Özet
Bu makalede anonim bir halk hikâyesi olan Hançerli Hanım, Freud’un sistematik bir şekilde ortaya attığı psikanalitik yöntemle incelenecektir. Metnin yazarı belli olmadığı için, kahramanlar ele alınacaktır. Hikâyedeki kahramanlar sırasıyla, Süleyman Bey, Hançerli Hürmüz Hanım ve Kamer ele alınacak; daha sonra hikâye içerisinde verilen bir diğer hikâyenin kahramanları Nâyâb ile Seyf-i Dil’in psikanalitik tespitleri ve eleştirisi yapılacaktır. Makale, genel bir değerlendirme ile sona erecektir.
A. Süleyman Bey
Zengin bir tüccar olan Halil Efendi’nin gözünden sakındığı, el bebek gül bebek yetiştirilmiş, güzelliği dillere destan oğlu Süleyman Bey, babasının ölümüne kadar dışarı çok nadir çıkmış bir gençtir. Halil Efendi, oğluna çok düşkün bir babadır. Öyle ki oğlunu yalnız başına dışarı bile göndermez. Burada Freud’un anne-oğul ve baba-kız ilişkisini çürüten bir durumun söz konusu olduğunu görmekteyiz. Freud’a göre, Oidipus kompleksinin temellerinde bilinçaltında yatan cinsel istek vardır. Zira “Freuda’a göre çocuğun ilk cinsel istekleri anaya yönelir ve babayı rakip bildiği için onun ölümünü ister”(Moran 2011: 153). Bu kompleksi tersten değerlendirdiğimizde oğul-anne, kız-baba şeklinde olur ve Süleyman Bey ile Halil Efendi arasındaki ilişki, Freud’un tezini çürütür. Ancak Freud, Oidupus kompleksinin yanı sıra diğer bir ihtimali de göz önünde bulundurur: “ Erkek çocuk baba tarafından hadım edilme korkusu yaşadığı için cezalandırılmaktan korkar. Bu korku onu babasını öldürme ve annesine sahip olma arzusundan caydırır. Fakat bu durum çocukta bilinçaltına itilir ve ileride ortaya çıkacak nevrotik durumlara sebebiyet verebilir”(Kolcu 2010: 179-80). Oysa bu ikinci tez de Süleyman Bey ile Halil Efendi için geçerli değildir. Nitekim Süleyman Bey’in değil anneye düşkünlüğü, annesinden bir müddet bahis dahi edilmez. Hatta Süleyman Bey’in, annesine karşı şu sözleri de savımızı destekler niteliktedir: “-Sus kaltak! Mal da benim mülk de benim… İstediğim gibi yapar ve seni yalınayak kovarım”(Hançerli Hanım… 1999: 14). Halil Efendi’nin oğluna düşkünlüğü, Süleyman Bey’in de babasına düşkünlüğü, Freud’un öne sürdüğü bilinçaltı cinsel isteri ile açıklamamakla birlikte, diğer durumlar için zemin teşkil edebilir.
Erkek eşcinselliği, özellikle genç delikanlılar ile oğlan çocukları arasındaki eşcinsellik olay örgüsünü belirlemese de metin içinde geniş sayılabilecek bir yer bulur. Hikâyenin başlarında anlatılan rakı sofrası sahnesi, metnin homoerotik bölümlerinden biridir:
Biraz sonra gayet güzel bir rakı sofrası hazırlandı. Herifler kadehleri doldurup toka ettiler. Süleyman Bey’e de bir şişe iksir getirdiler ve gül yanaklı, son derece dilber bir muğbeçe kadehi doldurdu. Ve Bey’e takdim etti… Birkaç kadeh içilince gözleri döndü, yavaş yavaş şenlenmeye başladılar. Güzel sâkiyi Süleyman Bey’in yanına oturttular. Artık her içişinde iki genç birbirinin dudaklarında meze alıyorlardı…(Hançerli Hanım… 1999: 8-9)
Görüldüğü gibi Süleyman Bey, ilk cinsel deneyimini kapalı kapılar ardında değil, arkadaşlarının da bulunduğu meyhane ortamında yaşamaktadır ve ona bir oğlan çocuğu eşlik etmektedir. Yıllarca kapalı kapılar ardında yaşayan bir genç olan Süleyman Bey, cinsel dürtülerini bilinçaltında kendisi fark etmese de muhafaza etmiştir. Evde herhangi bir kadınla mutlak cinsel beraberlik yaşayamaması, onu hemcinsine yönlendirmiştir. Süleyman Bey’in bilinçaltında bastırdığı bu cinsel istek, Freud’un psikanalitik tezini destekler niteliktedir. Zira “Freud’a göre herkesin bilinçaltında toplumun kurallarına uymayan birtakım dürtüler vardır, bunların başında cinsel dürtüler ve egemenlik isteği gelir. Sıradan insanlar bu dürtüleri toplumun beklentileri ile örtüştüremezlerse nevroza kapılırlar. Yani bu nevrozlar, özünde hiç de bireysel değildir”(Akerson 2010: 156). Süleyman Bey’in hemcinsiyle homoerotik bir tecrübe yaşaması, toplumun kurallarına uymayan bir davranıştır ve Süleyman Bey’in yetiştiği sosyal ortam ile ailevi şartlar, bu davranışta sadece bastırılmış cinsel duyguların etkisinin olmadığına delildir.
Hikâyenin bir başka yerinde Süleyman Bey başka bir sâki ile homoerotik bir ilişki yaşar: “Afıtâb-ı cihânsın amma kim / Afıtâbın bu kadd ü kameti yok, diye Süleyman’ı meyhaneye davetle eline bir kadeh şarap vererek içirdi. Ve dudaklarından öptürdü”(Hançerli Hanım… 1999: 10-11). Burada Freud’un benliği inceleme ve bilinçli akıl ile bilinçaltı akıl arasındaki ayrımı söz konusudur. Freud, insan bilinçaltında id, ego ve süperego ayrımlaşması yapar. “İd, anında tatmin bekleyen çeşitli ilkel içgüdüler alanıdır. Ego ise tutarlı bir benlik hissinin korunmasını sağlar ve gerçeğe uyum gösterir. […] Vicdan ve ahlâk duyguları süperego’da bulunabilir”(Smith 2005: 274-75). Görüldüğü üzere Süleyman Bey’in anlık tatmin bekleyen davranışları, sâkiler üzerinde olur. Nitekim “benlik, id’de temellenmiş biyolojik ve içgüdüsel gereksinimlerin sürekli olarak tatminine uğraşır. Bunlar tensel zevklerle bağlantılıdır”(Smith 2005: 275). Süleyman Bey’in, benliğindeki id’de karşılık bulduğu sâkiler, bilinçaltına ittiği baskılardır.
Süleyman Bey’in babasının ölümünden sonra, mirasını eğlencelerde, içki âlemlerinde ve umumhanelerde tüketmesi, bastırılmış duyguların birden açığa çıkması ile ilgilidir. Süleyman Bey, babasının sağlığında evden dışarı çok nadir çıkmış ve eğlence yerlerine çok kısa süreliğine ve babası ile birlikte gitmiştir. Süleyman Bey’in dışarıdaki sosyal hayatla ani tanışması, bilinçaltında yatan eğlence tutkusunu da ortaya çıkarmıştır. Zira Süleyman Bey’in bir işret meclisinde söylediği şu söz bu duruma delildir: “ Pederimin gününde böyle neşe bulmamıştım” (Hançerli Hanım…1999: 9).
Süleyman Bey’in, Hançerli Hanım’ın cariyesi Kamer’e olan aşkı ve onu arzulaması, Süleyman Bey’in bilinçaltında çeşitli devinimlere sebep olur: “Süleyman Bey, aşkından çıldırdığı Kamer’e doya doya bakıyor ve hanümân sızdığı esnada nâil-i vuslat olmaya teşebbüs ediyorsa da diğer cariyelerin tarassudu bu en şedîd arzusuna mani oluyordu.” (Hançerli Hanım… 1999: 28).
Bu suretle Süleyman Bey’in Kamer’e çok istedi hâlde kavuşamaması bilinçaltından çıkan isteklerini tekrar bilinçaltına atmasına ve böylece bir kısırdöngüye sebep olmuştur. Süleyman Bey’in ağzından verilen şu nazım parçası bu kısırdöngüye örnek teşkil eder:
Kandesin ey meh-i taban kande
Görmek ister bu dil-i efgende
Gözlerim nurusun ey mâh-likâ
Görünür mü bana sensiz dünya
Serde sevdâ-yı visâlin dönüyor
Dilde efkâr ü hayâlin dönüyor (Hançerli Hanım… 1999: 29).
Son olarak, eserin genelinde dikkati çeken bir başka özellik de Süleyman Bey’in hemen her durumda iyi olmasına karşın Hançerli Hanım’ın hep kötü olmasıdır. Bu durum, Süleyman Bey’in yetişme tarzı ve ortamından kaynaklanıyor diyebiliriz. Çünkü “esere ait birtakım gizemli noktalar, yazarın (kahramanın) hayatıyla ilişkilendirilerek ya da onun biyografisine müracaat edilerek açıklığa kavuşturulabilir”(Kolcu 2005: 178). Süleyman Bey’in el bebek gül bebek yetiştirilmesi, sosyal hayatın entrikalarından habersiz ve uzak olması, onun pozitif yönüne etki etmiş olabilir. Nitekim Kolcu, Edebiyat Kuramları adlı eserinde psikanalitiğin temelinde sadece bastırılmış cinsel duyguların değil, çocukluk, aile, sosyal ortamın da etkili olduğunu savunur.
B. Hançerli Hürmüz Hanım
Hançerli Hanım, hikâyede Süleyman Bey’e âşık zengin bir kadındır. Süleyman Bey’i ilk gördüğünde âşık olur ve sık sık buluşmaya başlarlar. Hatta Hançerli Hanım deyim yerindeyse Süleyman Bey’i iç güveysi alır.
Hançerli Hanım’ın Süleyman Efendi’yi sürekli çağırması ve içki içip cinsel münasebet kurmaları, sadece Süleyman Bey’i değil Hançerli Hanım’ı da incelemeye tabi tutmaya imkân sağlamaktadır. Hançerli Hanım, dönemin sosyal yapısı itibariyle isteklerini ve davranışlarını belirli sınırlar çerçevesinden tutmak zorundaydı. Ayrıca örf, bu duruma etken diğer bir nedendir. Zaten Süleyman Bey’i gizli gizli çağırıp buluşmaları, devrin sosyal engellerinin aşılması çabasıdır. Hançerli hanım’ın gelenekle ve örfle bastırdığı cinsel istekleri, Süleyman Bey’le buluşmalarında dominant bir hâlde ortaya çıkmaktadır. Toplumun beklentilerine karşı koyuş, bu durumda da kendini gösterir.
Hançerli’nin Kamer ile Süleyman Bey’i öpüşürken görüp bayılması, daha sonra Kamer’i öldüresiye dövmesi ve son darbe olarak da yılanlı ormana atması, onun kişiliğinden ve yaşama biçiminden ileri gelir. Kendini kontrol etmekten uzaktır; kendi ruhî ve zihnî denetimini yapamaz. “Freud’un kavrayışında benlik cinsellik, içgüdü ve zevk ile çok yakın ilişkilidir.[…] bu güdüler, bazen nevrozlar, sapkınlıklar, takıntılar ve diğer psişik bozukluklar olarak ortaya çıktıkları bilinçaltında gömülü ya da baskılıdırlar”(Smith 2005: 275).
C. Kamer
Kamer, Hançerli Hanım’ın cariyesi, Süleyman Bey’in meftun olduğu güzel bir genç kızdır. Psikanalitik olarak Kamer’in incelenmesi Süleyman Bey’le yaşadığı gizli aşk ve münasebetinden yola çıkılarak olacaktır.
Kamer, ilk görüşte âşık olduğu ve karşılık bulduğu Süleyman Bey’le gizlice cinsel münasebet yaşar: “Nihayet birgün mabeyn kapısı arasında, kimse yokken şems-i dırahşan ile Kamer taban yüz yüze gelerek lebber-leb neşve-i muhabbetle kendilerinden geçtikleri sırada Hanım bunları kapıdan görmüş ve son derece sevdiği vefakâr zannettiği Süleyman Bey’in bir cariye parçası ile sevişmesi sinirlerine dokunarak düşüp bayılmıştı”.(Hançerli Hanım… 1999: 28).
Kamer’in cariye olması, bazı isteklerini bastırmasına neden olmuştur. Aşkını bile gizlemek zorundadır. Bir cariyenin sosyal statüsü malumdur. Hiçbir bireysel hakka sahip değildir. Bu da Kamer’in bilinçaltında sakladığı istek ve hayâlleri canlı tutmasına neden olur. Süleyman Bey ile öpüşmesi, bastırılmış cinsel duygularını açığa çıkartmasına neden olmuştur. Aşk duygusunu tatması ve bunu cinsellikle süslemesi, Freud’un tezine örnektir.
Eserin içinde bir meddah hikâyesine de yer verilir. Bu hikâye, Nâyâb ile Seyf-i Dil adlı iki genç aşığın hikâyesidir. Süleyman Efendi’nin sâkilerle yaşadığı ilişkiler gibi bu ilişki de eşcinsel ilişkinin aynı metinde ikinci kez ve değişik şahıslarla işlenmesidir. Sunumumuzda bu hikâyeye yer vermemizin nedeni, eşcinselliğin psikanalitik temelinin olup olmadığını incelemek isteyişimizdir.
Toplumsal şartlar göz önüne alındığında çok da normal karşılanmamasına rağmen, Nâyab ile Seyf-i Dil’in aşkı bütün entrikalardan ve kötü niyetlerden uzak bir karaktere sahiptir. Bu ilişkinin temeli bedensel bir eyleme, karşı konulamaz bir tutkuya bağlanmamıştır. Bu da psikanalitik çözümlemede Freud’un savunduğu bastırılmış cinsel duygularla açıklanamaz. Zira konumuz eşcinsellik olmadığı için ve Nâyâb ve Seyf-i Dil’in hayat hikâyeleri verilmediği için, bu konuyu tam bir psikanalitik incelemeye tabi tutmak sağlıklı olmayacaktır.
D. Sonuç
Freud’un eser-yazar bağlamında değerlendirilmesi gereken psikanalitik kuramı, Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’nde anonim olması sebebiyle kahraman-eser hâlini almıştır. Eserin çarpık cinsel ilişkilerini ve aşk üçgenleri bilinçaltının, sosyal çevrenin, ailenin, çocukluğun hayâl ve arzuların ortaya konulup, parçaların birleştirilmesiyle mümkün olduğunca açıklamaya çalıştık. Ana karakterin Süleyman Bey olması, incelemede ona yoğunluk gösterilmesinde haklı sebeptir. Genel itibariyle bu hikâyenin psikanalitik zemini kısır olmakla birlikte, kısmen de olsa kahramanların tutumları yeni bir zemin yaratmamızda etkili olmuştur.
Kaynaklar
Akerson, Fatma Erkman. “Yazar Odaklı Bakış ve Psikoloji” Edebiyat ve Kuramlar. İstanbul: İthaki Yayınları, 2010.
Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi. Haz. Dr. Yakup Çelik. Ankara: Akçağ Yayınları, 1999.
Kolcu, Ali İhsan. “Psikanalitik Edebiyat Kuramı” Edebiyat Kuramları: Tanım-Tenkit-Tahlil. Erzurum: Salkımsöğüt Yayınevi, 2010.
Moran, Berna. “Sanatçıya Dönük Eleştiri” Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.
Simith, Philip. Kültürel Kuram. İstanbul: Babil Yayınları, 2005.