Yalnızca toplum, bir fikrin değerli ya da yeni olduğunu belirleyebilir. Disiplinlerarası kesişim noktaları, dünyayı sarsacak kadar etkili ve yeni bir fikir patlaması için en uygun yer olmaktadır. Kesişim noktalarının gücünün farkında olan bireyler, kurumlar ya da ekipler, bir alandaki fikirlerini, bir diğer alanın görüşüyle birleştirirler. Tam da bu noktada, farklı ve yeni fikirlerin patlaması gerçekleşir. 21.yüzyıl Türk edebiyatının yaşadıkları ve yazdıkları ile çok boyutlu yansıtıcısı olan Zülfü Livaneli, benliğinde yer alan duyarlılığı ve estetik anlayışını sanatı ile var eder. Birey olarak algıladığı ve içinde erittiği müzisyen siyasetçi, yazar kimliğini özgün yaratıcılıkla eserlerinde somutlaştırır. Zülfü Livaneli, bulunduğu her ortamda, kültürlerarası ve farklı disiplinlerdeki ilişkileri vurgular. Eserlerinde de bu ilişkilerin oluşturduğu bir panaromayı sergiler. Giddens “kişiler bireysel kimliklerine biçim verirken eylemlerinin özel örgüsü ne denli yerel olursa olsun sonuçları ve içerikleri açısından küresel düzeyde toplumsal etkileşimde bulunur ve etkileri doğrudan artırırlar” (2010: 304) der, Livaneli de bir kültür karnavalı ve sınırsızlık ikliminde yazınsal lunaparkına çağırır okurlarını.
Sanatı çok katlı bir yapıya benzetirsek bu yapının birçok katmanı olduğunu görürüz. Zülfü Livaneli sanat adını taşıyan birçok disiplinde özgün kimliği ile var olur. Ancak, sanatta değişik disiplinler arasında çalışmak zor olmakla birlikte sinema sanatı, edebiyat ve müzik birbirinden beslenen sanatlar olarak ortaya çıkar. Bir filmin temel taşlarından birisi olan hikâye, senaryo olarak sinema sanatının en önemli bileşenlerinden birisi olarak görülür. Fakat Zülfü Livaneli’ye göre yine de edebiyat yapıtına konu olan, insanları en gizli düşünceleriyle kendilerine bile ifade edemedikleri duygularıyla anlatan bir kurgu, sinema kanalıyla aktarılmaya çalışıldığında eksik kalmaktadır. Yazma sanatı ifade etmeyi tamamlayan ana kaynaktır. Arafat’ta Bir Çocuk’un Huzursuzluk’larla geçen ömrünün ifadesidir Livaneli yazını.
Zülfü Livaneli’nin yaşamının erken dönemlerinden itibaren önemli bir yer tutan edebiyat ve müzik, sinema sanatıyla bütünleştiğinde ortaya yankı uyandıran yapıtlar çıkarır. Edebiyat ve sinema gibi hikâye anlatma uğraşları, söz söylemeye, düşünce anlatmaya daha uygundur. Temel olarak bireyin edebiyata bakışı ile diğer sanat dallarına bakışı arasında her zaman benzerlikler bulunur. Zülfü Livaneli; yıllar boyunca biriktirdiği bilgiler, karşılaştığı gerçeklikler tanık olduğu durumlar arasında ilgiler kurarak çeşitli meseleler üzerinde düşünür. Düşünme ve paylaşma uğraşında sanatkârın geldiği noktayı yansıtan odaklanmış yazılar ortaya çıkar. Kitaplaşmış yirmi (20)’den fazla yazın, Gökyüzü Herkesindir (2020), Şapka (2019), Rüzgârlar Hep Gençtir (2019), Gölgeler (2018), Elia ile Yolculuk (2017), Huzursuzluk (2017), Konstantiniyye Oteli (2015), Kardeşimin Hikâyesi (2013), Edebiyat Mutluluktur (2012), Harem (2012), Serenad (2011), Sanat Uzun Hayat Kısa (2010), Son Ada (2008), Sevdalım Hayat (2007), Leyla’nın Evi (2006), Gorbaçov´la Devrim Üstüne Konuşmalar (2003), Mutluluk (2002), Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm (2001), Engereğin Gözündeki Kamaşma (1996), Sosyalizm Öldü Mü?(1994), Diktatör ile Palyaço (1993), Türkiye Orta Zekalılar Cenneti (1993), Sis (1988), Geçmişten Geleceğe Türküler (1981), Arafatta Bir Çocuk (1978), Türkiye’yi görünür kılan eserlerdir. Düşünme ve paylaşma işi bir aşamadan sonra eleme uğraşına dönüşür. Sanatkâr eleme evresinde yapıtlarını kitlesiyle buluşturur. Kitlesiyle buluşma Zülfü Livaneli’de çok boyutludur. Sanatkârın çok boyutluluğu her bir yapıtını üretirken dünyaya baktığı açıdan temaları farklı yönleriyle işlemesinden kaynaklanır. Sanatkârın en büyük direnişi bu sebeple Marcuse’un tanımladığı ‘tek boyutlu insan’ a karşı olur. Her zaman kitle iletişim araçlarının türlü yöntemlerle yapılan manipülasyonlarının etkisinden sıyrılmak, kendi beyniyle düşünebilen ve doğru bildiğini yapabilen bir insan olmak yolunda yürür.
Livaneli; insanları/karakterleri: kardeş, yazar, akademisyen, Doğu’da Meryem, Batı’da Leyla, Roksana, Güneydoğu’dea Meleknaz, İsveç’te mülteci, bir otelde garson, otelde zengin, adada siyasetçi ve daha nicesi kendi toprağından yolu geçen herkesin hikâyesi. Zülfü Livaneli eserlerinde kişiler kendileri ve dünya ile yüzleşirken yenik çıkan ya da galip gelen anlatı kişileri olayın akışına kapılıp giderler. Kişilerin edimleri itkisel ya da fark edişsel boyutun dışına çıksa da alışılmış düzenin içinde değiştirilemezler. Bu değişmezlik kişileri yozlaştırır, apolitikleştirir, sorunların kaosunda sorumsuzlaştırır. Sorunlar dizgesinden kurtulan karakterler ise anlatıdaki olayları değişim sürecini etkiler yalnız değiştirmez. Zülfü Livaneli’nin evreninin çadırında kendilerini oluşturan başkişileri; kimsesizleşme, sorumsuzlaşma ya da dış faktörlerden dolayı apolitikleşme ve sonucunda içe kapanma nedenlerinden dolayı yalnızlık psikolojisi içine girerler. Anlatı başkişileri yaşanılan dünya ile içşel yaşamın çatışması sonucunda yok olma, silikleşme süreci içinde girerler. Kişiler bu süreçte bir arayış sürecine girerler. Arayış, bireyin kendi içinde süren yolculuğunun var olmasıyla/tutunabilmesiyle sonlandırılır.
Livaneli yazını, geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış yaşantıların fotoğrafik anlatımını taşır. Eserlerde çok katmanlı kültürel bir hafıza yer alır. Sadece kurgusal metinlerde değil deneme, sinema, tiyatro, müzik sanatın eklektik halinin canlı örneğidir.
Gelişim, pozitiften negatife değişim, toplumsal dikey düşüş aynı zamanda her şeye rağmen yatay devam ediş; Livaneli’nin eserlerinin Türkiye’nin yaşadığı öykülerin panoraması olduğunun kanıtıdır.
Bu yazdı KE’ın 2. sayısında yer almıştır.