YAZARLARA YAZMADIKLARI YERDEN SORULAR
“Gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur.” Cicero’ya atfedilen bu sözü edebiyat söyleşilerine uyarladığımızda yazarların yazı yolculuğu, kitapları ve edebiyat dünyasına dair “sorulmamış soru yoktur” diyebiliriz. Bu söyleşi dizisinde yer alan sorular da elbette ilk kez sorulmuyor ama eserlerini beğeniyle takip ettiğimiz yazarlarımızla bu kez özellikle yazmadıkları üzerinden, hayaller üzerinden sohbet edelim istedik.
Erendiz Atasü: Elbette, okurken hayranlık duyduğum pek çok metin, pek çok pasaj olmuştur ve olacaktır. Simone de Beauvoir’ın düşüncelerinden, Virginia Woolf’un duyarlığından, şiirsel metinlerinden, bilinç akışı tekniğini kullanma biçiminden etkilenmişimdir. Kendi kuşağımın ve önceki kuşağın kadın yazarlarını büyük bir zevkle okumuşumdur ve doğal ki hepsinden etkilenmişimdir. Yani Nezihe Meriç’ten başlayalım saymaya. Adalet Ağaoğlu, Leyla Erbil, Füruzan, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Pınar Kür, İnci Aral, Ayla Kutlu… Ve şu anda hatırıma gelmeyen isimler de vardır mutlaka. Selçuk Baran, mesela…
Hatice Günday Şahman: Ursula K. Le Guin Lavinia adlı romanında, Vergilius’un Aeneas destanında küçük bir rolü olan Lavinia karakterini; Ayfer Tunç ise kendi romanı Yeşil Peri Gecesi’nin yan karakteri olan Osman’ı son romanında başkarakter olarak yazdılar. Bu örneklerde olduğu gibi bir eser kaleme almak isteseydiniz hangi eserden ya da eserinizden, hangi yan karakteri seçerdiniz?
Yanıta gelince benim örneğimde – bu konuda yalnız olduğumu sanmıyorum- yazar konuyu ya da karakterleri seçmiyor, onlar yazarı seçiyor, başka bir değişle konu ve kişiler içimizden ve kendiliğinden doğuyor. Şahsi acınız gibi içinizde hissettiğiniz bir toplumsal yara, gene içinizde roman konusuna ve kişilerine dönüşüyor.
Bende başka bir şey var, örneğin annemden, babamdan anneannemden köken almış karakterler çeşitli yapıtlarda çeşitli rollerde beliriyorlar. Her belirişlerinde de gerçeklikteki kaynaklarından yani yaşamış gerçek kişilerden bağımsızlaşıyorlar. Kişilikleri gerçeklikteki kişilere benziyor fakat yaşadıkları olaylar değişiyor. Mesela Dağın Öteki Yüzü’nün Vicdan karakteri Şairin Ölümü’ndeki ‘’Füg’’ hikayesinde belirir ve bambaşka şeyler yaşar.
Hatice Günday Şahman: Edip Cansever’in “Masa da masaymış ha” dediği gibi bir masanız olsa, zamanın ve mesafelerin getirdiği sınırlamalar olmaksızın, hangi yazarları ya da kurmaca karakterleri konuk etmek, söyleşmek isterdiniz? Onlarla neler konuşurdunuz?
Hatice Günday Şahman: Yazarken çok beğendiğiniz, çok bağlandığınız cümleler olsa da bazen bu cümleler farklı nedenlerden dolayı metne dâhil olamaz. Siz bu cümleleri acımasızca ya da eliniz titreyerek siler misiniz? Yoksa farklı bir şekilde değerlendirir misiniz?
Erendiz Atasü: Siler atarım, kendi cümlelerime hayranlık duyma gibi bir huyum yoktur. Yazar bir yazı heveslisi olma aşamasından geçip de gerçek yazarlığa adım atmışsa metindeki tek gerçekten önemli şeyin o metnin iç dengesi olduğunu kavramıştır. Fazlalık, kulağa hoş gelse bile metnin içinde sırıtıyorsa atılmalıdır.
Erendiz Atasü: Var, ama bunlar edebi metinler değil. Biliyorsunuz, arada sırada siyasi yazılar da yazıyorum. Sosyal Demokratlara – elbette bana göre çok haklı- eleştiriler getiren yazılarımı, günümüz siyasal ortamında hırpalama sayılabilecekleri için yayımlamıyorum.
Şu anda, henüz pek az oluşmuş halde bir roman taslağı var, yazar mıyım yazamaz mıyım, ne zaman yazarım, bilemiyorum. Öykü taslaklarına gelince, durum şöyle, diyelim bir mekân, bir kişi, bir olay beni çok etkiledi, o zaman ilgili bir hikâye yazacağımı bilirim; ama bu yazıya dökme işi ne zaman olur bilemem, yani kendimi zorlamam, bırakırım fikir yavaş yavaş olgunlaşsın.
Mesela, Kızıl Kale’deki
Böyle, zihnimde uzun süre taşıyıp da yazmadığım ya da yazamadığım tek bir öykü taslağı hatırlıyorum: Bir ilişkiyi mevsimler döngüsü tarzında anlatmayı kurmuştum. Sonra başka şeyler öne geçti ve bu taslak yazılamadı.