N°1
RUH (SOUL)[1]
“Küçük balık, kendinden yaşlı bir balığın yanına doğru yüzer ve ona ‘Okyanus dedikleri şeyi bulmaya çalışıyorum.’ der. ‘Okyanus mu?’ diye sorar yaşlı balık, ‘Zaten onun içindesin ya.’ Küçük balık, ‘Burası mı?’ diye sorar ve ‘Burası, su. Benim istediğim, okyanus.’ der.”
Hikâyenin bitiminde, Joe ve Dorothea uzunca bir süre birbirlerine bakıyorlar. Dorothea, “Yarın görüşürüz.” deyip taksiye biniyor; Joe, arkasından bakakalıyor bir müddet. Bu, bir tür arınma ve aydınlanma anına dönüşüyor Joe açısından.
***
N°2
İLK İNEK (FIRST COW)[2]
1820’ler Amerikasında, varlık ve yokluk içindekiler arasındaki derin uçurumu, kahramanlarının başarısızlığıyla sonuçlanan bir tür Amerikan Rüyası hikâyesi eşliğinde işleyen, fakat göstermek istediklerini usul usul, ağırdan alarak, doğa manzaraları ve yaşam koşullarını gösteren görüntülerle anlatırken keskin bir iyilik/kötülük simetrisi sunma eğiliminden kaçınan filmin, yine de “Kurabiye” lakaplı Otis Figowitz karakterine, iyi bir insan olduğunun bariz örneklerle gösterilmesi konusunda, azıcık iltimas geçtiği görülüyor (filmin uyarlandığı Jonathan Raymond’ın romanını okumadığım için durum orada nasıldır, bilmiyorum).
Doğayla kurduğu, hayatta kalma güdüsüne dayalı karşılıklı ilişki, çalışkanlığı, soğukkanlılığı, ters dönmüş bir kertenkeleyi kurtarması, sonradan en iyi dostu olan King-Lu’ya daha ilk karşılaşmalarında onun ne denli zorda olduğunu anında gözlemleyip tereddütsüz yardım etmesi, gerçekte adının Evie olduğunu jenerikten öğrendiğim (filmde bir adı yok) ineği sağarken kurduğu incelikli ve uysal iletişim dili, köyde ikamet eden diğer ilk yerleşimcilerin düşüncelerinin diyaloglarla aktarıldığı bar sahnesinde, sepetteki bebeğe gösterdiği özen ve sonrasında arkadaşının ikna etmesiyle yine de onu orada bırakıp gitmek zorunda kalması, King-Lu’nun kulübesinde kendini evi derleyip toplayıp süpürmek hatta süslemek zorunda hissetmesi, kapitalizm eleştirisini kendi yalın bakış açısıyla, bilgileri nasıl öğüttüğünü, incelediğini gözler önüne sererek sunması gibi filmde ara ara karşımıza çıkan örnekleri dikkate aldığımızda, seyircinin Otis ile -arkadaşı King-Lu’yla karşılaştırdığımızda- çok daha doğrudan ve olumlu bir bağ kurmasına neden oluyor.
Max Jacob’un dediği gibi, “Şuna inanın ki, ağız, yüreğin zenginliğiyle dile gelir. İyi bir yüreğiniz, sağlam bir kafanız varsa, güzeli yaratabilirsiniz. Yoksa, çirkini yaratabilirsiniz ancak. Çünkü şeytanın güzellikle ilgisi yoktur. Yüce’yi yaratmış olanların yaşamları da yüce’dir.”[4] Film, kahramanlarının anlatılan hikâyeleriyle, bana biraz da bu sözün bir özeti gibi göründü.
Filmde, kapitalizm eleştirisi, sistemin ve Amerikan Rüyasının maduru olan bireylerin kurduğu yabansı, sınırlı dil aracılığıyla, onların baktığı pencereden yapılıyor. Otis, bir aşçı. Bir yandan vahşi doğanın zorluklarıyla baş ederken diğer yandan da King-Lu ile kurabiye, bisküvi, turta, kek vs. yapıp satma işine girmeye karar veriyor. İş üzerine ilk konuşmalarında, King-Lu, “Asıl karmaşık olan işe başlamak. Yoksul bir adamın başlamasının yolu yok. Sermaye gerekir ya da bir mucize.” diye uyarıyor dostunu. Otis “Güce ihtiyacın var” diye sohbeti devam ettirdiğinde de King-Lu, “ya da suç işlemeye.” diye tamamlıyor onu. Otis, ormanda dolaşırken, yaşadıkları köyün şefi konumundaki varlıklı Factor’ın sahibi olduğu bölgenin ilk ve tek ineğinin çayırda otladığını görünce, girişimci ruhuyla, bu ineğin sütünü gizlice sağıp pişireceği yiyeceklerde kullanma fikrini geliştiriyor. Böylece, her gece, King-Lu’nun gözcülük edip Otis’in gizlice ineğin sütünü sağdığı, çeşitli tatlı türleri pişirip köyün meydanında dostu King-Lu ile birlikte sattığı bir süreç başlıyor. Birkaç gün içinde pişirdikleri beklenenin üstünde ilgi görüp bu durum Factor’ın kulağına gidince, Factor da bizzat pişirilenlerden satın almaya geliyor ve oldukça memnun kalıyor; hatta ertesi gün tekrar uğrayıp hafta sonu ağırlayacağı bir konuğuna ikram etmek üzere karadutlu Clafoutis (bir tür meyveli Fransız turtası) siparişi veriyor. Bu siparişten sonra aralarında geçen konuşmada, King-Lu “Tehlikeli bir işe girişiyoruz ve Şef Factor’ın güçlü bir tat alma duyusu var. Sütünün tadını eninde sonunda alacaktır.” dediğinde, Otis de “‘Hayır’ yanıtını veremeyiz; şüphelenir.” diye karşı çıkıyor. King-Lu, “Hem sütün nereden geldiğini zannediyor ki?” diye bir soru ortaya attığında ise Otis, “Bazı insanlar, soyulduklarını hayal bile edemezler. Çok güçlü olduklarından.” diyor.
Köy meydanında turta satmaktan büyük ve kurumlaşmış bir sektörle baş etmenin zorluğundan söz etmeye doğru evrilen bir başka diyalog içinde ise rüyalarının bir hayalkırıklığı ile sonuçlanabileceğinin bilincini taşıdıkları gösteriliyor.
Filmde, 1820’lerin gündelik hayatı, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve sözel şiddetle yoğrulmuş dili, Kızılderililerin yardımcı eleman olarak Factor’ın evinde işe koşulması, adaletin bireylerarası ilişkiler çerçevesinde hukuksuz yollardan halledilmeye çalışılması, tabiatın talan edilmesi, bütüne yayılarak, neredeyse her sekansta karşımıza çıkıyor.
Filmin günümüzden bir sekansla, ticari gemilerin görüntüleri ve bir gizemin ilk işaretiyle başlaması da boşuna değil.
Başa dönecek olursak; Blake’ten yapılan alıntı önemli. Dostluğu doğuran irili ufaklı eylemlere, tecrübelere de gönderme yapıyor bu dize çünkü; tıpkı filmde de bu fikrin birden çok pratiğinin gösterildiği gibi.
İlgili şiirden kısa bir alıntı:
“…
Aslanların kükremesi, kurtların uluması, fırtınalı denizin öfkeden kabarması ve yok eden kılıç insan gözünün göremeyeceği kadar büyük olan sonsuzluğun parçalarıdır.
Tilki kendisini değil, tuzağı suçlar.
Zevk döller. Üzüntü doğurtur.
Erkek, aslan kürkü giysin; kadın, koyun postu giysin.
Kuşa bir yuva, örümceğe bir ağ, insana dostluk.
…”
***
[1] “Soul”, Yönetmenler: Pete Docter ve Kemp Powers, 2020.
[2] “First Cow”, Yönetmen: Kelly Reichardt, 2019.
[3] William Blake, “Cennet ve Cehennemin Evliliği”, Türkçesi: Rahmi G. Öğdül, 1. Baskı: İstanbul, Mart 1997, sayfa 21.
[4] Max Jacob, “Genç Bir Şaire Öğütler”, Türkçesi: Salâh Birsel, Sel Yayıncılık, Geceyarısı Kitapları, Birinci Baskı: İstanbul, Kasım 2017, sayfa 35.