Algıları açık kişiler, anlatıcı olarak doğanlardır.
Yakın zamanda Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri’nde İlk Beş Eser Kısa Listesi’nde Bıçak Öyküleri kitabıyla yer alan Engin Belki Yıldırım ile kitabı ve edebiyat yolculuğu üzerine söyleştik.
Engin Belki Yıldırım: Tüm camianın yakından takip ettiği saygın bir oluşumun elemelerini geçerek ilk beş arasında yer almak elbette öncelikle gurur ve mutluluk kaynağı. Bunu bir de yayımlanmış ilk öykü kitabınızla yaşıyorsanız duygu ikiye katlanıyor. Birbirinden değerli jüri üyelerinin yazdıklarımı okuyup değerlendirecek olması bile heyecanımı doruklara taşıdı.
Mahmut Yıldırım: Okurlarınız tarafından ön plana çıkan öykülerinizden biri de Tezgâh. Burada bir şekilde mecbur kaldığı için pazara gitmek zorunda olan, dünyadaki en şanssız kişiyle karşı karşıyayız. Metindeki olayları doğrudan karakterin ağzından dinleyerek pazar alışverişinin gidişatını takip ediyoruz.
Hayatın içindeki çeşitli durumlarda insanlar genellikle görev dağılımından kaçmaya çalışırlar. Bu kaçma eğilimi, okurların karakterle daha fazla özdeşleşmelerine, metni sıcak bir şekilde kucaklamalarına nasıl katkı sağlıyor? Anlatıda kendini bulma duygusu, okurların metni daha içtenlikle deneyimlemelerine nasıl olanak tanır?
Engin Belki Yıldırım: Bu bence öncelikle teknikle alakalı. Birinci tekil şahıs ağzından anlatılan öyküler daha kolay özümsenebiliyor. Buna ek olarak okuyucu ilk cümleden itibaren kendini tanımlayan tanış bir çaresiz durum içerisine düşünce metni kendilerininmiş gibi sahiplenebiliyorlar. Öykünün yerelliğini ve herkesin hayatında iyi veya kötü yer edinmiş tanıdık bir mekânda geçiyor oluşunu da eklersek bu kadar sevilmesini daha net anlayabiliriz. Birbirinden tamamen farklı cinsiyette, statüde, yaşta kişiden hep aynı öyküyü sevdiklerini duymak benim için de oldukça ilginç bir deneyim oldu.
Halkımız nedense mağdur edebiyatını, mağdurla empati yapmayı fazlaca seviyor. Bunun nasıl sömürüldüğünü sanattan siyasete kadar geniş bir yelpazede görebiliriz. Öyküde de bir mağdurumuz ve onun bir kurtarıcısı var. Aslında bu fantastik bir öykü ve kurtarıcı melek figürü mevcut. Okuyucu öyküye girdikten sonra mağdurun kurtarıcısıyla birlikte kötü adamı alt etmesini görerek, iyilerin sonunda kazanacağı duygusunu bir kere daha doyurarak öyküden alabileceği tatmini aldığı için bu kadar çok seviyor diye düşünüyorum. Sıkı okurlar için çok daha derin, okuması zor öyküler var aslında kitapta ve Tezgâh bunlardan biri değil.
Bu benzersiz bıçak dünyasını yaratırken nelere dikkat ettiniz? Sıradan nesneleri bu kadar çarpıcı/sembolik bir şekilde kullanma fikri nasıl oluştu? Yazım sürecinde bu öğeleri birleştirirken hangi düşünsel yolları izlediniz?
Engin Belki Yıldırım: Anlatıcılığın olmazsa olmazı canlı cansız her şeyin gözünden görebilme yetisidir. Anlatabilmek için bir taşın yuvarlanırken neler hissettiğini de kurabilmeli ve yansıtabilmek için uygun dili bilmek zorundasınız. Gerçek hikâye anlatıcıları yaşadıklarını-yaşananları yazanlar değil yaşanabilecek olanları kurgulayabilip yazanlardır.
Bazıları anlatıcı olarak doğar, bazıları da anlatıcı olmak için notlar alır, sürekli gözlem yapar, olağanüstü çaba sarfeder. Algıları açık kişiler, anlatıcı olarak doğanlardır. Bunları çevrenizde farklı işler yaparken görebilirsiniz. Bazıları taklitler yaparak çevresini güldürür, bazıları iyi fıkra anlatır, kimisi iyi hatiptir, kimisi iyi esnaf, iyi yönetici, iyi oyuncu, iyi müzisyen, kimisi de gönülleri çalan bir çapkındır. Tümünün ortak özelliği çevreden gelen her frekansı, etkiyi, bilgiyi çaba sarf etmeden toplaması ve zamanında kullanmak için depolamasıdır. Bunu da bilinçli olarak yapmaz. İhtiyacı olduğu anda bu bilgi kendiliğinden öne çıkar. Ben iyi bir konuşmacı değilimdir hatta bir süre sonra saçmalamaya başlarım, benim kabiliyetim de yazıyla anlatmak.
Mahmut Yıldırım: Öykülerinizin merkezinde keskin bir bıçak teması yer alıyor ve tema karamsar bir atmosferle örülüyor. Bu hava, paradoksal bir şekilde okurun kendi iç dünyasında bir tür aydınlanma yaratabilir mi? Yani bu karanlık durumlar, aslında okurun kendi yaşantısına, duygusal deneyimlerine daha farklı bir bakış açısı kazandırmasına yardımcı olabilir mi?
Engin Belki Yıldırım: Hepsinde karamsarlık mevcut mu bilmiyorum. Veya şöyle söyleyeyim: Hayatımız nasılsa öyküler de öyle. İçinde bulunduğumuz döneme ait insan öyküleri bunlar. Burunlarından bir üflesek canlanacak kadar gerçekler. Kurgunun yarattığı kişiliklerle kurduğumuz bağlantıyı kendi kişiliğimizi ve hayatımızı kurgulamak için kurabilirsek bakış açımızı değiştirebilir, hem düşünsel hem de gerçek dünyamıza istersek ay istersek güneşi doğurabiliriz. Yazı size bir anahtar verir; hangi kapıyı açacağınız size kalmış.
Mahmut Yıldırım: Kitabın sonuna doğru minimal öyküler karşılıyor bizi: Kesik, Tünel, Av, Öd gibi. Kısa öyküler, aniden okuru etkilemek için tasarlanırken, bazen bu kısa ve öz anlatımın hemen fark edilmemesi gibi bir durumla karşılaşabiliriz. Kısacık bir öykünün derinlemesine düşünme isteğini körüklemediği ve aniden etkileme gücünü bazen kaybettiği görülür. Bu durumu dönüştürmek/okuyucuların bu çarpıcı anlatımları daha fazla fark etmelerini sağlamak için neler söylersiniz?
Ama ben başka bir açıdan bakacağım. Okuma alışkanlığının yanlışlığına değineceğim. Genelde roman daha çok okunan ve tercih ettirilen bir tür. Hem yazar hem okuyucu bu türe gereğinden fazla önem veriyor. Gereğinden fazla demekle ne demek istediğimi açayım: Okuyucu uzun metinleri okumakla uzun ve sündürerek yazmayı şiar edinmiş yazarla bir okuma yazma ispatlaşmasına gidiyor. Kalın kitap okumakla övünmek diye bir olgu var. Bunun aynısı yazarda da mevcut. Roman ilk çıktığından itibaren anlatıcılar bu türü benimseyerek uzun uzun yazdılar. Bu yeni bir türde eser vermenin ve romanın sınırlarını zorlamak için elzem bir mücadeleydi. Fakat bu mücadeleyi sürdürmek şimdilerde yeldeğirmenlerine saldırmakla eşdeğerdir bence.
Bir düşünün; edebi bir değer taşımayan sayfalarca sözcük okuyorsunuz… ve sadece okuyorsunuz. Size bir şey katmıyor, beyninizde bir kıvılcım çaktırmıyor, o öyle yaptı, bu böyle geçti, ağladı, güldü, sevişti, sevişemedi sapık oldu, gezegeni patlattı, vampiri dürttü, kötüye kazandırıp ters köşe yaptı vs.
Edebiyat sıradan bir olayı bile güzel yazma sanatıdır. Eğer iyi anlatabiliyorsanız bin sayfa da yazın, buna itirazım yok ama dümdüz bir metin sırf uzun olduğu için değer görmemeli bence. Bu yüzden öyküye özellikle kısa öyküye hatta iyi şiire de yeterince kıymet verilmediğini düşünüyorum. Gereğinden fazla değer verilen uzunlardan vazgeçme zamanı geldi de geçiyor bile.
Eğer anlatılacak olan bir cümlede sunulabiliyorsa gereksiz uzatmanın âlemi yok. Okuyucu da kısa bir öyküyle karşılaştığında daha dikkatli okursa bin sayfadan alabileceği keyiften fazlasını alabilir.
Mahmut Yıldırım: Son olarak, ikinci kitabınız Tuhaf İstanbul Öyküleri de yayımlandı. Peki, üçlemeyi hangi tema devam ettirecek?
Engin Belki Yıldırım: Üçüncü kitap Robot Öyküleri. Adından da anlaşılacağı gibi öznesi robot olan ama yine insanı anlatan öykülerden müteşekkil. Ayrıca bu kitap da yine arkalı önlü ve diğer tarafı da Kısa Devre adıyla kıpkısa öykülerden oluşacak.