“Onun sevdiği şey hayattı, Londra’ydı, hazirandaki bu andı.”
Virginia Woolf
Londra’dan Wokingham’a giden bir trenin içindeydim. Kentin puslu bir günüydü. Bu pustan ötürü zor seçilen bir ırmağın üstünden geçiyorduk. Birdenbire geldiğimiz istasyonun adı anons edildi: “Virginia Water”. Ürpertiyle ayağa fırladım. Bu ırmak, o ırmaktı. Virginia Woolf’un kendini sularına bıraktığı ırmak! Yolculuk boyunca bu etkinin altında kalmıştım. Diyebilirim ki, Londra’nın bana sakladığı sürprizlerden biri de bu olmuştu. Bu sürprizden iki yıl kadar önce Türkiye’de Trabzon kentinde, Virginia Woolf’un hayatında kesitlere ve Mrs. Dalloway romanına yer veren Saatler filmini izlemiş, film bir diz etüt ile ders verdiğim üniversitede filmin afişini sınıfa götürerek kısa bir atölye çalışması yapmıştım. 2004 yazında Londra’ya gittiğimde filmin Londra ve Sussex’deki çekim yerlerini ziyaret ederek mekân-kurgu arasındaki rasyonel bağlantılara dair saptamalarda bulunmuştum.
Saatler (The Hours), 2002’de Michael Cunningham’ın romanından beyazperdeye perdeye uyarlandığında, XX. yüzyılın önemli kadın yazarlarından Virginia Woolf’un hayat hikâyesini, dahası iyi saatlerde olan bir yazarın beyazperdeye düşen gölgesi bu yeni yüzyıla taşıyan belge-sinema ile karşı karşıyaydık. Filmde Virginia Woolf’u canlandıran oyuncu Nicole Kidman’a yazarlık kumaşı/elbisesi tam oturmuştu. Bunun yanında, eş zamanlı olmayan iki ayrı kadın rolünde Los Angelesli bir ev hanımı ile New Yorklu editörün hayatını eksen alan filmde, dramın psikolojik tabanı ile reel hayattaki aykırı seçimlerin sonucu ortaya çıkan bedeller sinematografiye işlenmişti.
Film, edebiyat eserini/Mrs. Dalloway’i eksen almanın yanında, kendi çatısını zaman-dönem ve kentler arasında üç sembol kadın üzerine kurmuştur. Filme taşınan ilk kadın yazarın reel hayatına odaklanmıştır. Bu rolde karşımıza çıkan Londra’nın dışındaki evinde hem depresyonla mücadele eden, hem de ilk romanı olan Mrs. Dalloway’i yazmaya çalışan Virginia Woolf’un bizzat kendisidir (1923). İkinci kadın ise, perdede bu yaşanmışlığın yirmi yıl kadar sonrasına düşen, dahası II. Dünya Savaşı’nın bitiminde Los Angeles’ta yaşayan bir ev kadını Laura Brown’dur. Filmin bu bölümdeki akışı, Laura Brown’un Mrs. Dalloway’i okuması ve romandaki anlatımdan aldığı etkilenişle hayatında önemli bir değişme kararı alması üzerine kurulmuştur (1951). Üçüncü kadın ise, bugünün New York kentinde yaşayan ve Mrs. Dalloway’in modern bir yorumu olan Clarissa Vaugan’dır. Clarissa Vaugan, film akışı içinde kendisiyle eski kocası Richard için sonun ne olacağını tahmin etmeye çalışmaktadır. Film, bu üç kadının hikâyesinin bir araya gelişi sonrasında şaşırtıcı bir tanışmaya dönüşmüştür (2001). İşte temel çatısı, üç ayrı kent (mekân), üç ayrı zaman ve üç ayrı kadın kahraman üzerine kurulu filmin uzak/yakın ve biyografik göndermeleri edebiyat-sinema arasındaki sıkı bağı da yansıtmaktadır. Dahası, roman ve senaryo bağlantısını sinemada işlemek, güzel sanatların geçişken rolünü de natürel olarak sergilemiştir. Bu yüzden de filmi, romandan/yazardan bağımsız düşünmek yanlış olacaktır.
Son/uç. 1999’da kitap hâliyle Pulitzer Ödülü alan Saatler, üç yıl sonra senaryo şekliyle yepyeni bir başarıya imza atmış; Oscar ile taçlanmıştır. Temel karkası, yazar Virginia Woolf, Los Angeles’ta yaşayan bir okuyucu ve New Yorklu bir karakter üzerinden ilerleyen film, kitap metni kadar başarılı.