikleri ve huzuru geri getirmek istediği için Mira’ya yardım etmeye karar verdi. Yaşlı kadın müzik hakkında bildiği bütün bilgileri Mira’ya anlattı. Gelecek nesillerin yeni bir “zeytin ağacı”na ihtiyacı olduğunu düşünüyordu ve Mira’ya gerçekten ismiyle birbiri olduğunu söyledi. Mira bir mucizeydi. Aradan birkaç zaman geçtikten sonra Mira tekrardan piyanonun olduğu yere gitti. Kararlıydı. Kulak tırmalayan sessizliği ama gürültüyü susturacaktı.
Mira derin bir nefes aldı. Piyanonun başına geçtiğinde, kalbinin ritmi parmak uçlarına kadar yayılıyordu. Gözlerini kapattı, büyükannesinden ve vadideki yaşlı kadından öğrendiklerini hatırladı. Bu, yalnızca bir müzik değildi. Bu, doğanın unutulmuş sesi, vadinin susturulmuş şarkısıydı. Parmakları nazikçe ilk tuşa bastığında, uzaklardan ince bir melodi yükseldi. İkinci notayla birlikte vadide hafif bir rüzgâr esti. Üçüncü notayla birlikte yapraklar eski günlerdeki gibi dans etmeye başladı. Mira duraksamadı. İçindeki şüpheleri bir kenara bırakarak çalmaya devam etti.
O çaldıkça, vadi yankılanmaya başladı. Kaybolan kuşlar geri döndü, nehirler eski melodilere eşlik edercesine akmaya başladı. Ağaçlar, yeniden hayat buluyormuş gibi dallarını gökyüzüne doğru uzattı. Vadide yankılanan bu ezgi, geçmişin ve geleceğin buluşmasıydı. Ancak Mira fark etti ki bu melodi hâlâ eksikti. Her nota doğru yerdeydi ama piyanonun ruhu tam anlamıyla canlanmıyordu.
Mira, müziğin ritmini yakalamaya çalışırken, piyanonun sadece bir enstrüman olmadığını hissetti. O, geçmişte susturulan bir sesin yankısıydı, yıllar boyunca unutulan bir şarkının ruhuydu. Vadide yankılanan her nota, doğanın ve yaşamın ahengini geri getiriyordu. Rüzgârın dansı, kuşların cıvıltısı ve nehrin akışı, müziğin gücüyle yeniden canlanıyordu. Ancak Mira biliyordu ki, sadece onun çalması yetmezdi. Vadinin sesi, tek bir elin dokunuşuyla değil, birçok yüreğin ortak ezgisiyle tamamlanmalıydı. Bu düşünceyle Mira, vadinin insanlarını toplamak için yola çıktı. Yıllardır süren sessizliği kırmak için onlara geçmişin hikayesini anlattı. İlk başta, insanlar tereddüt etti. “Sessizlik de bir müziktir,” dediler yine. Ancak Mira, onların unuttuğu bir şeyi hatırlattı: Sessizlik ve müzik bir arada var olmalıydı. Birinin yokluğu, diğerinin anlamını kaybetmesine neden oluyordu. İnsanlar, vadinin artık eski halinden çok uzak olduğunu fark etmeye başladılar. Sessizlik dedikleri şey aslında boşluktu, eksiklikti. Mira’nın çağrısıyla, vadide bir araya geldiler. Herkes bir enstrüman, bir ses ya da sadece bir ritimle katkıda bulundu.
Ve o gün, vadi yeniden uyandı. Mira’nın çaldığı piyano, insanların sesleriyle birleşti. Vadinin eski ahengi geri döndü; ama bu kez daha güçlü, daha bilinçliydi. Artık müzik, sadece bir kadının ellerine bırakılmış bir sorumluluk değildi; toplumun tamamının paylaştığı bir mirastı. Kadının sesi geri döndüğünde, doğanın ve toplumun dengesi de yeniden sağlandı.
Mira, melodinin içinde kaybolurken, Elaia’nın adını gökyüzüne fısıldadı. O artık yalnızca geçmişin bir yankısı değil, geleceğin bir melodisiydi. Ve vadi, bir daha asla sessiz kalmadı.
*Özel Antalya Toplum Koleji Anadolu Lisesi Liselerarası 1. Öykü Yarışması Birincisi