Tugay Kaban, Engin Türkgeldi ile Orada Bir Yerde çerçevesinde edebiyata ve yazarlığa dair bir söyleşi gerçekleştirdi. İyi okumalar dileriz.
Tugay Kaban – Engin Bey ilk olarak söyleşi teklifimi geri çevirmediğiniz için size teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum. İlk soruyu oluşturmak benim için çoğu zaman zorlu bir uğraş olmuştur. Fakat zevkli bir uğraş olduğunu da dillendirmeliyim. (gülüyor) Size basit görünebilecek fakat söyleşimizin salahiyeti açısından önemli bulduğum bir şeyi sormak istiyorum. Kendinize yakın bulduğunuz yahut etkilendiğiniz veyahut sizin için ‘en’ olan öykücü kimdir?
Engin Türkgeldi – Teklifiniz için ben teşekkür ederim. Sorunuzun basit değil, tersine yanıtlaması güç olduğunu düşünüyorum. ‘’En’’leri seçmek her zaman zor ve adaletsiz gelir bana. Yine de kendime en yakın bulduğum ve etkilendiğim öykücü, tek öykü kitabı olsa da, Juan Rulfo diyebilirim.
Engin Türkgeldi – Juan Rulfo, dünya edebiyatının yanına yaklaşılması dahi zor zirvelerinden biri, bu anlamda kendimi onunla kıyaslamak veya aramızda benzerlik kurmak aklımın ucundan geçmez. Bunun bilincinde olarak, sorunuzu yanıtsız bırakmamak adına birkaç noktaya değinebilirim belki.
Doğrusu, Juan Rulfo’nun yaşamı hakkında fazla bilgim yok. Fotoğrafçılıkla uğraştığını biliyorum. Onun gibi fotoğraf sanatçısı değilim ama görsel sanatlardan, özellikle fotoğraftan ve resimden çok etkilenirim. Belki bu ortak paydadan yola çıkarak, ikimizin de yazının görsel yönüne önem verdiğimizi söyleyebilirim. Objektif bir duruş noktasına ve soğuk sayılabilecek bir anlatıma sahip olması; oldukça yerel bir arka planda evrensel, insani gerçekleri ortaya koymaya çalışması da aklıma gelen diğer noktalar.
Tüm sevenleri gibi ben de Juan Rulfo’nun çok az eser vermiş olmasından büyük bir hicap duyuyorum. Acele etmemiş bir yazar. Ben de yazma işini ağırdan aldığımın, ortalamadan daha yavaş, daha az yazdığımın farkındayım. Bu da belki bir başka benzerlik olabilir.
Tugay Kaban – Görsel sanatlardan etkilenen yazarların kurgusal çalışmalarında, genel olarak karakterlerin iç dünyalarına değil de daha çok eylemlerine odaklandığına dair bir şeyler okumuştum. Buna katılır mısınız bilmiyorum fakat siz de görsel sanatlardan etkilendiğinizi söyleyince, ‘Orada Bir Yerde’yi okurken aklıma gelen bazı düşüncelerin doğru olduğunu hissettim şimdi. Eserinizde de genellikle karakterlerin iç dünyalarından çok eylemlerini yahut onlara karşı yapılan eylemleri işliyorsunuz. Bu konu hakkında neler diyebilirsiniz?
Tugay Kaban – Öykü üzerine kendi kendinize notlar aldığınız oluyor mu? Kendi sanatınız ve o sanatın sizin üzerinizdeki etkileriyle aklınıza düşürdüğü cümleler, kelimeler. Burada bahsettim, bir öykü konusu değil. Daha çok öykünün ne olduğuna dair meseleler.
Engin Türkgeldi – Elbette öykü yazan herkes gibi ben de bir öyküyü nelerin iyi yaptığını, yazının sınırlarını ve imkânlarını anlamaya çalışıyorum. Neleri yapabileceğime, deneyeceğime kafa yoruyorum fakat bunlar not aldığım, organize düşünceler değil.
Tugay Kaban – Son sorumu iki parça hâlinde sormaya çalışacağım. İlki şu: Bir sanat eserinin görünürlüğü açısından, o eserin sanatkârı sizce ne derece etkilidir? Saniyen: Sanatkâr çağın gerekliliklerinden kaçabildikçe mi eserleri daha ‘gerçek’ bulunur, yoksa o gereklilikler ile eserini bağdaştırdıkça mı? Ve son olarak, tekerrüren, bu söyleşi için teşekkür ederim.
Engin Türkgeldi – Sadece günümüzde değil, tarihte de bir eser, yaratıcısından ayrı düşünülemiyor kolay kolay. Anonim bir antik heykeli bile incelerken, onu kimin, ne için, ne şartlarda, nasıl yaptığını merak ederken buluyoruz kendimizi. Eser-yaratıcısı ile bir bütün. Dolayısıyla, görünürlüğü ve daha da önemlisi yorumlanmasında yaratıcı bence etkili. Birçok eser, yaratıcısının biyografisi veya külliyatı göz önüne alındığında bambaşka bir ışıkta yorumlanabiliyor. Eserinin görünürlüğü konusunda aktif rol alıp almamak, bunu ne derecede yaptığı ise herkesin kendi tercihi. Bunun için bir eseri veya yaratıcısını eleştirmek, parmak sallayıp bilgiçlik taslamak bence gereksiz bir tutum.
İkinci kısma gelirsek, çağın gerekliliklerinin ne olduğu benim için biraz muğlak ve tartışılır ama ‘’gerçekliği’’ sağlamanın belirli bir formülü veya yöntemi olduğunu sanmıyorum. Yazar, bu gerçekliği bazen öyküsünü çağının içinde, bazen de tamamen dışında sunarak sağlayabilir. Eninde sonunda eser, okura ‘’gerçek’’ gelir veya gelmez.
Söyleşi ve sıra dışı sorularınız için ben teşekkür ederim.