Nâzım Hikmet şiirlerinde yaşama ve ölüme dair her şeyi güneşi içenlerin türküsü gibi söyler. Onun şiirlerinde hasret ve hüzün mektuplarını andıran mısralar kanatlanır, destanlaşır, memleket manzaralarına ve şairin toprak sevgisine karışır. Hâtıralar kavganın musikisini duyurur. Şair bir ceviz ağacının görkemiyle, rüzgâr kanatlı atlar gibi umudu maviliklerde kucaklar.
Nâzım Hikmet’in “Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor”[1] şiirinin öznesi, hapishanedeyken büyüyen oğlunu sadece fotoğraflardan takip edebilir. Oğlundan uzak olmak onu üzer. Onun fotoğraflarına bakarak özlem gidermeye çalışır.
Fotoğraf, sabitlenen görüntüdür. Fotoğrafta, en kusursuz teknik uygulandığında yağlıboyayla çizilmiş bir resimde yakalamanın mümkün olmadığı bir büyü vardır.[2] Geçmişteki o büyülü ân, sabitlenerek geleceğe taşınır.
Zamanı donduran fotoğraflar üzerinde çeşitli tekniklerle ışık ve renklerde değişiklikler yapılarak gerçeğinden farklı bir görüntü elde edilebilir. Hatta fotomontaj yapılarak orada olmayan kişi ve nesneler eklenerek bambaşka bir şey ortaya çıkarılabilir.
Fotoğraf bir resim gibi renk, doku, ışık, figür, mekân açısından veya metin gibi zamanı, mekânı, kurgusu ve dili açısından yorumlanabilir. Fotoğrafın çekildiği, yorumlandığı ve hatırlandığı zaman önemlidir. Fotoğraf bir metin gibi okunurken ve resim gibi yorumlanırken kime ait olduğu, nerede, ne zaman, kim tarafından, niye çekildiği ve poz verilip verilmediği sorgulanır.
Işığın ve zamanın bir arada tutulduğu fotoğrafta ân (zaman), görüntüye dönüşür ve kalıcı hâle gelir. Fotoğrafa sessizlik hâkimdir. Fotoğrafta zamanın, tabiatın ve insanın sesi duyulmaz.
Şiir öznesi için zaman âdeta donmuştur. O, oğlunun fotoğraflarına bakarken dondurulmuş ânların art arda dizilmesiyle zamanın geleceğe doğru ilerlediğini görür. Oğlunun fotoğraflarına bakarak ona hapishanede kendisini rüzgâr gibi, halk türküsü gibi özgür hissettiğini söyler. Geleceğe dair umudunu korur.
Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar’ında “Yirminci asırda yaşayan şairin, muharririn, ressamın filan kıymeti, konkre olarak yirminci asrın bütününü, yahut hiç olmazsa parçalarını aksettirdiği nispette vardır.”[3] diyen Nâzım Hikmet, adı geçen şiirin sonunda yaşadığı dönemin atmosferini aksettirirken kendi hayatının muhasebesini de yapar.
Nâzım Hikmet’in “Hatıralar” şiirinde de hapishanede akşam bir resme bakarak hâtıralara dalan ve hayal kuran insanın geçmişi yâd edişi anlatılır:[4] “Bir resim:/Ne çerçeve/ne altında bir isim…/Bakıyor bana: /demirlerin/duvardaki/gölgeleri içinden….” (s. 760)
Nâzım Hikmet’in “Ölüme Dair” şiirinde ise Hâlid Ziya’nın Mai ve Siyah (Mai hayali, siyah hakikati simgeler.) romanının baş kişisi Ahmet Cemil’in bunalımını andıran hayal-hakikat çatışması dikkati çeker. İnsana karşı ne hayat ne de ölüm âdildir. Nâzım Hikmet’in “bir eski Acem şairi” dediği kişi Sa’dî-i Şîrâzî’dir. Nâzım Hikmet Sa’dî-i Şîrâzî’nin Gülistân adlı eserine gönderme yaparak hapishanede geçmişi hatırlar ve ölümün âdil olmadığının altını çizer. Söz konusu şiirde zamanın psikolojik okuna (geçmişi hatırlamak ve geleceği beklemek) ve tek yönlülüğüne[5] vurgu yapılır.
*
Seslerin birlikteliğinden meydana gelen şiirin âhengi, okura ilettiği duygunun etkisini de artırır. Şairin ustalığını zorlama olmayan kafiye ve uyaktan çok şiirin iç âhengi gösterir. Şiirde, sesleri duygu taşıcısı olarak tanımlarsak seslerin uyumunun ve birlikteliğinin duyguyu okura taşımadaki gücünü görebiliriz.
Şiir dili günlük konuşma dilinden farklı ve daha derin olduğu için her ses ve metnin ses düzeni önemlidir. Şairin duygu yoğunluğunu yansıttığı kadar işitselliği ve görselliği de okura ileten sesler farklı disiplinlerde dizilir.
Şairin hayatının, sanatsal ve kültürel birikiminin kelimelerle süzülmüş şekli veya özü olarak tanımlayabileceğimiz şiirde seslerin sertliği, yumuşaklığı, uyumu, uyumsuzluğu, görsel ve işitsel tarzda okurda iz bırakır. Şiirin matematikselliğini gösteren seslerin durgun veya hareketli yapısı metin incelemeleri açısından önemlidir. Her metnin bir ritmi vardır. Art arda gelen seslerin meydana getirdiği bu ritim; şiirin temasını ve izleklerini barındırır, güçlendirir.
Hasretin bekçisi Nâzım Hikmet, şiirlerinde umudun türküsünü söyler. Kelimelerin afalladığı noktada ses doruğa çıkarak anlamı ateşler. Sesler yuvarlanan bir kar topu gibi boğucu, huzursuz belirsizlikleri ve pürüzleri gidererek anlamın filizlendiği noktada berraklığa erişir. Sesin şiirin izleğiyle kesiştiği noktalardaki titreşim veya kıvılcım şairi zirveye taşır.
Nâzım Hikmet’in yukarıda yer alan şiirlerinin ontolojik tabakalarından ilki ses tabakasıdır.[6] Okurun kalbinde çınlayan seslerin haritası şairin hasretini imler. Şiirde ses, duygunun gölgesidir, sesin parladığı yer şiirin zirvesidir. Çünkü şiir bir ses sembolizmidir. Ses, metnin anlamını ve ritmini besler. Seslerin inceliği, kalınlığı, düzlüğü ve yuvarlaklığı şiirin ritminin hızlandığı, yavaşladığı noktaları gösterir. Hangi sesin, nerede ve kaç kere tekrarlandığı şairin neyi ve nasıl vurguladığını belirtir. Seslerin şiirde kullanma sıklığı ve simgelediği duyguların yoğunluğu şairin dili kullanma becerisini yansıtır. Şiirde sesler kadar sözcüklerin hece sayısı (tek heceli, çok heceli), hecelerin uzunluğu ve kısalığı da ritmi etkiler.
Rimbaud’nun “Sesliler” şiirindeki -Seslilerle renkler arasında ilişki kurar- gibi ince ünlülerle (e ve i) ince, açık, parlak ve hızlı şeyler; kalın ünlülerle (o ve u) hantal, ağır, karanlık ve sıkıcı şeyler arasında ilişki kurulur.[7]
Yukarıdaki şiirlerde “e” ve “i” seslerinin art arda gelmesi ve yoğun olarak yer alması aydınlık atmosferi -Rimbaud’nun “Sesliler” şiirinde belirttiği gibi- ve şairin umudunu gösterir: “İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,/gitmez gözümden hayali Haliç’e inen yolun,/iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış/evlât hasretiyle hasreti İstanbul’un.” (s. 1547)
Nâzım Hikmet’in örnekler verilen şiirlerinde zamanın çok yavaş geçtiğinden şikâyet edilir. Hep aynı insanların yer aldığı, kapalı ve dar mekânlardaki monoton hayat mutsuzluk kaynağıdır. Bu tür yerlerde zamanın geçişi yavaş, insanların sevdikleriyle mutlu olduğu yerlerde ise hızlı hissedildiği söylenebilir.
Abidin Dino’ya “Bana mutluluğun resmini yapabilir misin?” diyen Nâzım Hikmet, yukarıdaki şiirlerinde mutsuzluğuna rağmen müzikten faydalanarak, lirik ifadelerle umudun resmini şiirleştirmiştir. Şairin şiirde okura ilettiği mesaj, müziğin ve fotoğrafın büyüsüyle berraklaşır.
[1] Nâzım Hikmet, Bütün Şiirleri, YKY, İstanbul 2007.
[2] Walter Benjamin, Fotoğrafın Kısa Tarihi, Çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul 2013, s. 10.
[3] Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar, Adam Yayınları, İstanbul 1990, s. 80.
[4] Emel Koşar, Şiire Yansıyan Zaman-Cumhuriyet Devri Türk Şiirinde Zaman (1923-1990), Mühür Yayınları, İstanbul 2011, s. 95.
[5] Adrian Bardon, Zaman Felsefesinin Kısa Tarihi, Çev: Özgür Yalçın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2018, s. 116.
[6] İsmail Tunalı, Sanat Ontolojisi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2014, s. 109.
[7] René Wellek-Austin Warren, Edebiyat Teorisi, Çev: Ömer Faruk Huyugüzel, Akademi Kitabevi, İzmir 2005, s. 137.