Serkan Türk: Pençe sözlük anlamında olduğu gibi etkisi çok olan, güçlü dizelerden örülü bir kitap. Ters Düşünce adlı ilk kitabınızdan bugüne nasıl bir değişim geçirdiniz, şiiriniz nereye doğru aktı zaman içinde?
Elif Sofya: İlk kitaptan bugüne neredeyse yirmi yıla yakın bir süre geçti. Bu zaman zarfında dünyanın ve yaşadığımız coğrafyanın insan kaynaklı sorunları pek değişim göstermedi ne yazık ki. Şiirime yansıyan meselelerim özü itibariyle insan’ın yol açtığı sorunlar oldu hep. Bir rahatsızlık duygusuyla yazdım ve yazıyorum diyebilirim. Elbette dilimde, söyleyiş biçimimde epey faklılık olduğunu hissediyorum. Eskiye oranla, daha rahat, daha pervasız ve öfkemi örtmeyen bir şiire ulaştım.
Serkan Türk: Düşünsel bir izlekle örülmüş bu şiirler belleğin çığlığına dönüşmüş. Tabiata, topluma, umutsuzluğa, modern hayata karışan bireyin dik durma arzusu olarak okunabilir mi kitabınız?
Elif Sofya: Modern hayatın içinde, bireyin dik durabilme gibi bir şansı olduğunu söylemek zor. Tekno – endüstriyel uygarlığı yaratan insan’ın, yarattığı bu sistem tarafından köleleştirilmesi, doğanın ve insan olmayan canlıların da bu sömürüye, yok edilişe maruz kalmaları karşısında bireyin dik durma arzusu, boğazına kadar pisliğe battığı için olabilir belki. Ben dik durmak değil de yıkmak istiyorum daha çok.
Serkan Türk: “Çıkarmak istediğim bazı rezaletler var benim
Köşelerin kırılmasına, çatlamasına damardaki ara
Yardımcı olmak amacıyla
Bazı rezaletlere ihtiyaç duyulduğunda
Koymak istediğim masaya”
Sadece ŞİİR’in ilk sayısında yer vermiştik bu şiirinize. İnsanın bazı rezaletlere ihtiyaç duymasını, olan bitene karşın bir itiraz geliştirememesini neye bağlıyorsunuz?
Elif Sofya: Aslına bakarsanız bu sorunuzun yanıtını devletin doğuşuna dek götürebiliriz. Akira Kurosawa’nın Yedi Samuray filmi, devletin doğuşunu sinemalaştıran müthiş bir örnektir. Önce bir sorunun çözümüymüş gibi var edilen, sonrasında bütün sorunların üreticisi ve sürdürücüsü haline dönüşen bir aygıtın, tahakküm ve zorbalıkla tüm itirazları bastırması. Hepimiz bir devletin içine doğuyoruz, bizde önceki nesiller de öyle. İtiraz mekanizmasını körelten, çalıştırmayan pek çok yapı ve kurum var; aile, okul, din vs.
Serkan Türk: “Şiiri okumak, şiiri sevmek herkesin hakkıdır ama anlamak herkesin hakkı değildir.” diyor İlhan Berk günlüklerinde. Elif Sofya’nın bu konuya bakışı nasıldır?
Elif Sofya: Herkes anladığı veya anlamadığı kadarıyla şiir okuyucusu olma hakkına sahip. Şiir’in yapısı gereği sonsuz özgürlük alanı var ve her okur o alanda dilediğince şiirle hemhal olabilir. Yazarından bağımsız, yazarının ürettiği metinden çok daha zengin ve katmanlı bir niteliğe ulaşan şiirler var okuru sayesinde.
Serkan Türk: Şair arı kovanına çomak sokan, yangına körükle gitmeyi göze alan biri değilse nedir bu çağda? Yazmaya zorlandığınız konular oluyor mu?
Serkan Türk: Her kitabın oluşum süreci farklılıklar barındırır. Sizin Pençe’yi hazırlama günlerinize dönersek neler anlatabilirsiniz bize? Şiirlerinizin hikâyesi var mı?
Elif Sofya: Aslında Pençe, Hayhuy’u tamamlayıp yayınevine teslim ettiğim sırada yazdığım şiirlerden oluştu. Genellikle dört, beş yıl arayla kitap çıkaran biriyim. Ancak bu kez öyle olmadı, Hayhuy baskıdayken, Pençe de neredeyse dosya haline gelmişti. Araya pandemi girdi, öncelikler değişti. Bu süreçte de epey şiir yazdım. Yayınevi değiştirdim, dosyanın ilk adı farklıydı onu da değiştirdim, beşinci kitap olduğu için penç’ten yola çıkarak bir hayvan imgesiyle de kesişen Pençe adı netleşti. Şiirlerimin çok azının hikâyesi vardır. En yakınlarım bile bilmez hangi hikâyenin şiirleştiğini.
Serkan Türk: “Bu aklını kurcalayan kurttu onun/Değerler değişir, zaman üfleyerek geçer dünyadan” diyorsunuz Kuşların Kışı adlı şiirinizde. Ortadoğu şiirinizde de, “Bak bu Ortadoğu/Bir iktidar denemesi olarak bırakıldı kucağına/Buradan yürünecektir tarihin belleğine/Doğurulmuştur üstelik ölü bir gövdeyle.” Hayata karşı dikkatinizin çok olduğunu düşünüyor musunuz?
Elif Sofya: Sanırım öyleyim, hem olayları hem de kavramları tersten okumayı seviyorum. Bu, hayat karşısında farklı bir bakış geliştiriyor. Dayatmacı ve verili aidiyetlerden sıyrılmanın yolu da bu bence, hayat adeta bir mayın tarlası, dikkat şart.
Serkan Türk: Kitapta sık sık ‘ağaç’, ‘kök’, ‘toprak’ imgeleriyle karşılaşıyoruz, “ben ağaçlarla konuştum”, “sorunlarımız ağaç kökleri kadar”, “toprak toparlıyor aramızdaki dalgınlığı” bunlardan sadece birkaçı. Nedir bu kitapta yeryüzünün ve ormanın payına düşen?
Elif Sofya: Yeryüzü’nün tamamı diyebilirim. Doğa benim şiirimin malzemesi olmadı hiçbir zaman. Ben içerden yazıyorum, doğanın bir parçası olarak yazıyorum. Doğanın parçası olmayanlar ona ‘çevre’ diyor zaten. Dolayısıyla doğayı katleden uygarlıkla ve onun değerleriyle sakatlanmış ‘insanlık’ la meselem var. İnsanlık’tan çıkan birinin şiirleri bunlar.
Kendi kafasında
Kendi kafasını yiyebilir
Nasıl çevrilir başka dillere bir şiir
Her dil dilsizliğini de yüklenir” diyen bir şair olarak çeviri şiire bakışınızı öğrenebilir miyiz?
Elif Sofya: Şiirin diğer edebi türlerden ayrılan çok özel bir yapısı var. Dil malzemesinin sesle ve ritimle sıkı örgüsünün yanı sıra sezdirmeler, çağrışımlar, tevriyeler vs. Bütün bunlar şiirin bir başka dile çevrilmesini olanaksız kılan unsurlar. Çeviri şiirler okuduğumda, onların kalın bir sis perdesi ardında kaldığını, sadece siluetlerinin göründüğünü düşünmekten kendimi alamıyorum. Ayrıca kimi çevirmenlerin de en az yazar kadar yaratıcı olduğunu, hatta yazardan daha yetkin olduğunu unutmamak gerek.
Yandıkça yana yakıla bir telaş yürüyor
Aklımda hep aynı soru
Biz yeryüzünde ne hakla”
Bu kitabınızda da diğer kitaplarınızda olduğu gibi insanı kenarda tutarak, bütün doğanın yanında yer aldığınız şiirlere yer verdiniz. Şiirle aradığınızı bulabildiniz mi? Başka türlerle ilişkiniz nasıl?
Elif Sofya: İnsan merkezli bütün yapı, kurum, ideoloji ve düşünce sistemlerinin sağ ya da sol fark etmeksizin karşısında, biyomerkezli bir dünya algısıyla yazıyorum. Yaşam hakkı karşısında tüm canlıların eşit olduğunu içselleştirmiyorsak, insanlar arasında yaratılan ayrımlara karşı çıkışımız da inandırıcı olmuyor. Irkları, cinsiyetleri, inançları hiyerarşik dizgeye sokanların aslında yaşam ve özgürlük düşmanı oldukları su götürmez bir gerçek. İnsan’lık tarihi bunlarla dolu. Okur olmak dışında diğer türlere kendimi yakın hissetmiyorum. Şiir bana yetiyor, şiir dışında başka bir türde yazmayı hiç düşünmedim, denemedim. Yapabileceğimi de sanmıyorum. Sanırım sadece şiir yazabilirim.
sadece ŞİİR’in 8. sayısında yer almıştır.