Öteden beri severim günlük okumayı. Hele bu günlükler sevdiğim yazarlara aitse… Pavese’in Yaşama Uğraşı, Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı, Kierkegaard’ın Günlükler’i, Cemil Meriç’in Jurnal’leri, İlhan Berk’in El Yazılarına Vuruyor Güneş’i, Hilmi Yavuz’un Geçmiş Yaz Defterleri, Oğuz Atay’ın Günlük’ü, Dostoyevski’nin Bir Yazarın Günlüğü ve geçtiğimiz günlerde yayımlanan Tanpınar’ın günlükleri aklıma ilk gelenler… Günlüklerini okuduktan sonra, bir kez de o yazılanlar ışığında düşünmek, sorgulamak, irdelemek yazarların eserlerini. Okumanın baş döndüren hazzı en çok da böyle okumalar neticesinde kendini duyurur. Bu okumalara ve hazlara Miguel de Unamuno’nun Günlükler’ini de ekledim. Unamuno, bilhassa Sis romanıyla beni büyülemiş bir yazar. Günlükler ile Sis arasında şaşırtıcı bir paralellik bulduğumu da ayrıca belirtmeliyim.
‘Nosce te ipsum, kendini tanı. Benim bu amaçla kullandığım araç, bu günlük… Günlüğüm, varlığımın durumunu kesinlikle ve sadakatle yansıtmak amacını güdüyor. Olanları ne iyi göstermeye çalışıyor, ne de olduğundan kötü. Yer aldığına inandıklarımı apaçık, kesin, düpedüz anlatıyor, o kadar… Bilincimin gizli ve derin taraflarının yazıya dökülmüş şeklidir bu günlük…’ Stendhal, günlüğünün bir yerinde böyle diyor. Kendini tanımanın en kışkırtıcı ve etkileyici yollarından biridir hiç şüphesiz günlük tutmak. Unamuno için de ‘kendini tanı’manın araçlarından biri günlük. Kendini başta İncil ve İsa Mesih vasıtasıyla tanıyarak ve ‘doğanın bilinci’ olarak tanımlayarak Tanrı’ya ulaşmaya çalışır yazar. Hakikati tevazuyla aramak, mantığın uzağında doğayı insanlaştırmak, onun içinde Yaratan’ı görmek, ve doğayı O’nun yaşayan şarkısı yapmak anlamına gelmektedir. Bir bakıma insanların ve elbette kendi içinde yaşayan Tanrı’nın peşindedir Unamuno ve daha Birinci Defter’in ilk satırlarında bunun ancak ‘kendini tanı’ düsturuyla mümkün olduğunun altını çizerek hem Stendhal ile buluşur hem de Aziz Augustinus’tan Spinoza’ya kadar geniş bir tin coğrafyasında seyahate çıkarır kendisiyle birlikte okuyucuyu.
Şeyh Galib’in ‘Bir şu’lesi var ki şem-i cânın/Fânûsuna sığmaz âsmânın’ mısralarını sık sık tekrarladım Unamuno’nun Günlükler’ini okurken. Evet, aşkınlık, çaresizlik, hüzün ama umut. Tastamam bunların karışımıydı Günlükler. Garip bir doluluk hissi ve bu hissin açığa çıkardığı inanç.
Unamuno, o güzelim romanı ‘Sis’in bir yerinde kahramanı Augusto’ya şöyle söyletir: ‘… Bu hayat ırmağının altında ve ortasında ters istikamette bir başka cereyan daha vardır: Birincisinde biz dünden yarına, ikincisinde bugünden düne gitmekteyizdir. Örgünün örülmesi, aynı zamanda tekrar çözülmesi. Zaman zamansa yüzümüze âdeta bir soluğun, bir nefesin çarptığını duyarız; o öteki dünyadan, asıl dünyamızın derinlerinden doğru bize esrarlı sesler nüfuz eder. Tarihin arka plânları, keza bir nevi mukabil tarihtir; aslına nazaran ters istikamette cereyan eden bir processus (süreç). Toprak altındaki su, denizden kaynağa döner.’
Unamuno’nun yüzüne çarpan İsa Mesih’in o diriltici nefesiydi hiç şüphesiz. Ve Günlükler, suyun kaynağa yolculuğunun belgesi niteliğindedir. Unamuno’ya kitap boyunca Imitation adlı yazarı belli olmayan ve İsa’nın çilesini konu edinen kitap ve İncil eşlik ediyor. Büyük ölçüde bu iki eserden beslenen yazar, sorgulayıcı bir tavır ile itaat arasında gidip gelen üslûbuyla ruhunun arınması ve kurtuluşa erme yolunda gerilimli bir dil kuruyor kendine. Akıl ile İman arasında öteden beri var olduğu kabul edilen tenakuz Unamuno için de sorunlu bir varoluş biçimi oluyor. Bu yönüyle Kierkegaard’ı da hatırlıyoruz.
Yazarın Kierkegaard’a hayranlık derecesinde bağlılığı da satıraralarında rahatlıkla hissedilebiliyor.
Günlükler’de konuşan çoğu zaman içindeki ben’dir Unamuno’nun. Kierkegaard gibi o da ‘sonunda mizacının bir çokluğa dönüşmesinden, açıkçası çok sayıda olmaktan, o mutsuz şeytaniler gibi bir lejyon oluşturmaktan ve bu şekilde bir insanda bulunan en içteki, en kutsal şeyi, kişiliğin birleştirici gücünü kaybetmiş olmaktan daha korkutucu bir şey’ düşünemez.
Meyvenin çekirdeğini taşıması gibi Hz İsa’yı içinde taşıyan yazarın, F. Faber’den alıntıladığı şu cümle Günlükler’in özeti gibidir: ‘Bir insanın hayatındaki en muhteşem anlar, o insanın Tanrı hakkında yeni bir düşünce edindiği bahşedilmiş günler ve saatlerdir.’ Nitekim, Unamuno’nun beş defterden müteşekkil Günlükler’inin hemen her satırı Tanrı hakkında yeni düşüncelerle deyiş yerindeyse keşiflerle doludur. Herakleitos gibi ‘kendimi keşfettim’ diyebilme arzusundan başka bir şey değildir bu. Kendini tanımak, kendini Tanrı’da tanımak ve büyük keşif ve ebediyet!
Hayatın ancak ölümün ışığında anlaşılabileceğini düşünen yazar, yaşarken de ölürken de sadeliğin peşindedir. ‘Sadelik, sadelik! Ya Rab bana sadeliği ver’ diye yakarır sık sık. Zaten Günlükler boyunca bir dua ve yakarış hâli söz konusudur. Pascal’ın ‘kalp mantıkı’ ya da Bergson’un ‘sezgi’sine benzer güçlerin şeffaflaştırdığı imanın tözü onu, Aşkın Varlığın hakikatini bilmeye ve sonra da yaşamaya götürür. ‘Tanrı’da yaşamayı öğren ve ölümden korkmayacaksın çünkü Tanrı ölümsüzdür.’
Günlükler, hakikatin özünü imanla, biçiminiyse mantıkla alan Unamuno’nun entelektüel ateizminden basit bir Tanrı tasavvuruna ve inancına doğru seyrini gözler önüne serer. Çünkü ona göre ‘dinde bilim, şiir ve eylem birleşir.’ Zaten hayat da bu üçünden başka nedir ki?
Tinsel bir yolculuğa çağrı olarak da okunabilir Unamuno’nun Günlükler’i; yanımıza ruhumuzdan başka hiçbir şeyi almayacağımız bir yolculuğa… Bu yolculukta, kendisine sık sık şöyle seslenir Unamuno: ‘Kendini Tanrı’da ara: Orada gerçek huzuru bulacaksın ve kendinle yüz yüze gelebileceksin ve kutsal bir merhametle kendine sarıldığında İsa tarafından ebedî hayata çağrılan ruhunun kalıcı özdekliğini hissedeceksin.’
Günü gününe tutulmuş notlardan ziyade muhtelif zamanlarda yazılmış izlenimi veren ve tarih düşülmemiş metinlerden ibaret olan Günlükler, Pessoa ve Kierkegaard’ın günlükleriyle paralel okunduğunda zihinlerde daha farklı ve kışkırtıcı bir tat bırakacaktır hiç şüphesiz.
Ne diyordu İspanya’nın daimî bir lirik hâlde bulunan bu büyük yazarı, yazarlık felsefesini özetlerken: ‘Benim amacım, gerçeklikteki hayatı ve hayattaki gerçekliği araştırmaktır, yaşadığım sürece onları bulamayacağımı bilmeme rağmen.’